Site icon Ankahukuk Sitesi

2016-2021 Arası Cumhuriyet Davası: İddianame, Yargılamalar, Savunmalar, Kararlar

Cumhuriyet davası, 2016 yılında Cumhuriyet gazetesinin yazar, çizer, muhabir ve yöneticilerine yöneltilen çeşitli suçlamalarla başlayan, çok sayıda gazetecinin tutuklanmasına ve yargılanmasına yol açan cezai süreçtir.

İçerik Başlıkları

📄 İddianamenin TAM METNİ

🏛️ İddianamenin Hazırlanışı ve Temel Suçlamalar

Cumhuriyet Gazetesi’ne yönelik soruşturma süreci, Türkiye’de basın özgürlüğü ve yargı bağımsızlığı tartışmalarının en çetin yaşandığı 2016 yılının sonlarına doğru başladı. Özellikle 15 Temmuz 2016’daki darbe girişimi sonrası ilan edilen olağanüstü hal (OHAL) döneminde birçok medya kuruluşu kapatılırken, Cumhuriyet Gazetesi de soruşturma kapsamına alındı.

🔍 Soruşturmanın Başlangıcı

Cumhuriyet Vakfı yönetimi ve gazetenin yayın politikası, özellikle 2015 sonrası dönemde hedef alınmaya başlanmıştı. Soruşturmayı İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı yürüttü. 31 Ekim 2016 tarihinde Cumhuriyet yöneticilerine ve yazarlarına yönelik operasyon başlatıldı. Aynı gün yapılan ev baskınları ve gözaltılar ile kamuoyunda geniş yankı uyandıran bir süreç başladı.

Soruşturmanın savcısı, daha önce başka “terör” davalarında görev alan ve hükümete yakınlığıyla bilinen İstanbul Cumhuriyet Savcısı Murat İnam idi. Ancak, bu savcının da aynı dönemde “FETÖ üyeliği” suçlamasıyla yargılandığı ortaya çıkınca ciddi bir meşruiyet tartışması başladı.


📂 İddianamenin Hazırlanması

Cumhuriyet Gazetesi’ne yönelik iddianame, 4 ay süren gözaltı ve tutukluluk sürecinin ardından 4 Nisan 2017 tarihinde tamamlandı. 27 sanığın yer aldığı 156 sayfalık iddianame, İstanbul Cumhuriyet Savcılığı tarafından hazırlandı ve İstanbul 27. Ağır Ceza Mahkemesi’nce kabul edildi.

İddianamede sanıklar hakkında “PKK/KCK, FETÖ/PDY ve DHKP-C silahlı terör örgütlerine yardım etmek”, “örgüt propagandası yapmak”, “görevi kötüye kullanmak” ve “zimmet” gibi farklı suçlamalar yöneltildi.


⚠️ Temel Suçlama: “Üç Terör Örgütüne Birden Yardım”

İddianamenin en dikkat çeken ve tartışmalı yönü, Cumhuriyet gazetecilerinin üç farklı ideolojik çizgideki terör örgütüyle (FETÖ, PKK/KCK ve DHKP-C) aynı anda “amaç birliği” içinde olduğu iddiasıydı. Bu iddia hukukçular tarafından “makul şüphe sınırlarını zorlayan” bir yaklaşım olarak değerlendirildi.

Savcılığa göre gazete, “FETÖ’nün darbe sürecine giden zemini oluşturmasına katkı sağlayacak şekilde yayın yaparak örgüte yardım etmişti.”

Örneğin:

Benzer şekilde PKK ile ilgili haberlerde, hendek operasyonlarının eleştirilmesi, bölgedeki hak ihlallerinin haber yapılması, “terör örgütünü meşrulaştırma çabası” olarak yorumlandı. DHKP-C ile ilgili iddialar ise daha soyut düzeyde, örgüt üyelerine dair haberlerin varlığıyla temellendirildi.


📄 Delil Olarak Sunulan Yayınlar ve Eleştiriler

İddianamede yer alan en çarpıcı unsurlardan biri, gazetede yayımlanan köşe yazılarının, haberlerin ve sosyal medya paylaşımlarının “örgüt bağlantısı” için doğrudan delil olarak sunulmasıydı.

Örneğin:

İddianameye göre bu eylemler “örgütlerin hedefleriyle örtüşüyordu” ve bu nedenle “örgüte bilerek yardım” kapsamında cezalandırılmalıydılar.


