1. THKO İddianamesi

T.C.
SIKIYÖNETİM KOMUTANLIĞI
ASKERÎ SAVCILIĞI
ANKARA

29.6.1971

Evrak No: 1971/87
Esas No. 1971/60
Karar No. 1971/47

İDDİANAME
ve
KOVUŞTURMAYA YER OLMADIĞI KARARI
(1. Nolu Askeri Mahkemesi’ne)

SUÇ :  Türkiye Cumhuriyeti Anayasa’sının tağyir, tebdil ve ilgaya cebren teşebbüs etmek ve bu fiile fer’an iştirak etmek.
SANIKLAR:
1. Mustafa YALÇINER — Rıfat oğlu. 1950 doğumlu, İzmir nüfusunda kayıtlı, aynı yerde Asansör Üstü 311. Sok. No: 20’de oturur. ODTÜ Elektrik Bölümü 2. sınıf öğrenciliğinden çıkarılma.
2. Recep SAKIN — Haşan oğlu, 1948 doğumlu, Bursa, Kemalpaşa ilçesi, Karaoğlan köyü nüfusunda kayıtlı, Ankara, Demirlibahçe Şafaktepe 2. Bölge No: 135’te oturur. Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi Kimya Bölümü 3. sınıfta öğrenci.
3. Yusuf ASLAN — Beşir oğlu, 1947 doğumlu, Çekerek, Kuşsaray köyü nüfusunda kayıtlı.
4. Deniz GEZMİŞ — Cemil oğlu, 1947 doğumlu, Erzurum, Ilıca Mahallesi Öznü köyü nüfusunda kayıtlı, İstanbul, Selimiye Harem İskelesi Sok. Karlık Apt. No: 9’da oturur.
5. Hüseyin İNAN — Hıdır oğlu, 1949 d.lu, Kayseri, Sarız ilçesi Bahçeli Mahallesi nüfusunda kayıtlı aynı yerde oturur. ODTÜ İdari İlimler 1. sınıftan çıkarılma.
6. Mehmet NAKİPOGLU — Mehmet Ali oğlu, 1947 d.lu, Elbistan, Köprübaşı Mahallesi nüfusunda kayıtlı aynı yerde oturur. Erzurum Atatürk Üniversitesi Ziraat Fakültesi 7. sınıf öğrencisi.
7. Metin YILDIRIMTÜRK — İman oğlu, 1944 doğumlu, Kars, Ortakapı Mahallesi Ordu Caddesi Çıkmaz Sokak No. 5/A’da nüfusa kayıtlı aynı yerde oturur. Çiftçi, ilkokul mezunu.
8. Atilla KESKİN — Safter oğlu, 1945 doğumlu, Afyon, Metli Mah. nüfusuna kayıtlı, aynı yer Fakıpaşa Mahallesi Sahabeler Sok. No: 10’da oturur. ODTÜ İdari İlimler Bölümü son sınıf öğrencisi.
9. Ahmet ERDOĞAN — Ethem oğlu, 1947 d.lu, Cihanbeyli Yeşilöz Mah. nüfusunda kayıtlı, aynı yerde oturur. ODTÜ Fen Edebiyat Fakültesi Matematik Bölümü 2. sınıfta öğrenci.
10. Ercan ÖZTÜRK — İbrahim oğlu, 1948 doğumlu, Kayseri, Develi kazası İbrahim Ağa Mahallesi nüfusunda kayıtlı, Ankara Aşağı Ayrancı, Meneviş Sokak No: 31/7’de oturur. ODTÜ İnşaat Bölümü son sınıf öğrencisi.
11. Osman ARKIŞ — Mehmet oğlu, 1951 doğumlu, Bursa, Orhangazi ilçesi Teke Mahallesi nüfusunda kayıtlı, İstanbul İcadiye Mahallesi Hacı Bakkal Sokak Derya Apt. Daire. 5 – Kuzguncuk’ta oturur. ODTÜ Fizik Bölümü 1. sınıf öğrencisi.
12. Metin GÜNGÖRMÜŞ — Kemal oğlu, 1951 d.lu, Tunceli Pak Nahiyesi Putik köyü nüfusunda kayıtlı, Ankara, Aktaş Mahallesinde oturur. Elazığ, Devlet Mühendislik ve Mimarlık Akademisi Makina bölümü öğrencisi.
13. Semih ORGAN — Süleyman oğlu, 1951 doğumlu, İstanbul Beylerbeyi Köpüce yolu No: 17/3’te oturur. Fatih nüfusunda kayıtlı, ODTÜ Makina Bölümü 2. Sınıfta öğrenci.
14. Mehmet ASAL — Fikret oğlu, 1951 doğumlu, Antalya, Akseki ilçesi İbradı Nahiyesi nüfusunda kayıtlı, Ankara, Sıhhiye Cihan Sok. No: 31/17’de oturur. ODTÜ Makina Bölümü 1. Sınıfta öğrenci.
15. Mustafa ÇUBUK —Alibey oğlu, 1949 doğumlu, Malatya, Akçadağ ilçesi Bölüklü köyü nüfusuna kayıtlı, aynı yerde oturur. Lise son sınıf öğrencisi.
16. Hacı TONAK — Hüseyin oğlu, 1951 doğumlu. Malarya, Akçadağ ilçesi, İkinciler köyü nüfusuna kayıtlı, aynı yerde oturur. Rençberlik yapar. Ortaokul mezunu.
17. Hüseyin Cemal ÖZDOĞAN — Mehmet Ali oğlu, 1951 doğumlu, Malatya, Akçadağ ilçesi Kürecik Nahiyesi Darıca köyü nüfusunda kayıtlı, aynı yerde oturur. Ortaokul son sınıfta öğrenci.
18. İrfan UÇAR — Tayyar oğlu, 1947 doğumlu, Bolu Sazakkaramanlar köyü nüfusunda kayıtlı, Ankara, Çankaya Yıldız Mahallesi 229 numarada oturur. ODTÜ Makina Bölümü son sınıfta öğrenci.
19. Mete ERTEKİN — Celalettin oğlu, 1947 doğumlu. Bursa nüfusunda kayıtlı, Ankara, Bahçelievler 17. Sokak, No: 86/2’de oturur. ODTÜ Kimya Bölümü 1. sınıftan terk.
20. Kor KOÇALAK — Hilmi oğlu, 1941 doğumlu Bursa nüfusunda kayıtlı, Ankara Bülbülderesi No. 16/2’de oturur. Lise mezunu. Grafik ressamı.
21. Sevim ONURSAL — Bahri kızı, 1926 doğumlu, Kadıköy nüfusunda kayıtlı Kavaklıdere Rıza Şah Pehlevi Mahallesi, İlbank Kooperatifi C. Blok No: 64’te oturur.
22. İbrahim SEVEN — Esmer oğlu, 1948 doğumlu, Midyat Şıklar Mahallesi nüfusunda kayıtlı, Ankara, Sümer Sokak No: 21/3’te oturur. ODTÜ İnşaat Bölümü 2. sınıftan terk.
23. Necmettin BACA — Bayram oğlu, 1947 doğumlu, Keban Barajı Aşağı Çakmak köyü nüfusunda kayıtlı, aynı yerde oturur. Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi 2. sınıfta öğrenci.
24. Mehmet ÖZDEMİR — Şerif oğlu, Emine’den 1951 doğumlu, Erzincan Kemaliye ilçesi, Eknasor köyünde nüfusa kayıtlı, İstanbul Kurtuluş Feylasof Sokak No: 61’de oturur. Ankara Yüksek Erkek Teknik Öğretmen Okulu 2. sınıfta öğrenci. Takipsizlik verilmiştir.

SUÇ TARİHİ : 15 Ocak 1971 — 10 Haziran 1971

TEMAS ETTİĞİ KANUN MADDESİ: TCK’nın 146/1, 146/3

TUTUKLAMA TARİHİ:

Deniz GEZMİŞ 18.03.1971
Yusuf ASLAN 05.04.1971
Hüseyin İNAN 24.03.1971
Kor KOÇALAK 27.03.1971
İbrahim SEVEN 22.01.1971
Necmettin BACA 22.01.1971
Sevim ONURSAL 18.01.1971
İrfan UÇAR 16.01.1971 (Gıyabi)
Mete ERTEKİN 05.03.1971
Mehmet NAKİPOĞLU 24.03.1971
Mustafa YALÇINER 14.06.1971
Recep SAKIN “
Osman ARKIŞ “
Ercan ÖZTÜRK “
Semih ORCAN “
Ahmet ERDOĞAN “
Metin GÜNGÖRMÜŞ “
Metin YILDIRIM “
Mehmet ASAL “
Mustafa ÇUBUK “
Hüseyin Cemal ÖZDOĞAN “
Hacı TONAK “
Atilla KESKİN “

Yukarıda açık kimlikleri ve kendilerine isnat olunan suçların mahiyetleri yazılı sanıklar hakkında yapılan hazırlık soruşturması sonunda:

GİRİŞ

1968 yılı Türkiye’sindeki kıpırdanışlar, gözle görülür bir durum arz ettiği halde, gaflet, korku, kurnazlık ve ihtiras içerisinde destekleniyor, sükûnetle karşılanıyor, devamında fayda umuluyor, samimi ve gerçekçi bakışlarla karşılanıyordu. O günlerden bugüne gelindi; basiretliler geleceği gördüler, gizli yöneticiler kayboldular, kurnazlar lüzumlu dersi hafif geçiştirerek aldılar, gafiller uyandılar, korkaklar hâlâ yerlerinde, muhterisler umduklarını bulamadılar; Türk Milleti uyanıktı.

NEDEN BÖYLE OLDU

1-Dünyada Gelişim

Tarih fetih ve istilalarla doludur. Kavimlerin millî benliklerini bulmaları evrensel toplum düzeninde bir dönemeçtir. Ezilenlere ümit ışığı olan ve otoriteye karşı uyarı teşkil eden Musevilik, Hıristiyanlık, ezilenleri otorite yoluyla kurtarmaya yönelen İslamiyette doğuşları itibariyle birer dönemeçtir. Malazgirt Meydan Savaşı’nın doğurucusu Dandanakan, İstanbul’un fethini hazırlayan Sırpsındığı ve Niğbolu Viyana kuşatmasını hazırlayan İstanbul’un fethi ve Kosovalar da Türk Anadolu için birer dönemeçtir. Birçok savaşlar, ihtilaller, isyanlar insanlığa ayna olmak durumunda iken unutulup gitmiştir.

İkinci Dünya Savaşı, birincisinin sonucundaki hata ve zorlamalardan doğmuştur. İnsanlığı bu son genel harp kadar sefil ve perişan hale getiren ikinci bir yaygın olay gösterilemez.

İhtiraslar korkuya, zevkler hüzne dönüşürken ümitsizlikler ihtirasa, savunmalar taarruza, insani duygular kin ve intikama yöneliyordu. Blok devletlerden galipler ve mağluplar vardı ama, kuvvetler bitkin, insanlar aç, insanlar bıkkın, insanlar ruhen çökmüştü. Onurlar kırılmış, duygularda değişiklikler olmuştu. Dünya haritasındaki değişiklikler yine askıda kalmış, Birleşmiş Milletler Cemiyeti “ebedî sulh” gayesiyle kurulmuş, Anglo- Amerikan menşeli İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi doğmuştu ama, savaşın maddi ve manevi çöküntülerinin bıraktığı derin izler yok edilememiş, silinememişti. Yıkıntılar temizleniyor, şehirler yenileniyor, iş yerleri ve fabrikalar yenileniyordu ama, insanlık üzerindeki ruh çöküntüsü silinemiyordu. Yeni bir gençlik bu ruh haleti içinde filizleniyordu.

Fransız hümanizmi, Kari Marx ve F. Engels prensipleri özlenilir olmuştu. Amerika’da, Japonya’da, Avrupa’da serazat yaşamak isteyen bir gençlik türüyordu. Önce otoriteye karşı idiler. Erkek-kız bir arada, toplum baskısından uzak bir tabiî yaşantı istiyorlardı. Günlük yaşantı şartları ve gelecek onlar için önemli değildi. Kalıpları fuzuli buluyor, uyarılara isyan ediyorlardı. Kayıtların yıkılması, bağların kopması için gösteriler, tahripler ve saldırılarda bulunuyorlardı. Her devlet kendi sosyal yapısına uygun çarelerle bu hareketleri önlemek yollarını arıyordu. Nitekim, bu genç zümrenin isteklerini frenlemesini ve dış etkilerden arıtmayı bildiler. Artık Avrupa, Amerika BD ve Japonya’da sosyal ve İktisadî sorunlar çoktan çözümlenmişti. Geri kalmış ülkelerde, bilhassa Güney Amerika ve Arap ülkelerinde bambaşka bir hava esmeye başlamış, Marksist-Leninist ilkelerin yerleşmesi yönünde önemli teşebbüslerde bulunulmuş, bu ilkeler kalkınma ve özgürlük için tek çıkar yol olarak belirli zümrelerce benimsenmişti.

2- Türkiye’de Gelişim

a- Genel Oluşum

İkinci Dünya Savaşı süresince Türkiye savaş dışı kalmıştı. Sınırlarından içeri tek yabancı kurşunu atılmadı. Yapılarının üzerine tek bomba düşmedi. Savaş sebebiyle tek kişinin tırnağına dahi zarar gelmedi. Ne analar dul ve çocuklar yetim, ne gençler sakat kaldı. Ne var ki, oldukça kabarık ve kuvvetli bir ordu ile teyakkuz durumunda bulunuldu. Hatta savaşa katılan devletler savaş sonu, askerlerini terhis edip asgari miktara indirilirken Türk Silahlı Kuvvetleri kadro ve yerini aynen muhafaza ediyordu. Çünkü Türkiye, İkinci Dünya Savaşı’nda katıldığı ittifak anlaşmalarındaki müttefiklerinin savaş yıllarındaki ağır tekliflerine yanaşmamış ve savaşa katılmamış olduğundan ve yeni müttefikler bulmadığından yalnız kalmıştı. Bu yalnız ve mahdut savaş gereçlerine sahip Türk devletinden ısrarla toprak isteniyordu. Çarlık Rusya’sı, en ziyade Türklük aleyhine toprak genişletmişti. Buna rağmen ılık denizlere çıkamamıştı. Şimdi bir adım daha atmak için ortamı müsait görüyor, Elviyeyi Selase ve Boğazlar sorununu yeniden ortaya atıyordu.

Bu istekler kesinlikle reddediliyor ve son Türk devletinin varolma, yokolma savaşı göze alınıyordu.

İmkânlarının çok üstünde savunma hazırlıklarını sürdüren Türkiye perişandı; ot, yulaf ve kepek yiyerek gününü gün eden, orman ağaçları çiçeklerini yiyerek yaşantısını sürdüren aileler sayılamayacak kadar çoktu. Ama millet onurunu ve millî benliğini kaybetmemişti. Halk yabancı arzularına boyun eğmemeye ruhen hazır ve kararlı idi.