⚖️ Hukuki ve Siyasi Tepkiler

İddianamenin yayımlanmasının ardından hem Türkiye’de hem yurt dışında çok sayıda baro, gazetecilik örgütü ve insan hakları kuruluşu iddianameyi hukuki olmaktan çok siyasi bir belge olarak nitelendirdi.

Özellikle:

Uluslararası Af Örgütü, Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF), Avrupa Gazeteciler Federasyonu (EFJ) ve İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW), iddianamenin derhal geri çekilmesi ve sanıkların serbest bırakılması çağrısında bulundu.


📌 Özetle:

Cumhuriyet Davası’nın iddianamesi, gazetecilik faaliyetlerini “örgüte yardım” şeklinde değerlendiren yaklaşımıyla Türk hukuk tarihinde emsal teşkil eden bir belge hâline geldi. Basın özgürlüğü ile terörle mücadele arasındaki çizginin nerede başlayıp nerede bittiği sorusu, bu dava özelinde dramatik bir biçimde gündeme taşındı.


👮‍♂️ İlk Gözaltılar ve Tutuklamalar: Silivri’ye Giden Yol

Cumhuriyet Gazetesi’ne yönelik operasyon, 31 Ekim 2016 tarihinde sabah saatlerinde eş zamanlı olarak başlatıldı. İstanbul merkezli bu operasyon, hem Türkiye’de hem de uluslararası kamuoyunda büyük yankı uyandırdı. Gözaltına alınan gazeteciler arasında gazetenin yönetici kadrosu ve köşe yazarları da vardı. Bu süreç, basın özgürlüğü açısından Türkiye’nin yakın tarihinde en tartışmalı gözaltı dalgalarından biri olarak kayıtlara geçti.


🗓️ 31 Ekim 2016 Operasyonu: Kimler Gözaltına Alındı?

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın talimatıyla yapılan operasyon sonucunda gözaltına alınan isimler şunlardı:

Toplamda 18 kişi hakkında yakalama, gözaltı veya tutuklama işlemi gerçekleştirildi. Gazeteciler, “terör örgütlerine üye olmamakla birlikte yardım etmek” suçlamasıyla karşı karşıya kaldı.


✈️ Akın Atalay’ın Dönüşü ve Tutuklanması

Gazetenin İcra Kurulu Başkanı olan Akın Atalay, operasyon sırasında yurtdışındaydı. Hakkında çıkarılan yakalama kararının ardından, 11 Kasım 2016 tarihinde Almanya’dan Türkiye’ye döndü. Atalay, döner dönmez Atatürk Havalimanı’nda gözaltına alındı ve aynı gün çıkarıldığı mahkemece tutuklanarak Silivri Cezaevi’ne gönderildi.

Bu hareketi, dava boyunca kamuoyunda ve meslektaşları arasında “gönüllü teslimiyet” ve “hukuki mücadele kararlılığı” olarak sembolleştirildi.


🔒 Tutuklamalar ve Gerekçeleri

Gözaltı süresinin ardından 5 Kasım 2016 tarihinde birçok isim tutuklandı. Mahkeme, “kuvvetli suç şüphesi”, “delillerin henüz toplanmamış olması” ve “kaçma şüphesi” gibi gerekçelerle tutuklama kararı verdi.

Tutuklanan bazı isimler şunlardı:

Bu isimler İstanbul Silivri Cezaevi’ne gönderildi. Dava süresince çoğu, bir yıldan fazla tutuklu kaldı.


💬 Savunmalar, Tepkiler ve Dayanışma

Tutuklamaların hemen ardından Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC), DİSK Basın-İş, Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF), Avrupa Parlamentosu üyeleri ve birçok uluslararası örgüt tarafından kınama mesajları yayımlandı.

Kadri Gürsel, 1 Kasım 2016 tarihli bir tweet’inde şöyle diyordu:

“İleri demokrasi günlerinde bir sabah: Gözaltındayım. Terörle mücadele ekiplerince evim basıldı. Cumhuriyet Gazetesi yazarıyım. Suç bu.”

Murat Sabuncu’nun ve Akın Atalay’ın cezaevinden kaleme aldıkları mektuplar da büyük ilgi gördü. Gazeteciler, hukuksuzluğu ve suçsuzluklarını her platformda vurguladı. Cumhuriyet Gazetesi ise operasyona rağmen yayımlanmaya devam etti. 1 Kasım 2016 tarihli manşet şuydu:

“Teslim Olmayacağız!”