Anadolu çorak, Anadolu yoz, Anadolu kıraç arazilerle dolu. Tabiatın bahşettiği şartlar, geleceği düşünmeyen topluluklarca yok edilmiş, verimli topraklar bile toprak örtülerinin tahrip edilmesi sonucu verimsiz hale gelmişti. Osmanlı İmparatorluğu Anadolu’ya ancak Celalileri öldürmek, kütle kitalleri yapmak için el uzatmıştı. Son zamanlarda yapılan imtiyazlı demiryolları da belirli mıntıkalara inhisar ediyor, Anadolu’da menfaat gören yabancı devlet emellerine hizmet edecek tarzda inşa ediliyordu. Fütuhatları duran ve durdukça toprak kaybeden İmparatorluk beceriksiz ellerde ancak dış devletlerin denge etkileri ile ayakta durabiliyordu. Avrupa’nın reformu, Avrupa’nın rönesansı, icatları ve keşifleri İmparatorluk bünyesine sinememişti. İslami müesseseler, tarikatçıların, şeriatçıların elinde kalmış, İslami ilimler tereddiye, sübjektif ölçülerle değerlendirilmeye, kısır ve çıkarcı zümreler elinde sürdürülmeye, malî kaynaklar ilim ve teknikten yoksun kimselerin elinde kalmaya mahkûm olmuştu. İlmiye sınıfının, dar dünya görüşüne saplanmaya başlamasıyla her yönden zaaf kendini göstermişti. Islahat hareketleri; tanzimat fermanları çöküntüye mani olamamış, Fransız Büyük İhtilali’nin milliyetçilik prensipleri, İmparatorluk bünyesindeki etnik grupların kıpırdanma ve kurtuluş mücadelelerine sebebiyet verirken, sultanlar hâlâ Türk olduklarını kabul edecek kesin ifadeyi kullanamamış, unsurlar arasında muvazene sağlayarak bütünlüğü sürdürmek çarelerini aramışlardı. Yabancı devletlerden alınan borçlarla saraylar yapılıyordu. Oysa Avrupa sanayi alanında dev adımlarla ilerliyor, savaş gereç, araç ve taktiklerinde önem buluşlar yapılıyor, toprak modem usullerle işlenerek birim arazi verimi arttırılıyordu. Anadolu toprakları ise tabiata terk edilmişti.

Balkan Savaşı, Osmanlı İmparatorluğu’nun en acı tarih sayfasıdır. Bu sayfa yazılırken padişahı etkileyen ve bir darbe ile idareyi ele alan İttihatçılar, devlet düzenini tesis etmeyi düşünmeden, eski imparatorluk sınırlarına varmak, fazladan İran’ı ve Turan’ı da İmparatorluk hudutları içine almak hayallerine kapılıyorlardı. Hayalin sonu İmparatorluğun beklenen enkazını ellerinde görmek oldu. İstismarcı devletler, Osmanlı İmparatorluğundan kopan topraklarda yeni sömürgecilik sistemi kurmak çabasında idiler, emellerine de kavuştular.

Kurtuluş Savaşı yoktan var olmadır, diriliştir. Yeni Türk Devleti doğmuştu. Yalnız, fakir ve haraptı. Savaşçılara yine Celali denilmiş, o gözle bakılmıştı ama, artık İmparator yok, Sultan ve halife vardı. Halk azimli idi, istiklal uğruna bilinçlenmiş, istilaları görünce liderlerine inanç ve umutla bağlanmıştı. Padişah’ın ölüm fermanları, Şeyhülislamın isyan fetvaları yersel ve önemsiz kalıyordu. İstilacılar ciddi mukavemet ve saldırılarla sindirilip kovulunca özgür halk, bağımsız Türkiye varlığını gösterdi. Destekten ve malî kaynaklardan yoksundu. Zaten harap vaziyetteki Anadolu, üstelik istilacılar tarafından yakılıp yıkılarak bir enkaz yığını haline getirilmişti. Kurulan millî idare, inkılâplarla ve imar işleriyle ilerleme kaydetmeye başladı. Şartlara göre küçümsenmeyecek adımlar atıldı. Atatürk idaresi fiiliyatıyla nurlu ufuklar gösteriyordu.

İkinci Dünya Savaşı sonunda kurulan Birleşmiş Milletler Cemiyeti’ne Türkiye de üye oluyor ve çok partili rejime geçiyordu. Savaş süresince, savaşa giren devletlerden daha bitkin hale gelen, sınırlı imkânlara sahip Türkiye, demokratik yollardan kalkınma çarelerini arıyordu. Bir taraftan da, dış tehlikeye karşı müttefik ve İktisadî kalkınma için dış yardım bulmak çabasını gösteriyordu.

14 Mayıs 1950 Türk tarihinde bir dönemeçtir. Ulusun tarihinde ilk defa kan dökülmeden ve seçim yolu ile iktidar değişikliği oluyordu. Artık CHP iktidarı yerine DP iktidarı iş başında idi. CHP zamanında tedricen başlayan dış yardımlar yeni devrede hızlanmış ve Türkiye kendisine sağlam bir ittifak paktı bulmuştu: NATO Kuzey Atlantik Paktı adı altında kurulan bu devletler manzumesine demokratik Avrupa devletleri yanında ABD de dahildir. Pakt komünist blokuna karşı savunma gayesiyle kurulmuştu. Artık Türkiye’de İktisadî yönden bolluk, politik yönden emniyet duygusu hâkimdi. Bu durum, birkaç sene sonra yön değiştirmeye başladı. Dış kredilerden yeteri kadar faydalanılıp İktisadî kaynaklarda harekete geçirilememişti. Dış yardımların kaynağı ABD yardımları şartlı vererek birtakım anlaşmalar yapmayı başarmıştı. Bu anlaşmaların birçoğunun mahiyeti halktan, BM Meclisi’nden, hatta bazı Bakanlar Kurulu üyelerinden bile gizli tutulmuştu. Partiler arası dayanışma, millî çıkar yolunda birleşme yerine kısır çekişmeler sürüyor, liderler birbirlerine hakaret ediyorlardı. Bi taraf olduğu söylenen devlet başkanı, iktidar partisi remzini taşıyan bastonu iftiharla taşıyor ve bu parti lehine propaganda gezilerine çıkıyordu. Meşru yollardan iktidara gelen DP iktidarı kaybetmemek için türlü çarelere başvuruyor, laiklik ilkeleri çiğneniyor, vadedilen özgürlükler daha da takyid ediliyor, tarafsız yargı organlarına ve her kademede idarecilere baskı yapılıyor, Vatan Cepheleri kurularak millet kamplara ayrılıyor, muhalefete mensup halk türlü çarelerle kendi saflarına itilmek isteniyordu. Türkiye’nin kaderine hâkim olan partinin lideri, “Siz isterseniz hilafeti bile getirirsiniz” sözlerini kendi grubunun kudretini göstermek için sarf ediyor, yapıcı tenkitlere bile kulağını tıkıyordu.

Tarikatlar, Şeriatçılar su yüzüne çıkıyor, ve yeni bir diktatorya başlıyordu. Halk ekseriyeti ve aydın çevre tetikte idi. Bu hale karşı olan üniversite fikren ve fiilen bütünüyle ilk işareti veriyor ve ordu kademeleri bir ağızdan haykırıyordu. İstibdad idaresinden gelmiş Türk Milleti, ikinci Abdülhamid’e “Büyük Han” diyerek methiyede bulunanlara ve kanı pahasına elde ettiği Cumhuriyete, demokratik özgürlüğe son verilmesine ve millî bütünlüğünün zedelenmesine tahammül edemezdi. Millet nurlu ufukları görmek istedikçe ancak seçim nutuklarında işitmekten bıkmıştı.

27 Mayıs 1960 Türk tarihinde yeni bir dönemeçtir. Kötü idareye son verilerek, sapıtmış idarecilerin eylemleri mahkeme kararıyla tescil ediliyordu. İdareyi ele alan TS Kuvvetleri demokratik yola dönülmenin gayreti içinde mevzi almakla uğraşıyor, Kurucu Meclisin faaliyete geçmesini ve 334 sayılı Anayasa’nın hazırlanmasını sağlıyordu. Bir zümreye veya şahsa karşı yapılmadığı, yetkili ağızlardan müteaddit kereler söylenen 27 Mayıs ihtilali gerçekte kimseyi karşısına almıyordu ama, menfaati haleldar olan bir zümre, ihtilalin kendilerine karşı yapılmış olduğunu DP taraftarlarına empoze etmekten, halkı TS Kuvvetleri ile karşı karşıya getirmek için kışkırtmaktan bir an geri kalmıyorlardı. Bu nedenledir ki, TSK içindeki huzursuzluklar 22 Şubat ve 21 Mayıs olaylarını doğuruyordu.

DP kapatılmış, onun mirasına konmak isteyen yeni partiler doğmuştu. Yeni Anayasa’nın getirdiği teminatlar ve seçim sistemine göre yeni seçimlere gidildi. Parlamento’da hiçbir parti çoğunluk sağlayamadığından koalisyon hükümleri iş başına geçti. İhtilalin çalkantıları, alışılmamış yeni müesseseler, koalisyon üyelerinin partileri yönünden disipline bağlı kalmaları, partilerin durumu müdrik olmamaları gibi sebepler ağır işlemlere, kalkınma hamlelerine mani oluyordu. Donmuş seçmen kitlesine sahip CHP dışındaki partiler DP’nin ve tarafsız vatandaşların oylarını paylaşmışlar, en çok DP mirasçısı olduğunu belirten AP, en çok oy almayı başarmıştı. İkinci genel seçimlerde DP sistemini yerleştiren AP, nisbî temsil esaslarına rağmen, tek başına iktidar sağlayacak milletvekili çoğunluğu ile Parlamento’ya geliyordu. İhtilal yapanları suçlamalar, Anayasa’yı değiştirerek DP mahkûmlarının affına matuf tasavvurlar ana programlarında yer alıyor, himayesinde bulundukları Anayasa müesseselerini yadırgıyorlardı. TSK’yı yabancı gözüyle görüyorlar, zahirî tutumları bu ocağa karşı yakınlıklarının calî olduğunu saklamaya yetmiyordu. Yine din istismarcılığı, yine enflasyonist politika, yine seçim kazanmak için türlü kurnazlıklar sürüyor, devletin ana kuruluşları ile hükümet politikası muvazi yürütülemiyordu. DP’ye karşı olan güçler, şimdi AP’ye karşı idiler; üstelik Anayasal müesseselerden kuvvet alarak. Dış istila tehlikesi nispeten kaybolmuş, buna mani olunmak için verilen tavizler hâlâ ayakta duruyordu. Üstelik yardımların kısılmasıyla, Kıbrıs sorununun çıkmaza sokulmasıyla beraber Muhalefet partileri DP devrindeki kadar yıkıcı tenkitlerde bulunmuyorlardı, ama ismen parlayıp sönenlerin kişisel itibar sağlama gayretleri kıpırdanıyordu. Bunların da idareci zümrenin de durumlarını idrak etmeleri muhaldi.

27 Mayıs’ı doğuran kuvvetlerden biri üniversite ve yüksekokullar gençliği idi. Gençliğin tamamı hükümete karşı idi. Saldırısız, silahsız gösterileri, devrim iktidarını rahatsız ediyordu. İktidar sahipleri silahlı devlet zabıtasını gençlik üzerine saldırtıyor, devletle gençliği karşı karşıya getirerek polisin itibarını zedeliyordu. Bundan ders alan ve ters yönde değerlendiren o zaman iktidar edenlerinden birinin bu zaman iktidar edenlerine tavsiyesi kulaktan kulağa fısıldanıyordu: Gençliği bölünüz! Gerçekte bir oyun oynanıyor, öğrenciler iki kampa ayrılarak birbirleri ile kıyasıya vuruşuyorlardı. Yetkililer korkaklık, kurnazlık içinde seyirci kalıyorlar, yine söylentilere göre bir gruba yardımcı oluyorlardı. İlkin ilerici ve devrimci yönüyle temayüz eden grup, hükümete karşı idi. Hükümete karşı diğer güçlerden destek gördükleri için diğer gruptan daha çok seslerini yükseltebiliyorlardı. İç mücadeleleri sertleşmeden önce başlayan boykot hareketlerinde kurdukları temsilciler komitelerini karma yaptılar. İyi niyetli idiler. Öğrenci haklarının ve üniversite sorununun çözümlenmesini istiyorlardı. İlgilenen olmadı. Sokaklar yüksek tahsil imkânı bulamayan onbinlerce Anadolu çocuğu ile dolup taşıyor, ders kitapları ve diğer öğrenim şartları bir problem olarak kalıyordu. Gençler artık kendi sorunları yanında memleket meseleleri ile de ilgileniyorlardı. Anadolu hâlâ aç, hâlâ kaynaklar tahrik edilemiyor, hâlâ fırsat eşitliği verilemiyor, hâlâ miri miranlıktan kalma mütegallibe ve bir günde milyonlar vuranlar, mağara halkı ile aynı yurt sathında yan yana yaşıyordu. Pahalılık yine başı boş gidiyor, karşılıklı saygı tarihe karışıyor, az çalışıp çok kazanan kişiler türeten ülke oluyorduk. Halkın yarı nisbeti aydınlanmak şöyle dursun, okuyup yazmayı bile öğrenememişti. İdareciler yine “nurlu ufuklar” nutuklarıyla karın doyurmaya devam ediyorlardı.

27 Mayıs başka gruplar da doğuruyordu. Bu gruplardan biri, statik hükümetin icraatına karşı iyi niyetle fütursuz savaşanlar, diğeri devletin müesses nizamlarına karşı amansız tahrip hareketine girişenlerdi. Bu iki grup öğrenci hareketlerini desteklerlerken farkında olmadan aynı çizgide birleşiyorlar, bilhassa ilerici öğrenci gruplarını tahrik ediyorlardı. İkinci grup, Türkiye’nin, kökü karanlıklara dalmış komünist grubu idi. Bu grup saklılıktan yavaş yavaş su yüzüne çıkıyor, artık ortamı müsait görüyordu. Kuzu postuna bürünmüş kurt, meydanlarda rahatça kovalamaca oynuyordu saf dillerde. İşlerini kolaylaştıran başka bir grup daha vardı ki, bu bütün ilerici güçleri komünizm kisvesi altında göstermek isteyen gerici gruptu. Bir kısım kimseler ileriye “sol” geriye “sağ” damgasını vuruyordu. Oysa sağda ve solda gericiler vardı. Sağda ve solda günün adamları vardı. Nihayet sağ ve sol deyimleri menşeine aykırı mihraplara kurtulan birer sembol haline getirilmişti. Kendilerine ilerici diyen komünist grup Marx ve Lenin devrimciliğini, Carlos Marighella usulünü benimsemişlerdi. Bu tarz devrimci olmayanların tamamı onların nazarında gerici idi.

Türkiye’de zamanın getirdiği çirkin politikacılar, muhteris politikacılar, çıkarcılar ve utanmaz adamlar vardı. Her biri ayrı yönde faaliyet gösterirken iktidar gayesinde birleşiyorlar, onu elde edebilmek için başvurmadıkları şekil kalmıyordu. Hükümet edenleri devirmek yerine devleti devirmek, iktidarı vasıta olmaktan çıkarıp gaye edinmekte birleşiyorlardı. İktidar hırsına kapılanlar, bu güçlere hizmet ediyorlar, değerler sübjektif olarak ele alınıyor, kişisel görüşler üstün kılınmak isteniyordu. Öğrenci hareketleri başladığı, üniversiteler işlemez hale geldiği, öğretim üyeleri sınıflardan kovulup, fakir milletin kanı pahasına devletçe elde edilen kürsüleri yakılıp tahrip edildiği zaman bu hareketlerin masum olduğunu haykıranlar, hareket silahlara dönüştüğünde uyanıyorlardı. Halbuki gençler o günkü ve bugünkü fiilleri arasında bir fark olmadığı görüşüne sahiptiler.

Anayasa sosyal adaleti gerçekleştirici ilkeler koyarken, yürütme erkinden iş bekliyordu. Seneler geçtiği halde ileri bir adım atılmamış, yine kısır politika çekişmeleri, rejim münakaşaları sürüp gidiyordu. Konuşan ve kendini yerli yersiz söz sahibi sanan herkes en iyiyi, en doğruyu söylediğine, bildiğine milleti ikna gayreti içinde idi. Benlik duyguları millî duygulara galebe geliyordu. Bir yandan otobüsleri çevirip fakülte ve okulları önüne götüren öğrencilerin bu haksız fiillerini önlemek durumunda olup da önleyemeyenler, otobüs yolcularını halkı öğrenci ile mücadeleye çağırırken, diğer taraftan başka ağızlar, köylüyü ağanın toprağını işgale teşvik ediyor “doğa kanunlarından bahisle, bu kanunun hükmünü icra edeceğini bir tabiî hukuk âlimi edasıyla savunuyorlardı. Devlet radyolarından, devletin temel nizamlarına aykırılık arz eden konuşmaları açık oturumlar yayınlanıyor, yine bu radyodan, devlet kuvvetlerinden kaçan kişilerle röportajlar yapılarak yayınlanıyordu. Devlet müessesesi devlete karşıydı. Üniversite özerkliği öğrenci yurtlarına teşmil ediliyor, polis suçluyu takiben yurtlara bile giremiyor, yurtlarda öğrencilikle ilgisi olmayan kişiler aylarca ve hatta senelerce kalabiliyorlardı. Bazı öğretim üyeleri branşları ile ilgili olmayan komünist kitapları okutup öğrenciyi bu kitaplardan sigaya çekiyorlardı.

Münevver geçinen kimseler, vatan, millet, Cumhuriyet kelimelerini nutuk sözcüğü olarak nitelendiriyorlar, konuşma ve yazılarında bu kelimeleri kullananlar alay mevzuu oluyorlardı. Atatürk’ün, milli benliğini bilmesi için millete kazandırmak istediği millî hasletler kökünden inkâr edilerek şöyle bir kenara itiliyordu. Halkın bilmediği sözde Türkçe kelimeler türetilmiş, yerleşmiş, halka mal olmuş doğu menşeli kelimeler sözlüklerden atılırken, tercümecilerin, kopyacıların, batı özenticilerinin elinde Batı menşeli kelimeler dilimizi istila etmeye başlıyordu. Marx-Engels-Lenin-Mao hakkında konuşmayanlara bu zümrece cahil gözü ile bakılıyordu. Hiç duyulmamış kelimeleri muteber gazetelerin köşelerinde halk sık sık görüyor, ifade ettikleri anlamların genişliğini bir türlü anlayamıyordu.

Anayasa bağımsız sendikaları grev ve lokavt gibi müesseseleri de getirmişti. Bu haklar 1950’lerden önce DP seçim beyannamelerinde vadedildiği zaman, eğitilmemiş işçilerin arasına komünist unsurların rahatça girebileceği, lokavt hakkının işsizi çok olan ülkemizde kötüye kullanılabileceği gibi noktalardan tenkide uğramıştı. DP iktidarı bir daha böyle müesseselerden bahsetmediği gibi sözünü edenlerin de karşısına çıkmıştı. Yeni Anayasa’mız, işçi haklarının yine işçiler tarafından aranmasını temin edici ortamı hazırlayınca, işçiler kanunî örgütlerine kavuşmuşlardı. İyi niyetli hareketlerinin dışardan tahrik edildiğini bilahare anlayabilecek kadar uyanıklık gösteren işçi kuruluşları içerisine sızma çabaları olmuş ve bu çabalar etkisiz kalmıştır.

Türk köylüsü cahildir, Türk köylüsü barınaksızdır, Türk köylüsü fakir ve açtır ama, uyanıktır, akidelerine bağlı, benliğine düşkündür. Saftır, fakat kolay aldanmaz, görgüsü azdır ama saygının ne demek olduğunu bilir. Ne kendi hakkının çiğnenmesine göz yumar ve ne de başkalarının haklarına saldırır. Genellikle kardeş hayatı yaşar, misafire “garip” der ve bir lokma ekmeği varsa ona verir büsbütün aç kalır, çulunu verir çıplak, hasırını verir yataksız kalır. Bir kere gocundu mu, tekrar ısınamaz, bir kere inandı mı kolay bırakamaz. Cefakâr olduğu kadar da vefakârdır.

İzah olunan şartlar ve ortam içerisinde su yüzüne çıkan Marksist-Leninistler ve politika çıkarcıları ittifak haline geldiler. Köyde ve işçi arasındaki faaliyetleri akim kaldı. Ne var ki gerçekten idealist ve sadece milletinin ve yurdunun istikbalini düşünen öğrenci kuruluşlarının içerisine öyle rahat nüfus ettiler ki, öğrenciler bunların gayelerini ve kendilerinin maşa yapılmak istenildiğini ne his ne de kabul ettiler. Menşeinde masum öğrenciler rahatlıkla birer profesyonel devrimci, Marksist-Leninist olduklarını söylüyorlardı. “Kahrolsun Amerikan Emperyalizmi, yaşasın tam bağımsız ve gerçekten demokratik Türkiye” derken silahlarla demokratik nizam getirilemeyeceğini, süngülerin üstünde oturulamayacağını, istedikleri proleter diktatoryası ile çelişkiye düştüklerini bilmiyorlardı.
Yeni bir fikir daha ortaya atılıyordu: Etnik yönden bütünlük arz eden Türk Milleti, bölünmek isteniyordu. İktisaden geri kalmışlığımızı bu yönden de istismar ediyorlar, Türkiye’de halklar bulunduğunu rahatlıkla söylüyorlardı. Çok eski devirlerde, devlet ricali ve ulemanın köylü ve cahillere “Türk” dedikleri gibi Türklük anlaşıldıktan sonra, aslen Oğuz boylarından olduğu ilim otoritelerince kabul edilmiş ve Fars dili tesiri altında kalmış bir kısım vatandaşlarımıza “Kürt” denilerek hakir görülmüştü. Adeta onlar kendilerinin ayrı bir etnik grup olduklarına inandırılmışlardı. Bilhassa iki yabancı devletin uydurularıyla gramerleri ve lügatleri, yapılmış, isyanlara sevk edilmişlerse de, asıl çoğunluk benliğini müdrik kalmışken, yabancı devletlerin boşa çıkan çabalarını şimdi yurdumuzda yaşamak lütfuna nail olmuş kişiler hortlatmak istiyorlardı. Bu fikir bir kısım gençliğe rahatça empoze edilmişti. Gençler, yığın psikolojisi itibariyle zevahirin etkisi altında kalmışlardı. Onlara göre, bilimsel sosyalizmi benimseyen devrimci, benimsemeyen karşısında olmasa bile karşıdevrimcidir. Anladıkları devrimciliği benimsemeyenler Amerikan işbirlikçisi ve mütegallibedir. Gençler aldatılmışlardı. Hem de öyle aldatılmışlardı ki, ikna edilmek kabiliyetlerini yitirecek kadar. Asırların tortusu ve mevcut şartlar altında yönsüzleşen bir kısım genç yeni bir yön bulmuştu.

c- Teşkilatlanma

Ötedenberi; üniversitelerde, öğrencilerin birtakım ilişkilerini düzenlemek ve işlemlerini yürütmek üzere kurulmuş öğrenci demekleri vardı. Bunların dışında diğer kuruluşlara alışılmamıştı. Öğrenci demeklerinin üstündeki birlik ve federasyonlar da mevcuttu. Federasyonların politikaya kaymaları mevzii ve kişisel kalmaktan ileriye gitmez, doktriner görüşler, hele kanun dışı davranışlar bu kuruluşlardan beklenemezdi. Önce SBF’de “Fikir Kulübü” adında bir dernek kuruluyor, önceleri rağbet görmemekle beraber zamanla ve yavaş yavaş bütün yükseköğretim kuruluşlarına sıçrıyordu. Geliştikçe kendilerine faaliyet sahası aramaya başlayan kulübün idarecileri birleşerek Fikir Kulüpleri Federasyonu’nu kuruyorlar, Ekim 1969’da toplanan kurultaylarında isim ve tüzük değişikliği yapıyorlardı. Yeni isim Türkiye Devrimci Gençlik Federasyonu, kısaca Dev-Genç’ti. Yeni tüzüğün ikinci maddesinde, hedefe varmak için eylem öngörülmüştü. 3- maddesinde, “Federasyon’a bağlı dernekler sosyalizmin bilimini eylem kılavuzu edinen üyelerden oluşur” ibaresi vardır. Aynı maddeye göre, Federasyona, güdülen amacı benimseyen öğrenci kuruluşları dışında, sosyalist işçi ve köylülerin kurduğu demekler de katılabilir. Böylece faaliyet alanı genişledi ve bilimsel sosyalizm yani Marksizm ana prensip edinildi. İdarecilerin örnek gösterdikleri önderler Marx, Engels, Lenin, Mao, Che Guevara, Castro gibi kimselerdi. Türk Solu, İşçi-Köylü, Proleter Devrimci, Aydınlık gibi gazetelerde, Aydınlık Sosyalist ve İleri gibi dergilerde maruf komünist kişilerin yanında öğrencilerden bazılarının da yazıları sık sık görülür oldu. Komünist önderlerin resimleri başköşelerde yer alıyordu. Adı geçen gazete ve dergiler hakkında Ankara C. Savcılığı’nca çılan davaların sayısının yüzü aşkın olduğu bilinmektedir.
Fikir özgürlüğü ve sosyalizm yönünden Anayasa’yı paravan yapanlar, önceleri Atatürk’çü geçinirken onun fikir ve şahsiyetini de küçük görmeye başladılar. Sadece Mustafa Kemal tarafını benimsiyorlardı. Atatürk bu soyadını aldıktan sonra burjuvalaşmıştı. Komünist ilkelerini yayan kitap ve broşürler bol bol tercüme ediliyor, bastırılıp yayılıyordu. Bu kitaplar gençlerin eğitiminde kullanılıyordu. Diğer taraftan belirli kimselere, belirli konularda konferanslar verdiriyorlar, bu konferansları heyecanla takip ediyorlardı. Artık öğrenciler kendilerini bilinçlenmiş sayıyorlar, eyleme geçmek zamanı geldiğine kani bulunuyorlardı. Teorik safha tamamlanmıştı, geçiş dönemine girmişlerdi. Hedefleri birdi. Ancak metotta ayrılıklar başgösteriyordu. Bu zaman zarfında birtakım eylemler sürmekte, fikirler çarpışmakta idi. Yürüyüşler, boykotlar, işgaller, tahripler, sağ-sol çatışmalar, işçi mitinglerine ve müstahsil mitinglerine katılma ve mitingleri teşvik ve gayeye yöneltme, silah kullanma, molotof kokteyli, dinamit ve bomba patlatma olayları birbirini kovalıyordu. Bir taraftan da devrimlerini tahakkuk ettirmek için ikinci merhalenin başlama noktasında anlaşamıyorlardı. Birbirlerini suçluyorlar, lider seçme ve etnik grupları istismar konusunda münakaşalar sürüp gidiyordu. İkinci merhale için eğitim ve para noksanlıkları vardı. Filistin’de ve ODTÜ’nün geniş arazisinde öğretim üyeleri ve idarecilerin gözleri önünde eğitim noksanlıklarını gideriyorlardı. Ancak yeterli mali kaynak bulamamışlardı. Bunun için de soygunlar ve fidyeler imdada yetişti. Artık her devrimci erkek bir SOSO, KOMO, GUEVARA, her devrimci kadın bir Pİ- LAR, bir KURUPSKAYA idi. Lenin’leri pusuda bekliyor, Plekhanov’ları eserlerini seyrediyordu. Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu örgütü ikinci kademeye geçmiş, şehirlerde başlattığı eylemleri kırlara intikal ettirmiş, kırdan şehre bir İdarî sistem kurmuştu. Örgütün üyeleri profesyonel devrimci idi. Hücrelenmeler başlamış, ilişkiler devam ediyordu. THKO ismindeki örgüt mensuplarından fiilleri aşağıda gösterilecek olan grup, DEV-GENÇ’ ten bir parçadır. Türk Halk Kurtuluş Cephesi örgütüne doğru atılmış bir adımdır. Cephe faaliyetleri de yurt sathında hissedilmiş, her grup eylem, münferit dava konusu yapılmıştır.

OLAYLAR

A- Şehir İçi Olaylar

İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi 7-8 sömestr öğrencisi olan Deniz Gezmiş, bazı kanun dışı eylemleri nedeniyle okuldan çıkartılmıştır. İfadelerinde belirttiğine göre 18.3.1971 tarihindeki son tutuklandığı ana kadar sekiz kere hapse girip çıkmıştır. Son olarak Bursa Cezaevi’nden tahliye edilmiş, bağlı bulunduğu Askerlik Şubesi’nce askerliğine karar alındığından tahliyesini müteakip aynı yer Askerlik Şubesi’ne teslim edilmiştir. Şubece, tertip edildiği Sivas’a şevki sırasında yolda muhafızlardan kurtularak kaçmış, Ankara’ya gelerek Yusuf Aslan’ı bulmuş, bu şahıs vasıtası ile Orta Doğu Teknik Üniversitesi yurduna yerleşmiştir. Arkadaşları ile beraber 1969 yılı içerisinde Devrimci Öğrenci Birliği adı altında bir Örgüt kurmuşlar ve başkanlığa seçilmiştir. Bu birlik bilahare kapatılmıştır. Dev- Genç üyesidir. İÜHF’de öğrenci iken, öğrenci lideri olarak tanınmış ve yine kendi beyanına göre 1966 yılında TİP İstanbul teşkilatına üye olarak faal görev almak istemiştir. 1969 yılında Filistin’e gitmiş, El Fetih örgütünde eğitim görmüş, birkaç ay sonra gidişinde olduğu gibi dönüşünde de kaçak olarak yurda girmiştir. ODTÜ’nün 2 numaralı yurdunun 201 ve 202 numaralı odalarını, burada tanıştığı diğer Dev-Genç üyeleri yanında Yusuf Aslan, Sinan Cemgil, Hüseyin İnan, Alpaslan Özdoğan, Mustafa Yalçıner, Recep Sakın isimli kişilerle karargâh haline getirmişlerdir.

Yusuf Aslan ODTÜ Fizik Bölümü’nde öğrencidir, Hüseyin İnan aynı üniversitenin İdari İlimler Bölümünden çıkarılmış ve fakat üniversite yurdunda kalmaya devam etmiştir. Sinan Cemgil, Ankara Üniversitesi H. Fakültesi öğrencisi iken tahsili ikmal eden ve Dev-Genç üyesi Şirin Cemgil ile evlidir. Adı geçen kişiler Filistin El Fetih Örgütü’nde eğitim görmüşler, Hüseyin İnan ve bir grup arkadaşları dönerken yakalanmışlar, Diyarbakır Cezaevi’nde 8 ay civarında tutuklu kaldıktan sonra tahliye edilmişlerdir. Bu suçtan yargılanması devam etmektedir.

1- Ersin Bagatır ismindeki ODTÜ öğrencisinin dövülmesi:

28 Aralık 1970 tarihinde, gece ODTÜ yurdu 4. Blok 504 numaralı odasında kalmakta olan müşteki, yatağından alınarak 1. Blok 202 numaralı odaya götürülmüş, oradan da Deniz Gezmiş ve beş arkadaşı tarafından merkezi ısıtma sistemi tüneline götürülerek saat 4.30’a kadar dövülmüştür.

2- Kavaklıdere’de polis kulübesinin kurşunlanması ve iki toplum polisinin vurulması:

29.12.1970 tarihinde Dev-Genç üyelerinden İlker Mansuroğlu’nun Fen Fakültesi’nde meçhul kişiler tarafından vurulması ve müteakiben de ölümü üzerine aynı gün Yusuf Aslan’ın çaldığı steyşın tipinde bir arabaya binen Sinan Cemgil, Hüseyin İnan, Yusuf Aslan ve Deniz Gezmiş Kenedi Caddesi’nden gelip, Atatürk Bulvarı’ndan Kızılay’a doğru dönerken sol köşede bulunan polis kulübesini ateşe tutmuşlar, kulübeye on kurşun isabet etmiş, kulübede bulunan görevli toplum polisleri Nuri Selçuk ve Vahap Çınar kol ve bacaklarından yaralanarak Numune Hastanesi’ne kaldırılmışlardır. Arabayı Yusuf Aslan kullanmaktadır. Olayın failleri ikrar etmişler, yayınladıkları (THKO) bildiride açıklamışlar ve bu bildirinin yazıldığı yazı makinesi ile karbon kâğıtları ele geçmiştir.

3- T. İş Bankası Emek Şube soygunu:

1.1.1971 tarihinde saat 16.15’te çaldıkları 06 EF 109 plaka sayılı arabayla T. İş Bankası Emek Şubesi önüne gelinmiştir. Arabayı Yusuf Aslan kullanmaktadır. Diğer şahıslar Sinan Cemgil, Hüseyin İnan, Deniz Gezmiş ve muhtemelen Alpaslan Öz- doğan ismindeki Dev-Genç üyesidir. İçeriye Sinan Cemgil, Hüseyin İnan ve Deniz Gezmiş girmişler, Yusuf Aslan direksiyon başında hazır beklemiş, Alpaslan Özdoğan da dışarıda kalarak etrafı kollamıştır. Vezneden 124 bin lira alarak bir çantaya doldurduktan sonra çıkmışlar, otomobile binerek olay yerinden hızla uzaklaşmışlar, ancak banka ilgililerince arabanın plaka numarası tespit edilerek polise bildirilmiştir. (Alpaslan Özdoğan’ın orada kaldığı ve kendilerine sonradan katıldığı olayların seyrinden anlaşılıyor.) Failler doğruca ODTÜ’ye gitmişler, arabayı yurtlar civarında bir yere park etmişler, sonra görülmemesi için yerini değiştirmişler, karargâh edindikleri 201 ve 202 numaralı odalara çıkmışlardır. Araba idareciler tarafından görülmüş ve başına bekçi konulmuştur. Bekçinin müdahalesine rağmen tehdit ederek arabaya binip yola çıkmışlar, fakat biraz ilerleyince tekerlek lastiği patladığından şarampole düşmüşler, arabadan ayrılarak yürümeye başlamışlar, Balgat yoluna çıkarak Olca Altınay’ın evine gitmişlerdir. Bu sırada saat 02.00’dir ve Olca misafirlerini beklememektedir. Olca Altınay Sinan Cemgil’in karısı Şirin’in arkadaşı olup Sinan ve Hüseyin İnan’la tanışmaktadır.

İdeolojik yönden de birleşmektedirler. Bu vesile ile Sinan Cemgil emin gördüğü Olca’nın evine arkadaşlarını götürmüş ve onun evinde saklanmalarını temin etmiştir. Fakat orada kalmalarının şüpheyi celb edeceğini düşünmüşler, sığınacak başka yer aramışlardır.
Kor Koçalak, Sinan Cemgil’in arkadaşıdır. Emek İş Hanı’nda, Stüdyo İn adı altında bir müessese çalıştırmakta iken, işini terk etmiştir. Daha önce Amerikan Haberler Merkezi’nde çalışmakta iken, aynı yerde çalışan Sevim Onursal’la tanışmış ve yakınlık peyda etmiştir.

Sevim Onursal vasıtasıyla Olca Altınay’ı da tanımıştır. ODTÜ Mimarî Bölümünden ayrılmıştır ve Sinan Cemgil’le samimiyeti vardır. Bu nedenle Sinan tarafından hatırlanmış ve telefonla aranarak Emek İş Hanı asansör antresi buluşma yeri olarak gösterilmiştir. Sabahleyin saat 08.00’da Olca ve Kor gösterilen yerde buluştuktan sonra Olca’nın Turgut Reis Caddesi’ndeki evine gitmişlerdir. Orada, Sinan Cemgil banka soygunu olayım anlatarak saklanacak yer sağlamasını istemiş, Kor Koçalak istenileni temin gayesiyle Sevim Onursal’ın evine gitmiştir.
Sevim Onursal, beş sene önce kocasından ayrılmıştır. 20 yaşında bir erkek, 17-18 yaşlarında iki kız çocuğu vardır. Ve kızlar babalarıyla birlikte oturmakta, erkek ise Almanya’da bulunmaktadır. Bir süre önce İl Bank Kooperatif evlerinden Bülent Akyurt ismindeki kişiye ait evi devren satın almıştır. Kor Koçalak bu evi bildiği için Sevim’e gitmiş, görüşerek durumu anlatmış, muvafakati üzerine evin anahtarlarından birini alarak arkadaşlarına gidip onları iki grup halinde Sevim Onursal’ın evine getirmiştir.

4- Sevim Onursal’ın evinde İcra memuru, Polis, Avukat, Çilingir, Şoför ve kapıcının bağlanması:

Sevim Onursal’ın devraldığı evin eski maliki Bülent Akyurt,Yalçın Özkan ve ortakları Kollektif Şirketine 2685 lira borçludur. Alacaklı firma, icra yoluna başvurduğundan, ilgili icra memuru Polis ve Avukat, kapının açılmaması ihtimalini de düşünerek yanlarına aldıkları çilingirle beraber, 15.1.1971 tarihinde bir taksiyle Sevim Onursal’ın Kavaklıdere İl Bank Kooperatif evlerindeki C. Blok 64 numaralı dairesine gelip kapıyı çalmışlardır. Bu sırada saat 14.00’tür.
Kor Koçalak ve arkadaşları, eve yerleşmişler ve geceyi orada geçirmişler, Sevim Onursal kız kardeşinin evinde yattıktan sonra ertesi gün sabahleyin kendi evine gelmiş, kendisindeki anahtarla kapıyı açarak içeri girmiş, orada bulunanlara yiyecek temin etmekle meşgul olmuştur. İcra ile ilgili kişilerin kapıyı çalmaları üzerine Sevim Onursal kapıyı açmakta tereddüt etmiş, içerdekilerin “aç” demeleri üzerine de açmıştır. Gelenlerden durumu öğrenince evin kendisine ait olduğunu anlatmak istemiş ise de, gösterdiği belgelerin kifayetsizliği nedeni ile ilgililer haciz işlemine başvurmakta ısrar etmişlerdir. Sevim Onursal, tekrar içeriye giderek saklananlara durumu anlatıp ne yapması gerektiğini sormuş, içeriye alması yollu isteklerine uyarak, polis memuru Cemal Şeker, icra memuru Nihat Aksoy ve Avukat Mehmet Karaçalı’yı içeriye almıştır. Resmî görevliler evdeki eşyaları kontrol ederlerken, nihayetteki bir odada yer yatağı üzerinde oturan kişileri görmüşler ve bunların kim olduklarını sormuşlardır. Sevim Onursal “size ne, siz buraya hacze mi geldiniz, yoksa hüviyet tespitine mi” mealinde karşılık vermiştir. Durumu şüpheli ve tehlikeli gören polis Cemal Şeker, karakola telefon edip yardım isteyeceğini söyleyerek giriş kapısı yanındaki telefona doğru ilerlemiştir. O sırada diğer odalardan birinden çıkan bir kişi elindeki tabancanın kabzasıyla polisin kaşı üzerine vurmuş ve diğer bir kişi de, sendelemesinden faydalanarak belinden tabancasını almıştır. Bundan sonra, içerdeki üç kişiyi bağlamışlar, dışarıda bulunan şoför, kapıcı ve çilingiri de Sevim vasıtasıyla içeriye çağırarak bağladıktan sonra, avukatın fötr şapkasını, polis memurunun hüviyetini ve 170 lira parasıyla tabancasını alarak evi terk etmişlerdir. Gitmeden önce bağlananlara kapıda bir kişinin nöbet bekleyeceğini, çıkarlarsa kurşuna dizileceklerini ve iptal ettikleri telefon ahizesini Cemal Şeker’in arkasına koyarak üç saat kıpırdamamasını, aksi halde arkasındaki bombanın patlayacağını ve hepsinin öleceğini söylemişlerdir. Bu olayların cereyanını sağlayanlar arasında Sevim Onursal, Kor Koçalak, Sinan Cemgil, Hüseyin İnan, Yusuf Aslan, Deniz Gezmiş, İrfan Uçar, Necmettin Baca ve İbrahim Seven’in bulundukları teşhis edilmiştir.
Sevim Onursal’ın evinden, önce bir grup hareket etmiş ve Olca Altınay’ın evine gelmişlerdir. Bunlar Yusuf Aslan, Hüseyin İnan, Kor Koçalak ve Sevim Onursal’dır. Geceyi geçirecek ve saklanacak emin yer aramışlar, hatırlarına Sibel Ay gelmiş ve Olca’yı da alarak saat 21.00 sıralarında Sibel Ay’ın evine gitmişlerdir. O sırada Tahsin Saraç ismindeki kişi Sibel’in misafiri olarak evde bulunmaktadır. Sibel, Sevim ve Kor’un arkadaşıdır. Geceyi evinde geçirmek istediklerini Sibel’e söylemişler, o gece orada kaldıktan sonra sabahleyin evi terk etmişler ve birbirlerinden ayrılmışlardır. İcra memuru ve yanındakileri bağlayan ikinci grup şahıslar sonradan evi terk etmişler ve dağılarak çeşitli yerlere gitmişler, bilahare ODTÜ yurdundaki 201 ve 202 numaralı odalarda birleşmişlerdir. Bağlama esnasında Sevim Onursal hariç diğer kişiler silahlıdır. Ve silahlarını eve gelenlerin üzerine tevcih etmişlerdir. Polisin üzerini arayıp hüviyetini ve parasını alan Deniz Gezmiş sırtına da vurarak “500 liraya talim yapan Türk Polisi” mealinde sözler sarf etmiş, Yusuf Aslan da tabancasını almıştır.
İfadelerden çıkan neticelere göre orada, Sevim, Kor ve Hüseyin dışında daha 6 kişi bulunmaktadır. Sinan Cemgil, Yusuf Aslan, Deniz Gezmiş ve İrfan Uçar’ın bunlar arasında olduğu kesinlikle anlaşılmakta ise de, İbrahim Seven ve Necmettin Baca’nın şahıslarında hataya düşülmüş olması muhtemeldir. Sanıklar bu hususta aydınlatıcı bilgi vermekten kaçınmışlardır.

5- Amerikan polis çavuşu Jimmy R. Finley’in kaçırılması:

Hüseyin İnan’ın önceden yaptığı keşfe istinaden 15.2.1971 tarihinde saat 03.30 raddelerinde Balgat’taki Amerikan depolarına giden bir grup tel örgüleri keserek içeriye girmiş, çalmak için depolarda silah araştırması yapmış ve bulamamıştır. O sırada J.R. Finley, bir arabanın içinde nöbet tutmaktadır. Etrafını çevirerek silahlarını üzerlerine doğrultmuşlar, İngilizce olarak silahların bulunduğu yeri sormuşlar, bu depolarda silah olmadığı cevabını alınca da arabaya atlayarak kaçırmışlardır. Aracın önüne iki arkasına da beş kişi binmiştir. Çavuşa nizamiyede kaç kişi olduğunu sormuşlar, bir kişi olduğu cevabını almışlardır. Oysa nizamiyede biri Türk diğeri Amerikan olmak üzere iki görevli vardır. Onların işaretine rağmen nizamiyeden hızla çıkmışlar ve çıkarken de arkada bulunanlardan biri veya birkaçı otomatik silahlarla görevlileri ateşe tutmuşlar, Amerikan Çavuşuna da “Bize yalan söylediğinden iki kişinin ölümüne sebep oldun” demişlerdir.

Konya yolunda, çavuşu arabadan indirmişler ve yürüyerek ODTÜ deki karargâhlarına gitmişlerdir. Amerikalılara ait arabayı da Dikmen’e on kilometre mesafedeki kireç ocakları civarında yoldan aşağı yuvarlayarak terk etmişlerdir. Kaçırılan şahsı sorguya çekmişler, ABD Türkiye’deki ve Vietnam’daki faaliyetleri ve personeli hakkında bilgi istemişler, ABD’deki “siyah panterce kardeş olduklarını söylemişler, ertesi gün 20 lira para vererek Bahçelievler’de serbest bırakmışlardır. Adı geçen şahsı kaçırırken, yanında bulunan telsiz cihazını da birlikte götürmüşler ve kullanmak üzere yanlarında alakoymuşlardır. Bu fiile Recep Sakın, Hüseyin İnan, Sinan Cemgil, Yusuf Aslan, Deniz Gezmiş ve muhtemelen tespit edilemeyen iki kişi daha katılmışlardır.

6- ODTÜ Atölyeler Müdürü Nihat Çokyüce’nin otomobilinin çalınması:

günü saat 08.15 raddelerinde Nihat Çokyüce’nin evinin kapısı çalınmış ve kapıyı açan Nihat Çokyüce’nin karşısına çıkan iki kişi, silah tehdidi ile içeriye girmişler, arabasının kontak anahtarını istemişlerdir. Anahtarı almışlar ve biri aşağıya inerek arabayı çalıştırmış ve yukarıda kalan kişi de Nihat Çok- yüce’yi bağladıktan sonra evi terk etmiştir. Arabaya binerek oradan uzaklaşmışlar, otoyu daha önce bir dairesini kiraladıkları Amaç Apt. civarına bırakarak eve gelmişlerdir. Durumun polisçe tespit edilmiş olduğunu telsiz konuşmalarından anladıklarından araba ile artık ilgilenmemişlerdir. Polisin telsiz konuşmalarını, ellerinde bulunan telsizle daima dinleyebilmektedirler.

Arabanın çalınmasına Deniz Gezmiş, Sinan Cemgil, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan karar vermişler, Hüseyin İnan ve Sinan Cemgil eve gitmişler, Hüseyin İnan Nihat Çokyüce’yi tabanca tehdidi ile bağlamıştır. Bahçelievler, 8. Cadde’deki T. İş Bankası şubesini soymaya matuf planlarını tahakkuk ettirmek için arabayı çalmışlardır.

7- Ahlatlıbel Amerikan Radar Üssü’nden dönmekte olan dört Amerikan Çavuşu’nun kaçırılması:

3.3.1971 günü saat 24.00 raddelerinde şoför İsmail Okşak idaresindeki Amerikan askerlerine ait arabayla Kepekli-Ahlatlı- bel’de bulunan radar üssünden Ankara’ya gitmekte olan Richard Caraszi, Jimmy Sexton, Larry F. Heavmer ve James Cholson, Konya yoluna 100-150 metre kadar mesafe kaldığı sırada tabanca tehdidi ile durdurulan arabadan indirilip başka bir arabaya bindirilerek kaçırılmışlardır. Kaçırılanlar silahsızdır. Ve yol barikatla kesilmek suretiyle arabaları durdurulmuştur.

Dört yabancı çavuşu bindirdikleri araba Yusuf Aslan tarafından çalınmıştır. Kaçırılan kişiler faillerin Amaç Apt.daki dairelerine götürülmüşlerdir. Hüseyin İnan ve Mete Ertekin, direksiyonda Mete Ertekin olduğu halde Amerikalılara ait araba ile hareketle diğer arabaya önce kılavuzluk etmişler, birçok yerleri dolaştıktan sonra ayrılmışlardır. Devriye polisin dikkatini çeken araba yakalanmış, Hüseyin İnan karanlıktan faydalanarak kaçmış, Mete Ertekin teslim olmak mecburiyetinde kalmıştır. Üzerinde boş bir koltuk altı tabanca kılıfı ve arabada haznesinde mermi, horozu kalkık durumda bir adet tabanca bulunmuştur. Olaya katılanların altı kişi olduğu anlaşılmaktadır. Bunlardan Sinan Cemgil, Yusuf Aslan, Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Mete Ertekin tespit edilebilmiş ise de altıncı kişinin kim olduğu meçhul kalmıştır.

Rüya Caddesi Şair Nedim Sokak No: 1/3 numaralı daire; İstanbul’da mütemekkin Hülagü Can ismindeki bir şahsa aittir. Apartmana “Amaç” adı verilmiştir. 15.2.1971 tarihinde Orhan Sel ismindeki şahsa söz konusu daire, değer fiyatının üstünde aylık bin lira mukabili kiralanmış ve yazılı mukavele yapılmıştır. Mukaveleyi yapan Orhan Sel, kendisini ODTÜ Fen Edebiyat Bölümü öğrencisi olarak tanıtmış, annesi ve Üsteğmen olan kardeşi ile birlikte oturacağını söylemiştir. Kiranın bir kısmını ödemiş, bir kısmını da bilahare malikin banka hesabına havale etmiştir. Orhan Sel’in Sinan Cemgil olabileceği üzerinde durulmuş, Yusuf Aslan bu şahsın kendisi olduğunu söylemiştir. Yusuf Aslan ismini Mithat Orhan olarak tanıttığını da ilave etmiş ise de, ikisi de olmadığı, evi kiralayanın İrfan Uçar olduğu anlaşılmıştır. Faillerin dört Amerikalı çavuşu götürdükleri ve tuttukları yer burasıdır.
ODTÜ’nün olaylarla faillerinin karargâhı haline geldiği ihbarı üzerine 5.3.1971 günü usulüne uygun arama kararına istinaden zabıta kuvvetlerinin yapacağı aramaya öğrencilerce mani olunmak istenmiş ve dokuz saat devam eden müsademede öğrenci yurtlarından devlet kuvvetleri üzerine binlerce kurşun yağdırılmıştır. Bu husus ayrı bir soruşturma konusu olmakla beraber o gün sanıklardan bazılarının yurt binalarında bulundukları ve himaye gördükleri kanaati kuvvet kazanmaktadır. ODTÜ Jandarma kontrolüne alındıktan sonra, burada barınmak imkânı kalmadığı gibi, şehir içi polis aramalarının sıklaşması, tanınan faillerin saklanmalarını zorlaştırmıştır. Bu nedenlerle, daha önce verilen kararlara istinaden şehirden uzaklaşıp dağlarda karargâh kuran kır gerillası teşkilatına katılmak çarelerini aramaktadırlar. Ancak kaçırdıkları dört Amerikan çavuşuna karşılık istedikleri dört yüz bin dolar tutarındaki fidyeyi almakta kararlıdırlar. “Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu” adına bir bildiri hazırlayarak şartlarını bildirmişlerdir. Bu bildiride yazılı ifadeler şu şekilde özetlenebilir: 1- Halkı silahlı mücadeleye davet, 2- Tam bağımsız Türkiye kurmak için silahlı mücadeleye devam, 3- Hak kabul ettikleri şeyleri zorla almak prensiplerini vaz’ettikten sonra, Amerikan Büyükelçiliği karşısındaki polis kulübesini kurşunladıklarını, T. İş Bankası Emek Şubesi’ni soyduklarını, İstanbul’da bir Amerikan motorunu bombaladıklarını, Amerikan çavuşu zenci Finley’i kaçırıp serbest bıraktıklarını, dört Amerikan çavuşunu kaçırdıklarını dercetmişler ve birtakım şartlar ileri sürmüşlerdir. Bu şartlar ABD’nin, kaçırılan kişilerin serbest bırakılmasına karşılık dört yüz bin dolar fidye vermesi, THKO’nun “Bütün Dünya Halklarına ve Türkiye Halkına” başlıklı bildirisi ile “şartlar”ının TRT 07.30-13.00 ve 19.00 haberlerinde okunması, şartların 4.3.1971 günü saat 06.00’da başlamak kaydıyla 5.3.1971 günü saat 18.00’e kadar devam edeceği tasrih olunarak bu süre sonunda kaçırılan kişilerin katledileceği kesin ifadesi kullanılmıştır. Bir yandan da sanıklar Hüseyin İnan’ı SBF öğretim üyelerinden Prof. Muammer Aksoy’a göndererek fidye alınması konusunda ABD Büyükelçiliği nezdinde teşebbüse geçip aracılık yapmasını teklif etmişlerdir. Şu hususu önemle açıklığa kavuşturmak gerekir ki, sanıklar çalınan para için “el koma”, kaçırılan kişiler için “esir” ve katledilmek yerine de “kurşuna dizmek” deyimlerini kullanmaktadırlar.
Şartlar yerine getirilmediği halde, 8.3.1971 tarihinde, saat 23.00 raddelerinde 4 Amerikan Çavuşu’nu Amaç Apt.daki dairelerinde bırakan sanıklar, eşyalarını toplayarak acele evi terk etmişler ve kaçırdıkları kişilere de 4-5 dakika sonra gidebileceklerini söylemişlerdir.

B- Şehir Dışı Olaylar

1- Örgütlenme

Polis Ankara içinde sıkı arama işlerine girişmiş suç failleri genellikle tanınmıştır. Artık şehirde barınamayacaklarını anlayan sanıklar, 1969’dan itibaren Malatya dağlarında kamp kurarak kır gerillası hareketine oradan başlamaya kararlıydılar. 1971 yılı başından itibaren de Akçadağ-Elbistan yörelerindeki dağlarda karargâh kurma hazırlıklarına başlamışlardır. Nisan ayında silahlanmış olarak yirmi kişi civarında kuvvet yığınağı yapmışlardır. Şimdilik yetecek miktarda parayı da temin etmişler. Mustafa Yalçıner’i silah temin etmekle görevlendirmişlerdir. Sinan Cemgil Amerikalı dört çavuşu bırakıp kaçtıktan sonra arkadaşlarına katılmış ve bu grubun sorumlu liderliğini ele almıştır. İsmi üzerinde önemle durulmayan Alpaslan Özdoğan, şehirle kır arasındaki irtibatı sağlamaktadır. Mustafa Yalçıner’le birlikte arkadaşlarını gruplar halinde dağdaki yerleşme merkezlerine intikal ettirmekte, mahalli halktan destek aramaktadırlar. Nitekim, çeşitli vesilelerle o civara gidip mahalli halkla temas kurmuşlar, yardım gördükleri kişiler olmuş, aralarına Teslim Töre, Hacı Tonak, Mustafa Çubuk gibi kimseleri katmayı başarmışlardır. Bilhassa, haşhaş ekimini yasaklayan hükümet kararını protesto için 1970 yılı Eylül’ünde Malatya’da yapılan protesto mitingi çok işlerine yaramış, muhit edinmelerine yardımcı olmuştur. Esasen içlerinden bazıları o bölgenin çocuklarıdır. Gittikçe sayılarını çoğaltmak ve silahlı tecavüzlerini sürdürmek kararındadırlar. Kendi aralarında, tam bir örgüt ve işbölümü esaslarına uygun hareket etmektedirler. Yargılama sistemi, artçı-öncü birlikleri kurdukları anlaşılmaktadır. Örgüt’ün ismi, Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu’dur.

2- Deniz Gezmiş ve Yusuf Aslan’ın Yakalanması

8.3.1971 tarihinde Amaç Apt.daki dairelerini terkeden sanıklar, birbirlerinden ayrıldıktan sonra bir süre izlerini kaybetmeyi başarmışlardır. Deniz Gezmiş ve Yusuf Aslan çaldıkları bir motosikletle Ankara’dan ayrılmışlar, Şarkışla’ya geldiklerinde araçları arızalanmış, bir pikapla pazarlık yaparak motosikleti de yükleyip hareket edecekleri sırada polis memuru Adil Çelene bekçi Salih Yıldız tarafından durumları şüpheli görüldüğü haberi verilmiş ve karakola davet edilmişlerdir. Davete uyan sanıklar birkaç adım ilerledikten sonra aniden silahlarını çekerek polis memuru ve yanındaki jandarmaların ayaklarına doğru ateş etmişler ve kıpırdamamalarını söylemişlerdir. Durumu izleyen Uzm. Çvş. Hamit Orhan da ateş edince orada bulunan polis ve bekçilerin de ateşi ile Yusuf Aslan yaralanmıştır. Sanıklar ateş ederek kaçmakta iken aldığı yaranın tesiri ile yüz metre kadar ileride Yusuf Aslan yere düşmüş, silahını ve elindeki deri çantayı alan Deniz Gezmiş polis takibinden kurtularak Hava Radar Mevzi K.lığı’nda görevli İbrahim Fırıncı’mn kapısını çalmış, evin önünde duran otomobilin kime ait olduğunu sormuştur. Kapıyı açan İbrahim’in eşi Şengül Fırıncı, karşısındaki şahsın sorusu üzerine, yardım isteyen biri zannederek kocasını çağırmış, pijamalı olarak gelen İbrahim’in göğsüne elindeki Tomsonu dayayan sanık kendisini tanıtmış ve bana araba lazımdır demiştir. Giyinmesine müsaade etmemiş, kontak anahtarını alması için beklerken, Şengül kapıyı kapatmak isteyince de, silahım ateşleyerek elinden yaralamıştır. Müteakiben, direksiyonda Astsubay Fırıncı olduğu halde Şarkışla’yı terk etmişler, Jandarma takibi ve müsademe sonucu 16.5.1971 tarihinde Gemerek’te yakalanmıştır. Üzerinde Tomson 36’lık çift sıra şarjör, 19 adet Tomson mermisi, 72 adet tabanca mermisi ve 14’lük bir tabanca ile 25 lira para çıkmıştır. Ayrıca eşinin tedavisi masrafı karşılığı olarak Astsubay Fırıncı’ya verdiği 500 lira, sanığın elinden kurtulduktan sonra bu şahıs tarafından ilgililere teslim edilmiştir.

3- Hüseyin İnan ve Mehmet Nakipoğlu’nun Yakalanması

Hüseyin İnan Amaç Apt.daki daireden ayrıldıktan sonra çeşitli yerlerde barınmıştır. Ankara’da bulunan ve fakülte yurtlarında yatan, hiçbir işi bulunmayan, aslında Atatürk Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nde kayıtlı olan Mehmet Nakipoğlu ile anlaşarak 23.3-1971 tarihinde Ankara’dan ayrılmışlardır. Gölbaşı’na kadar yürümüşler ve orada bez çanta, dinamit lokumu, fitili ve kapsülü gibi bir kısım eşyalarını sazlar arasına attıktan sonra yola devam etmişler, bir arkadaşlarının Ankara’dan kiralayarak getirdiği taksi ile Pınarbaşı’na hareketle 23.3.1971 tarihinde, saat 03.30 şualarında Hüseyin İnan’ın dayısının evine gitmişlerdir. Aynı gün saat 05.00 raddelerinde evin etrafı Emniyet Kuvvetleri’nce sarılmış ve sanıkların teslim olmaları istenmiştir. O sırada uyumaktadırlar. Hüseyin İnan’ın dayısının aracılığı ile silahlarıyla birlikte iki sanık da teslim olmuşlardır. Hüseyin İnan gidiş için taksiyi Recep Sakın’ın temin ettiğini söylemişse de, Recep Şakirt bundan haberdar olmadığını beyan etmiştir. Yakalanan kişilerin ifadelerine göre niyetleri El Fetih Gerilla Örgütü’ne gitmektir. Ancak Sinan Cemgil’in akıbeti, Deniz Gezmiş ve Yusuf Aslan’ın hareket yönü ve aşağıda nakledilecek olan olayların seyrinden anlaşılacağı veçhile sanıkların tamamının hareket noktalarından itibaren hedefleri, Akçadağ, Nurhak dağlarındaki karargâhlarına varmaktır.

Hüseyin İnan ve Mehmet Nakipoğlu yakalandıklarında üzerlerinde beş adet muhtelif tip ve çapta tabanca, 359 adet çeşitli tabanca mermisi ve 830 lira para zuhur etmiştir. Mehmet Nakipoğlu parayı Hüseyin İnan’dan aldığını söylemiş, Hüseyin İnan ise bu paraların T. İş Bankası Emek Şubesi soygunundan elde edilen paralardan olduğunu itiraf etmiştir. Sanıklar 6 adet tabanca teslim ettiklerini söylemekte iseler de, resmî kayıtlara göre tabanca adedi beş olarak gözükmektedir. Adı geçenlerin, kır gerillası örgütünü kuran arkadaşlarına katılmak üzere gittiklerini kuvvetlendiren bir diğer husus da Mehmet Nakipoğlu’nun Elbistan’lı olması, gerilla karargâhının o havalide kurulması ve Metin Yıldırımtürk’ün ifadesidir.

3- Kır Gerilla Faaliyetinin Başlaması

Sanıklarla onların zihniyetinde olanlara göre devrimci ve karşıdevrimci güçler vardır. Devrimci güçler; şehir ve köy proletaryası, şehirlerin ve köylerin yan proleter unsurları, yoksul köylüler, şehir ve köy burjuvazisi, asker sivil aydın zümredir. Karşıdevrimci güçler; emperyalizm, işbirlikçi sermaye ve feodal mütegallibe üçlüsüdür. Karşıdevrimcileri yok etmedikçe istedikleri ve “Gerçekten Demokrasi” ismini verdikleri rejimin kurulması mümkün değildir. Şehirlerde ve kırlarda faaliyetleri ayrı görüşlere dayanmaktadır. Bu izah olunan faaliyetleri şehirlere münhasır kalmayıp kırlarda da devam etmektedir. Ara vermek gereksiz ve ilkelerine aykırıdır. Bu nedenledir ki, 1969 içerisinde planladıkları kır gerillası hareketlerini, 1971’deki sıklaşan şehir eylemleriyle birlikte yürütmek, kuvvet merkezlerini halin icaplarına göre birinden diğerine kaydırmak esasını benimsemişler, kır gerillasının örgütlenmesi için de Akçadağ, Nurhak ve Elbistan dağlarını seçmişlerdi.

Mustafa Çubuk, Hacı Tonak, Hüseyin Cemal Özdoğan ve Teslim Töre gibi karargâh kuracakları yöre halkından bazı kimselerle, daha önceki eylemlerinden bazıları vesilesi ile tanışan Kadir Manga, Osman Arkış, Cengiz Baltacı gibi şahıslar bölgede yerleşmede güçlük çekmemişlerdir. Esasen Alpaslan Özdoğan, Mustafa Yalçıner, Hüseyin İnan ve Sinan Cemgil bölgeyi tanımışlar, Tuncer Sümer ve Atilla Keskin ismindeki şahıslar da Besni, Malatya, Elbistan civarında bulunmuşlardır. T. İş Bankası Emek Şubesi soygununda elde edilen paralardan bir kısmı, soyguncuların ihtiyaçlarına sarf edilmiş, mütebakisi ise, Mustafa Yalçıner, Alpaslan Özdoğan vasıtasıyla dağ karargâhına gönderilmiştir. Evvelce mevcut silahları, büyük tip ve çaptaki otomatik tabancalardan ibaret bulunan sanıklar burada piyade tüfekleri ile teçhiz olunmuşlardır. Bölgeye ilk gelenlerden Mustafa Yalçıner, Ahmet Erdoğan, Kadir Manga ve Atilla Keskin Akçadağ Bölüklü köyünden olan Mustafa Çubuk ve aynı yer halkından Teslim Töre’nin yardımlarıyla teçhizat ve silahlarını Ilıcak Tepe’deki mağaraya taşımışlardır. 1971 Ocak ayında başlayan yerleşme faaliyeti, 16.3.1971 tarihinden sonra daha hareketlenmiştir. Ocak ayında Tuncay Sümer’le Osman Arkış, Besni’de buluşarak dağ karargâhına intikal etmişler, Mehmet Asal, Fevzi Bal,Osman Bahadır, Metin Güngörmüş, Ankara’ya gelerek Mustafa Yalçmer’le birlikte 2 Nisan’da Ankara’dan ayrılmışlardır. Şehir soygunlarına fiilen katılan Sinan Cemgil 8 Mart’tan sonra aralarına katılmıştır. Metin Yıldırımtürk babasına ait piyade tüfeğini alarak Cengiz Baltacı’nın refakatinde 4 Nisan günü dağ karargâhına gelmiştir. Daha aralarında bulunan ve takip edilmekte olan şahıslar dahil kendi ifadelerine göre 22 kişilik bir topluluk meydana getirmişlerdir. Topluluğun lideri Sinan Cemgil’dir. Yiyeceklerini civar halktan temin etmektedirler. Halktan bazı kişiler sanıklara bilerek veya bilmeyerek yardımcı olmaktadırlar. Silah ve cephanelerini kaçakçılardan temin etmektedirler. Şehirlerle irtibatları devam etmekte ve şehirlerden bol para gelmektedir. Sanıklardan yakalananların üzerinde oldukça çok para bulunmuştur. Oysa hiçbir meşru gelirleri yoktur. T. İş Bankası Emek Şubesi soygunundan elde edilen 124 bin lira, yakalanma süresine kadar geçen devrede kalabalık bir grubun yiyecek, giyecek gibi ihtiyaç ve silah gibi çarpışma vasıtalarına yetecek miktarda değildir. Bu itibarla sanıkların başka kaynaklardan da beslendiği neticesine varmak mümkündür.

16 Mart 1971 tarihinde yeterli kadroyu kurduğuna kanaat getiren grup, dağda gerilla eğitimleri yapmaya başlamış, Mustafa Yalçıner tarafından judo talimlerine tabi tutulmuşlardır. Kendi aralarında örgütlenmişler, öncü, artçı ana kuvvet bölümlerine ayrılmışlardır. Her bölümün bir sorumlusu, bazılarının takma isimleri vardır. Taşımakta oldukları silahlar ve kişilerin görevleri rumuzlarla ifade edilmektedir. Mustafa Yalçıner gerilla ceridesi tutmaktadır. THKO’nun bu ilk örgütü artık eyleme geçmek zamanının geldiğine kanaat getirerek Karahan geçidi civarındaki Amerikan Radar Üssü’nü uçurmak üzere yola çıkmışlardır. Yola çıkanlar grubun tamamı olmamakla beraber kaç kişiden meydana geldiği de kesinlikle tespit edilememiştir. Diğerleri de gruplaşarak soygunlar yapmak maksadıyla ayrı yönlere yayılmışlardır. 31.5.1971 tarihinde, saat 05.30 raddelerinde İnekli köyü civarında, Radar Üssü’ne giden grup köylüler tarafından görülerek köy muhtar ve bekçisine haber verilmiştir. Bu zamana kadar dağlarda eşkıya bulunduğu halk arasında yayılmış olduğundan, yabancı şahıslara artık şüphe ile bakılmaktadır. Bekçi ve muhtar durumu jandarmaya bildirmiş, sanıklar istirahat halinde iken bastıran jandarmanın ihtar çağrı ve ateşine rağmen teslim olmamışlar, mukabil ateşe başlayarak jandarmanın teslim olmasını istemişlerdir. Karşılıklı ateş esnasında, sanıklardan Kadir Manga, Alpaslan Özdoğan ve Sinan Cemgil çeşitli yerlerinden yara alarak ölmüşler, Mustafa Yalçıner ağır yaralanmış, Hacı Tonak ise teslim olmuştur.

Çarpışma olayından sonra örgütün diğer mensupları yerlerinin keşfedilmesi nedeniyle silahlarını bulundukları yerde saklayarak dağılmaya, sükûnet avdet edinceye kadar gizlendikten sonra birleşmeye karar vererek birbirlerinden ayrılıp ikili veya üçlü gruplar teşkil etmişlerdir. Bunlardan Mustafa Çubuk ?? tarihinde ve Hüseyin Cemal Özdoğan 10.6.1971 tarihinde yakalanmışlardır. Mehmet Asal ve Metin Yıldırımtürk ?? tarihinde Kayseri’de bir kahvede, Ercan Öztürk, Semih Orcan ve Recep Sakın 4.6.1971 tarihinde Elbistan’da bir hızar atölyesinde, Metin Güngörmüş ve Ahmet Erdoğan 6.6.1971 tarihinde Küçükcerit köyünde, Osman Arkış 4.6.1971 tarihinde Elbistan’da Hüseyin Altın ismindeki terzinin evinde zabıta kuvvetleri tarafından yakalanmışlardır. Yakalanmalarında bilinçlendirmek, yani Marksist devrime hazırlamak İstedikleri halk zabıtaya yardımcı olmuştur. Yakalananlar, silahlarını sakladıkları yerleri göstermişler, silahlar ve mermilerle, diğer eşyaları zaptolunmuştur. İnekli köyü civarındaki müsademede 1961 modeli bir otomatik tüfek, Mısır yapısı bir sten makineli tabanca, iki 7,9 çaplı P. tüfeği, bir tomson makineli tabanca, iki sten şarjörü, on adet dinamit kapsülü, 11 adet el bombası pimi, 60 numaralı 163 adet mermi, 35 adet P. tüfeği mermisi, 524 adet sten mermisi ve bir dürbün ele geçirilmiştir. Listesi dosyada mevcut tamamı 47 kalemden ibaret bu silah, cephane ve eşyalar ölen sanıklara ve yaralı Mustafa Yalçıner’le yakalanan Hacı Tonak’a aittir. Hacı Tonak’m üzerinde ayrıca iki adet beş yüz liralık olmak üzere bin lira para bulunmuştur. Kayseri’de yakalananlardan Metin Yıldırımtürk’ün gösterdiği yerden çıkarılan silah, mermi ve eşyalar Osman Arkış, Ercan Öztürk, Semih Orcan, Recep Sakın, Mehmet Asal ve kendisine aittir. Bunlar arasında 6 adet P. tüfeği, 2 adet sten makineli tabanca, ı adet tomson tipi makineli tabanca, 1 adet taarruz el bombası, 15 adet patlamaya hazır dinamit, 841 adet sten mermisi, 257 adet P. tüfeği mermisi, 2 adet pusula ve adet Adıyaman paftası (1/20.000 ölçekli) bulunmaktadır. Ayrıca bu altı kişinin üzerinde toplam 4995 lira para çıkmıştır. Ahmet Erdoğan ve Metin Güngörmüş’ün eşyaları arasında, bir adet piyade tüfeği, bir adet tomson tipi makineli tabanca, bir adet berabellüm tabanca yedi adet mermisiyle beraber, yedi adet sten şarjörü, 224 adet sten mermisi, 64 adet P. tüfeği mermisi, 12 adet patlamaya hazır dinamit, 1 adet Saimbeyli paftası çıkmış, üzerlerinde 1260 lira para bulunmuştur. Ölen Kadir Manga’nın cebinde ise 1130 lira para olduğu anlaşılmıştır.

OLAYLARIN ELEŞTİRİSİ

27 Mayıs 1960 tarihini Türk tarihi önemli bir gün olarak yazacaktır. İstibdat idaresinden ayrılan Türk Milleti, özgürlüğüne adım adım ilerlerken yeniden ufuklar kararmaya başlamıştı ki, o ufkun aydınlanması o gün yeniden temin edildi. Ne var ki, yeni Anayasa’nın getirdiği devletin temel kuruluşlarıyla rejim temelinden sağlam kuruldu sanılırken bazı kıpırdanışlar başladı. Başlangıç kısmında tahlilini yaptığımız ve idealist gençliği yönsüzleştiren gayretler semeresini vermiş, üniversite ve yüksekokullarda, özgürlük havasından yararlanan aşırı uçlar köklenmeye başlamıştı. Bilhassa aşırı sol, Türk Yüksek Öğrenim Gençliğine hâkim olmuş, bu durum lise ve ortaokullara kadar götürülmüştü. İktidar edenlere karşı direniş gücü olarak gösterilen genç öğrenciler, artık direnişle de yetinmiyorlar, saldırıya geçiyorlardı. Önceleri hükümetlere karşı gösterilen bu güçler, artık hükümetlerle ilgilenmekten ziyade devlete yönelmişti. Çünkü yönleri öyle tayin edilmişti. Saf, temiz, samimi arzularla başlattıklarını zannettikleri ilk eylemlerin altında yatanlardan habersizdirler. Kendilerini mücadelenin her yönü için yetişmiş, bilinçlenmiş görüyorlardı.

Oysa gerçeklerin altında yatan ve sonraları kesinlikle ortaya çıkan saplandıkları yabancı ideolojiler, içinde bulundukları özgürlük havasını fırtınalaştırıp yok etmeye hazırlanıyordu. Anadolu fakir, Türk Milleti geri kalmış, bazı dış etkenler ve İkinci Dünya Savaşı’nın doğurduğu gerçekler nedeniyle bir kısım milletlerarası kayıtlara girmiş, toplum gelirinin dağılışında adaletsizlikler olmuş, istismarcılar ve kötü idareciler elinde umulan elde edilememişti. Ancak, noksanlarımızın giderilmesi, ilerleme kaydetmemiz, her bakımdan kudretli bir devlet haline gelmemiz, yeni bir rejim denemesine geçmemizi, enternasyonal hâkimiyet sağlamak için türlü yollar arayanların yönüne çevrilmemizi gerekli kılamaz. Müesseseler ve onun dayanağı Anayasa ayakta oldukça onda yapılması gereken değişiklikler yine Anayasa’nın ön gördüğü esaslara uyularak yapılabilir. Gayri kanuni gösterilerle, karışıklık çıkarmakla, silahla yapılmak istenilen zorlama yollu değişiklikleri, her devletin temel kanunlarından olduğu gibi Türk kanunları da yasaklamıştır.

Toplum düzenini çok eski çağlardan beri bir şef, bir şefle bir grup, ya da sadece toplumun temsilcileri sürdürmüşlerdi. Milletler belirmeden kavimler halindeki insan toplumları, ilkel şartlar altında, başkalarının haklarına tecavüz ederek varlıklarını koruyorlardı. O şartlar altında kişisel, bencil duygular toplum gidişine etkili oluyordu. Bu yüzden savaşlar çıkıyor, bu yüzden yığınlar katlediliyordu. Diri diri toprağa gömülen şehir ve köy sakinleri olduğunu tarihler yazar. İnsanlık duygusu ilerledikçe mal edinme gayretleri baş gösterdikçe, nüfus çoğalıp, hayat alanları değiştikçe toplum düzeninde de değişiklikler olmuş ve iyi görüldükçe kötüler atılmıştır. Ani gelen her değişiklik toplumca yadırganmış, iyiyse zamanla benimsenmiş, kötüyse en şedid baskılar altında dahi toplum gücüyle sökülüp atılmıştır.

Tarihin eski çağlardan beri ileri sürülen toplum düzen şekillerinden biri de komünizmdir. Eski Yunan’da, İran’da, Hıristiyan papazlarında ve hatta İslam şeyhlerinde bu tarzın esasları daima söz konusu olmuş, Fransız hümanistlerine gelinceye kadar daima tepki ile karşılanmış, alt ve üst tabaka tarafından reddedilmiştir. Kail Marx’ın öncülüğünü yaparak modernize ettiği materyalist görüşler, aslında yeni buluşlar olmaktan uzaktı. Frederic Engels, onun teorik prensiplerini pratikleştirmek için gayret sarf ederken Alman Milleti gayretinin sonunu boğuyordu. Fransa’da, İtalya’da, Polonya’da kovulan bu fikirler Çarlık Rusya’sında, G. Plekhanov, Gonçarov, Gorky, Troçky,Lenin, Martow, Stalin gibi kimselerin elinde hazır toprak bulunarak rahatça ekiliyor ve filizleniyordu.

İkinci Dünya Savaşı bazı devletlerin başına felaket yağmuru yağdırırken bazı devletlerin de muhteris arzularını dizginlenmez hale getiriyordu. Felaket, açlık, sefalet, ümit vadeden deccale zaman ve zemin olarak toplumları koşturuyordu. Yine dünyada karışıklıklar, milletler arası ajanlar vasıtası ile sürdürülüyordu. Sömürgeciliğin ve istilanın şekli değişmişti.

Bilhassa atomun parçalanması yollarının bulunması ve feza çağının başlaması sonucu dünya iki dev arasında oynanan bir top olmuştu.

Osmanlı İmparatorluğu’nun iktidarı sürdükçe etkin bir faaliyeti görülemeyen, ancak Simavnalı Şeyh Bedrettin’le biraz uğraşmayı gerektiren komünizm, Kurtuluş Savaşı Anadolu’sunda hissedilmiş ve fakat çabucak sindirilmiştir. Atatürk Türkiye’sinde sesini yükseltmek isteyen birkaç kişi de susmak zorunda kalmıştır. 1960’lara gelinceye kadar, hüviyetlerini göstermeyenler, ya da belirli olup da kışkırtmalarına müsamaha edilmeyenler, Anayasa’nın öngördüğü fikir özgürlüklerine sığınarak sosyal hakların hamisi ve sosyalist sıfatı ile tekrar su yüzüne çıkıyorlardı. Oysa toplum haklarının himayesi, kışkırtmalarla toplumu ayırıcı sınıflar sıralamakla, cilalı deyimlerle sağlanamazdı. Kademe kademe ilerlemeleri ürkeklik ve hoşgörürlükle karşılanmaya devam ediliyor ve böylece gizli ağlarını örüyorlardı. 12 Mart muhtırasını müteakip kurulan yeni hükümetin kesin vaatleri bu zümre üzerinde en hafifinden bir etki göstermemişti. Halklardan söz edilmeye devam ediliyor, mutlak surette Marksist-Leninist-Mao’cu bir rejim isteniyordu. Devlet kuruluşlarını ve Anayasa’yı kökünden ve zorla değiştirmeye kararlı idiler. Ne istiyordu Marx, neler diyordu Das Capital’de, bunların münakaşasını yapmayacağız. Hayatı boyunca 50’den fazla eser meydana getirip sırf ihtilal temaları işleyen Lenin’den de bahsetmeyeceğiz. Ancak, mülkiyeti, sınıf hâkimiyeti, aile yapıları ve diğer toplumsal yaşantı değişiklikleri, rejim değişikliği ile mümkündü. Yeni sınıf diktatoryası kurulacaktı ya, diktatör kim olacaktı? Yoksa, hak sahibi emekçiye ekmek verilmeyecek, bağımlı ve muhterisleri doyurmaya giden yeni bir rejim doğacaktı. Özgürlük uğruna özgürlük çiğnenecekti. İşte misalleri dünya yüzeyinde ve istenilen devrim, inkılap değil, ihtilaldi. Masum ve iyi niyetliler vaatlere aldanıyor, kuzu postuna sarılmış kurdu göremiyorlardı. Bu zümre liderlerinden bir kısmı, devletin de meşru adaletinden kaçarak köleleşiyorlar, Nâzım Hikmet’in dramından ders almıyorlardı. Yurt yüzeyine yayılan ve masumiyetlerinden faydalanılan gençler şehirlerde ve kırlarda silahla oynuyor, soygunlar, gasplar, adam kaldırmalar, bomba patlatmalar ve insan kurşunlamalarla meşgul oluyorlardı. Ne istiyordu bu gençler?

Sanıklardan Deniz Gezmiş ne diyor; “Biz, düzene karşı baş kaldırdık. Düşündüğümüz düzeni tahakkuk ettirmek için paraya ihtiyacımız var. Bunun için banka soymayı düşündük. Silahı gerektiğinde polise, halka ve orduya karşı kullanırız.” Diğer bir sanık Osman Arkış sloganlarını şöyle özetliyor: “Kahrolsun Amerikan Emperyalizmi, yaşasın tam bağımsız ve gerçekten demokratik Türkiye.” Bu sanığa göre işçi ve köylünün temsilcisi bulunmayan bugünkü TBM Meclisi gerçek demokrasiye uygun kurulmamıştır. Başka biri, Metin Güngörmüş; “Bizimle birlikte giden subaylar yurtsever, diğerleri Amerikan işbirlikçileridir” sözlerini açıklıkla sarf edebiliyor. Bütün sanıklar, devrimci olduklarını, devrim anlayışlarının tahakkuku için silahlanmak gerektiğini, bu sebeple silahlı mücadeleyi başlatmış olduklarını, bu mücadelenin ne zaman sonuçlanacağının kestirilemeyeceğini, artık mücadelenin kesilemeyeceğini açıklıyorlar. İşçi ve köylü arasına sızarak faaliyet sahalarını geliştirmek, genişletmek için yurdun çeşitli yerlerinde mitingler düzenleyip taraftar kazanmak istediklerini de gizlemiyorlar. Tütün, haşhaş, fındık mitinglerini tahrik, fabrika işçilerini kanun dışı eylemlere teşvik ettikleri de sabittir. Mensup oldukları Dev-Genç yöneticilerinin fikirlerini olduğu gibi benimsemişlerdir. O yöneticiler öğrenciler arasındaki kıpırdanışın hemen başına geçilmesini, akademik nedenlerle başlayan harekete her zaman politik bir nitelik kazandıracaklarını hesaba katmışlardır. Yozgat-Kayadibi, Kütahya-Değirmenözü köyleri ile daha birçok köylerin içine girdiklerini, fabrikadan fabrikaya koştuklarını yine bu örgütün idarecilerinden işitebiliyoruz. “Atatürk gençliği bir çığ gibi,” diyen akıl hocalarından birinin gençlik hakkındaki bu deyimini beğenmiyor, aslında bu gençliğin “Proleter devrimcilerinin öncülüğünde, proleter devrimci veya proletaryanın ideolojisine sempati duyan gençlikti” ahkâmını çıkarıyorlar. Atatürk’ü beğenmemekte, ona burjuva demektedirler. Esasen Atatürk adı sözlüklerinde hemen hemen hiç geçmez. O Mustafa Kemal’dir. Mustafa Kemal iken padişaha baş kaldırması ve teşkilat kurması önemlidir. Hele Kurtuluş Savaşı’ndan sonra değersizdir. “Kemalizmle sosyalizm arasında aşılmaz duvarlar yoktur” diyenler bile bunlara göre birer revizyonist haindirler. Milli duygulardan, milli sanayiden, milli kuruluşlardan bahsederken “Türk halkları” deyimini kullanmak ve halkların varlığını ispatlamak gayreti içindedirler. Onlara göre Türkiye’de, Laz, Çerkeş, Kürt, Süryani, Arap v.s. halkları vardır. Gençlik olayları sonsuzdur, ancak bu halkların sömürüden kurtulmasıyla bitebilir. 1970’lerde artık bu mücadelenin öncülüğünü bilinçli olarak yapabileceğine Dev-Genç yöneticileri kanidirler. Üyeler de artık bilinçli olarak örgüt içinde görevlerini yapabileceklerine inanmışlardır.

Sanıklar Dev-Genç’ten bir gruptur. Örgütten kopmadan başka bir örgüt peşindedirler. Artık bu örgüt “Ordu” adıyla anılmaktadır: Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu. Artık mücadele ileri safhalara intikal etmiş, yersel ve bölgesel eylemler başlamış, cephe faaliyetleri için çalışmalar yapılmaktadır. Devleti idare edenlere karşı olanların tamamını devlet temelini yıkmaya matuf hareketlere taraftar ve kendilerini destekleyici sanmışlardır. Oysa Atatürk ilkelerine sadakati asıl gaye bilen Türk toplumu, ferdi ve toplumsal huzurunu Anayasa’nın teminatına bağlamışken bu huzuru bozmuşlardır. Kişi güvenliği, mülkiyet hakkı, egemenlik ilkeleri, milli bütünlük gibi Anayasa’mızda açıkça yer alan hak ve ilkeleri yok etmek için cebri teşebbüse geçmişlerdir. Gaye silah zoru ile Marksist-Leninist bir rejim getirmektir. Bunun için de müesses nizamların yıkılması gerekir. Anayasa bunlar içerisindedir. Anayasa, yine Anayasa’nın öngördüğü esaslara sadık kalınarak her zaman değiştirilebilir. Tamamen ortadan kaldırılmaya veya ana ilkelerinin değiştirilmesi için zor kullanılmaya teşebbüs suç niteliğinde görülerek bu kabil fiilleri icra edenler için TCK’mn 146. maddesi arz edilmiştir. “Olaylar” bölümünde sıralanan eylemlerden her biri esasında tek suç niteliğinde gibi görülmekte ise de, müsaade edilmemiş bir örgütün mensuplarının münferit eylemlerinin gayeleriyle değerlendirilmeleri gerekir.

Kast, ne banka soymak, ne araba çalmak ne de adam kaçırmaktır. Polise vurmak, sabotaj yapmak, jandarmayla çarpışmak da gaye değildir. Bu fiiller gerilla hareketinin birer eylemi, işlenmek istenen suçun icrai faaliyetleridir.

KİŞİSEL SORUMLULUKLAR

1.Mustafa YALÇINER: Şehir gerillası faaliyetlerine eylemci olarak katıldığını ispatlayıcı nitelikte bir delil bulunmamaktadır. THKO Örgütü’ne mensuptur. Örgütün faaliyetleri bir bütündür. Üyeler aynı gayeye hizmet etmekte, aynı yöne gitmektedirler. Asıl faaliyeti kır gerillacılığına intikalde görülmüştür. Elbistan-Akçadağ arasındaki karargâhın kurucularındandır. Jandarma ile müsademede yaralanmıştır. Dağ karargâhına gelen örgüt üyelerine kılavuzluk yapmış, çeşitli şehirlerden toplanmalarına yardımcı olmuştur. Gerilla hareketlerini Ceride halinde not etmiştir. Profesyonel devrimcidir. Marksist-Leninist devrim taraftarıdır.

2.Recep SAKIN: Öğrenci hareketlerinden birçoklarına katılmış, Fen Fakültesi önünde tabanca ile vurularak yaralanmış, Amerikan Çavuşu Finley’in kaçırılması eylemine, bilahare dağdaki arkadaşlarına katılmıştır. THKO mensubudur ve silahlı mücadeleye karar vermiştir. Marksist-Leninisttir.

3.Yusuf ASLAN: Kavaklıdere’deki polis kulübesinin kurşunlanması, T. İş Bankası Emek Şubesi’nin soyulması, ODTÜ Atölyeler Müdürü’nün bağlanıp arabasının zorla alınması, Amerikan Çavuşu Finley ve diğer dört Amerikan Çavuşunun kaçırılması, Sevim Onursal’ın evinde resmî görevlilerin bağlanması ve polisin yaralanması, tabancasının alınması olaylarına katılmış, bu olaylarda kullanılan arabaları çalmıştır. THKO mensubudur. Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, Sinan Cemgil’le birlikte bu örgüt adına bildiri yayınlamışlardır. Kır gerillası teşkilatına katılmak üzere Deniz Gezmiş’le birlikte Ankara’dan ayrılmışlar ve giderken Şarkışla’da yakalanmıştır. Profesyonel devrimci, Marksist- Leninisttir.

4.Deniz GEZMİŞ: Kavaklıdere’deki polis kulübesini kurşunlayan ve toplum polislerini vuranlardandır. T. İş Bankası Emek Şubesi soygunu, Amerikan Çavuşu Finley ve diğer dört Amerikan Çavuşunun kaçırılması, ODTÜ Atölyeler Müdürü’nün bağlanıp arabasının zorla alınması, Sevim Onursal’ın evinde görevli icra memuru, polis ve daha dört kişinin bağlanması, polisin yaralanıp tabancasının alınması olaylarına katılmıştır. Yusuf Aslan, Hüseyin İnan ve Sinan Cemgil’le birlikte yola çıkmışken Şarkışla’da kendilerine mani olmak isteyen zabıta kuvvetleri ile müsademeye girişmiş. Astsubay İbrahim Fırıncı’nın eşini yaralamış, arabası ile birlikte kendisini kaçırmış, Gemerek’e kadar götürmüş, orada ve yollarda zabıta kuvvetleri ile silahlı çatışmaya girişmiştir.

5.Hüseyin İNAN: Deniz Gezmiş ve Yusuf Aslan’ın bütün fiillerine katılmıştır. 25.1.1971 tarihinde Siyasal Bilgiler Fakültesi öğrenci yurtlarındaki polis-öğrenci silahlı çatışmasında yurt binalarında bulunmaktadır. Mehmet Nakipoğlu ile birlikte kır gerillası örgütüne katılmak üzere Ankara’dan ayrılmışlar ve Pınarbaşı’nda yakalanmışlardır.

6.Mehmet NAKİPOĞLU: Ankara’da herhangi bir eyleme katıldığı tespit edilememiştir. Ancak silahlanmış ve kır gerillası örgütüne katılmak üzere yola çıktığında yakalanmıştır. Gerilla örgütünün faaliyet sahaları civarı yerlilerindendir. Ekim 1970’te birkaç arkadaşı ile Kars’a giderek THKO’nun örgütlendiğini Metin Yıldırımtürk’e söylemiştir.

7.Metin YILDIRIMTÜRK: Kars halkından olan bu sanık Dev-Genç üyesidir ve diğer Dev-Genç üyeleri ile temas halindedir. Nurhak dağlarında faaliyete geçen örgüte silahlı olarak katılmıştır.

8.Atilla KESKİN: Filistin’de El Fetih gerilla örgütüne katılmış ve dönüşünde yakalanarak Diyarbakır Cezaevi’nde sekiz aycivarında tutuklu kalmış, aynı yer ağır ceza mahkemesinde hakkında dava açılmıştır. Tahliyesini müteakip Ankara’ya gelmiş, birkaç ay sonra da, Mustafa Yalçıner, Kadir Manga, Ahmet Erdoğan gibi kimselerle Akçadağ’daki kır gerilla teşkilatını şekillendirmişlerdir. ODTÜ öğrencisidir. THKO mensubudur. Dağ karargâhında üç aydan fazla eğitim görmüştür. Cihan Alptekin ismindeki arkadaşını teşkilatlarına katmak düşüncesi ile İstanbul’a gitmiş, Haziran ayı ortasında, garsonluk yaparak gizlendiği bir kahvede yakalanmıştır. Marksist-Leninisttir. Silahlı kır eylemlerine başlamıştır.

9.Ahmet ERDOĞAN: Öğrenci hareketlerinin başından itibaren aktif rol oynamıştır. Nurhak dağlarındaki karargâhın kurucularındandır. Silahlı eyleme geçmiştir.

10.Ercan ÖZTÜRK: Milletlerarası muhaberelerle fikri yönden, örgütlenmeye katkısı olmuştur. Kır gerillası harekâtına katılarak silahlı mücadeleye karar vermiştir.

11.Osman ARKIŞ: Ankara ve diğer şehirlerdeki eylemlerle ilgisi tespit edilememiştir. THKO adına Akçadağ yörelerinde örgütlenen Dev-Genç üyeleri arasına katılmış, silahlı faaliyete geçmiştir.

12.Metin GÜNGÖRMÜŞ: Elazığ’dan birkaç arkadaşı ile birlikte dağdaki karargâha katılmış, silahlanarak faaliyete geçmiştir.

13.Semih ORCAN: Şehir eylemlerine katıldığı tespit edilememiştir. Ancak dağdaki karargâha katılarak silahlı kır gerillası faaliyetine başlamıştır.

14.Mehmet ASAL: Ankara’dan Mustafa Yalçmer’in kılavuzluğunda dağ karargâhına hareket etmiştir. Bütün dünya devletlerinde olduğu gibi devrimin ancak silahla başarılabileceği inancı içerisinde, silahlı faaliyete geçmiştir.

15.Mustafa ÇUBUK: Sanıklardan bazıları ile öteden beri tanışmaktadır. Mustafa Yalçıner, Ahmet Erdoğan, Kadir Manga ve Atilla Keskin’i misafir etmiş, o sırada seyahatte bulunan babası eve dönüp bu dört yabancıyı görünce kovmuştur. Onlarla birlikte evi terk eden sanık bölgeyi iyi tanıdığından, yabancıların dağdaki mağaralara yerleşmelerine yardımcı olmuş, kendisi de aralarına katılarak silahlı faaliyete geçmiştir.

16.Hacı TONAK: Mahalli halktan olup sanıkların arasına katılmıştır. Gerillacılardan birisinin saklandığı ve çobanlar tarafından bulunarak radyoling bekçisine teslim edilen P. tüfeği ve mermiyi bir ay sonra bekçilerden silah zoru ile geriye alanlardandır. Silahlı harekâta başlamıştır.

17.Hüseyin Cemal ÖZDOĞAN: Mahalli halktan olup köylerine dört saat mesafedeki mağaraya giderek örgüte katılmıştır. Ancak her ne sebeptense bilahare kaçarak aralarından ayrılmıştır.

18.İrfan UÇAR: ODTÜ öğrencisidir. T. İş Bankası Emek Şubesi soygunu, Sevim Onursal’ın evinde yetkili memur ve arkadaşlarını bağlama olaylarına adı karışmış, kendisini yakalayan jandarma’nın elinden kaçmış, Hülagü Can ismindeki şahsın Amaç Apt.daki dairesini kiralayarak şebeke karargâhı olarak kullanılmasını sağlamıştır. Marksist-Leninisttir. Eylemlerini, Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı’nı başlatmasına benzetmekte, kendi saflarında olmayanları vatan hıyanetiyle itham etmektedir. Mustafa Kemal’in düşüncelerini aşmayan Mustafa Kemal’ci olamaz diyerek Mustafa Kemal’i en iyi savunanların Marksist-Leninistler olduğu sonucuna varmaktadır. İstanbul’da, İlyas Aydın isminde birisinin evinde yakalanmıştır.

19.Mete ERTEKİN: Dört Amerikan Çavuşunun kaçırılması olayına katılmış ve aynı gün polisçe takip olunarak silahı ile birlikte yakalanmıştır.

20.Kor KOÇALAK: Sinan Cemgil’in arkadaşıdır. T. İş Bankası Emek Şubesi soygununu müteakip soyguncuların saklanması için Sevim Onursal’ın evini temin etmiş, söz konusu evde bulundukları sırada icra memuru ve yanındakiler eve gelmişler, polis memurunun telefonla yardımcı istemek niyetini belirtmesi üzerine zor kullanarak ve darpta bulunarak tabancasını almışlar, altı kişiyi silah tehdidi ile bağlayarak evi terk etmişlerdir. Kor Koçalak silahlıdır ve uzun süre diğer arkadaşları ile aynı yerlerde gizlendikten sonra teslim olmuştur.

21.Sevim ONURSAL: Kor Koçalak’ın arkadaşıdır. Soyguncuların, evinde barınmalarına rıza göstermiş, onların fikirlerine katılmış ve icra memuru ile diğer şahıslar evde bağlanmakta iken soyguncularla birlikte evi terk etmiş, onlarla birlikte gizlenmiş, daha sonra ayrılmıştır, gizlenmek istediği bazı dostlarının tavsiye ve telkinleri ile teslim olmuştur.

22.İbrahim SEVEN: Banka soygunu ve Sevim Onursal’ın evindeki olay sebebiyle sanık olarak arandığını öğrenince teslim olmuştur. El Fetih gerillacılarına katılan ve Sosyalist gazetesinin Ankara Bürosu’nda çalışan sanık, şahit ve mağdurlar tarafından teşhis edilmiştir. Banka soygunu olayı ile ilgisi olmadığı anlaşılmakta ise de; Sevim Onursal’ın evindeki şahıslar arasında bulunduğu söylenmiştir.

23.Necmettin BACA: Sevim Onursal’ın evinde bulunup icra memuru ve diğer beş kişiyi bağlamaktan sanıktır. Bu olayın cereyan ettiği sıralarda bulunduğu yeri göstermekte ve şahit ikame etmekte ise de, birkaç kişi tarafından kendilerini bağlayanlardan birisine benzetilmektedir.

24.Mehmet ÖZDEMİR: Önceleri Mehmet Ali Özdemir ismindeki bir öğrenci ile isim benzerliğinden karıştırılan ve bilahare bulunabilen bu sanığın T. İş Bankası Emek Şubesi soygununda içeriye girenlerden birine benzetildiği anlaşılmıştır. Halbuki bütün şahitlerin ifadelerinde içeriye giren eli silahlı üç kişidir. Bunların Sinan Cemgil, Hüseyin İnan ve Deniz Gezmiş olduğu açığa çıkmıştır. Şu hale nazaran Mehmet Özdemir’in sanıkların fiilleri ile ilgisi görülmemiştir. Bu itibarla hakkında 353 sayılı kanunun 105. maddesi gereğince kamu davası açılmasını haklı göstermeye yeter sebep bulunamadığından, kovuşturmaya yer olmadığına karar verildi.

Sanıklarda, THKO Örgütü ve Dev-Genç üyeliği müşterek vasıftır. Bir kısmı Filistin’e giderek Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi’ne katılmış ve El Fetih gerilla örgütünde eğitim görmüşlerdir. Yine müşterek vasıflan, profesyonel devrimcilik, Marksizm-Leninizmdir. Devrimcilik anlayışları F. Castro ve Che Guevera usulüdür, silahlanmaktadırlar. Küçük çaplı silah kullanmamaktadırlar. Silahları otomatiktir ve son safhada P. tüfeği’ne dönüşmektedir. Patlayıcı maddeler de kullanmaktadırlar. Bir kısmının Fakülte ve okulları ve hatta aileleri ile ilgileri kesilmiş, hiçbir haklan olmadığı halde SBF ve ODTÜ yurtlarında barınmaktadırlar. Bilhassa ODTÜ 2. yurt binasındaki 201 ve 202 numaralı odaları hareket üssü haline getirmişlerdir. Geçim kaynakları karanlıktır. Kıra intikal ettikten sonra idare, kırdan şehre doğrudur. Sanıklardan Sinan Cemgil, Kadir Manga ve Alpaslan Özdoğan, 31.5.1971 tarihinde İnekli köyü civarında, jandarma’nın teslim olmaları ihtarlarına uymayarak, silahlı çatışmaya girmişler ve vurularak öldürülmüşlerdir. Haklarında soruşturma açılmadığından bir karar iddihazına lüzum görülmemiştir. Olaylara ismi karışanlardan Sibel Ay ve Şadi Samer haklarında Ankara C. Savcılığı’nca dava açılmış, Olca Altınay hakkındaki soruşturma dosyası tefrik edilmiştir.

DELİLLER

Şahit ifadeleri
Suç delilleri
Yüzleştirme zabıtları
Yer gösterme zabıtları
Maddi vakıalar
Vak’a raporları
Tabip raporları

SONUÇ VE TALEP

1. Ayrıntılarıyla izah olunduğu veçhile, sanıklardan Mustafa Yalçıner, Recep Sakın, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan, Mehmet Nakipoğlu, Metin Yıldırımtürk, Atilla Keskin, Ahmet Erdoğan, Ercan Öztürk, Osman Arkış, Metin Güngörmüş, Semih Orcan, Mehmet Asal, Mustafa Çubuk, Hüseyin Cemal Özdoğan, Hacı Tonak, İrfan Uçar, Kor Koçalak ve Sevim Onursal ve Mete Ertekin’in Anayasa’nın tamamını tağyir, tebdil veya ilgaya ve bu kanun ile müesses TBMM’yi ıskata ve vazifesini yapmaktan cebren men’e teşebbüs fiiline aslî fail sıfatıyla katıldıkları delillerle sübuta erdiğinden TCK’nın 146/1. maddesi gereğince cezalandırılmaları.

2. Sanık İbrahim Seven ve Necmettin Baca haklarındaki deliller suçluluklarını şüpheli gösterir durumda ise de, takdir mahkemeye ait olmak üzere, müsnet suçun sübutu halinde TCK’nm 146/3. 31, 33, 173/3 üncü maddelerinin uygulanmasıyla cezalandırılmaları.

3. Suçta kullanılan ve kullanılmak üzere bulundurulan ve esasında kullanılması yasak olan silah, mermi, el bombası, dinamitlerle zaptolunan sair eşyanın TCK’nın 36. maddesi uyarınca müsadere edilmesi,

Sanıkların duruşmalarının Ankara Sıkıyönetim (1) numaralı Askeri Mahkemesi’nde, tutuklu olarak icrası iddia ve talep olunur.

Keramettin ÇELEBİ
Hak. Kd. Bnb.
Sıkıyönetim Yrd. As. Savcısı

 

 

 

 

 

Bu Hafta İlgi Görenler

22.7.1971 Tarihli, 1.Sıkıyönetim Askeri Mahkemesinde Başlayan 1. THKO Davası 4. Duruşma (1 ve 2 Nolu Oturum) Zaptı

1. SIKIYÖNETİM ASKERÎ MAHKEMESİ 971/96-13 Duruşma: 4. 22.7.971 Duruşmanın tehir edildiği belli gün...

Usuli Kazanılmış Hak ve İstisnaları – Maddi Hata Kavramı

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununda  usulî kazanılmış hakka ilişkin...

1. THKO Davasında Avukatların Ankara 1 Nolu Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi’ne Sundukları Soruşturmanın Genişletilmesi Talebi

ANKARA SIKIYÖNETİM KOMUTANLIĞI 1 NO.LU ASKERİ MAHKEMESİ BAŞKANLIĞI’NA Dosya No. 971/13 Özeti:...

17.7.1971 Tarihli, 1.Sıkıyönetim Askeri Mahkemesinde Başlayan 1. THKO Davası 2. Duruşma Zaptı

1. SIKIYÖNETİM ASKERÎ MAHKEMESİ 971/96-13 Duruşma: II. 17.7.971 ve Hak. Yzb. Baki TUĞ...

22.7.1971 Tarihli, 1.Sıkıyönetim Askeri Mahkemesinde Başlayan 1....

1. SIKIYÖNETİM ASKERÎ MAHKEMESİ 971/96-13 Duruşma: 4. 22.7.971 Duruşmanın tehir edildiği belli gün...

20.7.1971 Tarihli, 1.Sıkıyönetim Askeri Mahkemesinde Başlayan 1....

1. SIKIYÖNETİM ASKERÎ MAHKEMESİ 971/96-13 Duruşma: III. 20.7.971 Duruşmanın tehir edildiği belli gün...

17.7.1971 Tarihli, 1.Sıkıyönetim Askeri Mahkemesinde Başlayan 1....

1. SIKIYÖNETİM ASKERÎ MAHKEMESİ 971/96-13 Duruşma: II. 17.7.971 ve Hak. Yzb. Baki TUĞ...

16.7.1971 Tarihli, 1.Sıkıyönetim Askeri Mahkemesinde Başlayan 1....

1. SIKIYÖNETİM ASKERÎ MAHKEMESİ 971/96-13 Duruşma: I. 16.7.971 ve Hak. Yzb. Baki TUĞ...

1. THKO Davasında Avukatların Ankara 1 Nolu...

ANKARA SIKIYÖNETİM KOMUTANLIĞI 1 NO.LU ASKERİ MAHKEMESİ BAŞKANLIĞI’NA Dosya No. 971/13 Özeti:...

İrfan Uçar Hakkında Avukatları Halit Çelenk Ve...

Ankara: 2.9.1971 1 NUMARALI SIKIYÖNETİM MAHKEMESİ BAŞKANLIĞINA ANKARA Dosya No. 971/96 evr. 971/13...

Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan Ve Sinan Cemgil...

Deniz Gezmiş, Sinan Cemgil ve Yusuf Aslan tarafından kaçırılan...

İzmir Sıkıyönetim Komutanlığı’nın 26 Numaralı Bildirisi

Bu dava mahkemede devam ederken, savunmalar yapılırken henüz mahkemece...