📌 Bu Sürecin Özeti:

Cumhuriyet davasındaki gözaltı ve tutuklama süreci, gazeteciliğin cezalandırıldığı, soruşturmanın ise somut eylemler değil, fikirler üzerinden yürütüldüğü eleştirilerine neden oldu. Tutuklamaların kapsamı ve gerekçeleri, Türkiye’deki basın özgürlüğü iklimine dair endişeleri derinleştirdi.


⚖️ Duruşma Süreci ve Mahkeme Aşamaları

Cumhuriyet Gazetesi yazar ve yöneticilerinin yargılandığı dava, sadece bir ceza davası değil; aynı zamanda Türkiye’de ifade özgürlüğü, gazetecilik etiği ve yargı bağımsızlığı gibi temel demokratik ilkelerin sınandığı bir “tarihsel kırılma noktası” oldu.

Duruşmalar, İstanbul 27. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından Silivri Cezaevi yerleşkesinde başlatıldı. Süreç boyunca Türkiye’nin dört bir yanından hukukçular, gazeteciler, diplomatlar ve insan hakları örgütleri davayı yerinde takip etti.


🗓️ İlk Duruşma: 24 Temmuz 2017 – “Basın Özgürlüğü Günü”

Davanın ilk duruşması, sembolik anlamı güçlü bir tarihte başladı: 24 Temmuz Basın Özgürlüğü Günü.

Duruşma Silivri Cezaevi kampüsündeki büyük duruşma salonunda yapıldı ve mahkemede 17 sanık ilk kez hâkim karşısına çıktı.

Sanıkların büyük çoğunluğu yaklaşık 9 ayı aşkın süredir tutukluydu. Duruşma öncesi ve sonrası Silivri önünde çok sayıda gazeteci, hukukçu ve siyasetçi dayanışma gösterisi düzenledi. Yurt dışından çok sayıda gözlemci (Avrupa Gazeteciler Federasyonu, RSF, IFJ, PEN vb.) duruşmaya katıldı.


🗣️ Savunmalar: “Yargılanan Biz Değil, Gazeteciliktir”

İlk duruşmada sanıklar iddianamedeki suçlamaların tamamını reddetti.

Öne çıkan savunmalardan bazıları:


🔍 Mahkeme Süreci: Gerginlikler, Temyiz İtirazları ve Hukuki Eleştiriler

Duruşmalar boyunca savunmaların yanında, mahkeme heyetinin sık sık savunma sürelerini kısıtlaması, tanık dinleme taleplerinin çoğunlukla reddedilmesi ve delillerin değerlendirilme biçimi sıkça eleştirildi.

Mahkemeye sunulan “delillerin” büyük bölümü şu temellere dayanıyordu:

Ancak tüm bu içerikler doğrudan bir “örgüt irtibatı” kurabilecek nitelikte somut delil olarak değerlendirilmedi. Savunma avukatları, bu nedenle “fikir beyanının cezalandırılmak istendiğini” savundu.


🔐 Tutukluluğun Devamı ve Tahliyeler

İlk celselerden itibaren kamuoyunda tahliye beklentisi oluşsa da mahkeme, “kaçma şüphesi”, “delil karartma riski” gibi gerekçelerle tutukluluğun devamına karar verdi.

Ancak süreç içinde bazı sanıklar kademeli olarak tahliye edilmeye başlandı:


🧑‍⚖️ Mahkeme Kararı: 25 Nisan 2018

Yaklaşık 1,5 yıl süren yargılama sürecinin ardından mahkeme, 25 Nisan 2018 tarihinde kararını açıkladı.

🔹 Mahkûmiyetler:

🔹 Beraat Edenler:

🔹 Tutuksuz yargılanmak üzere bırakılanlar:

Mahkeme, karar sonrası sanıkları tahliye etti. Ancak cezalarda istinaf ve temyiz süreci başlatıldı.


📌 Bu Sürecin Özeti:

Cumhuriyet davasının duruşma aşaması, sadece sanıkları değil, Türkiye’de basının kamusal işlevini ve hukuk sisteminin bağımsızlığını sorgulatır hale geldi. Mahkemede cezaya gerekçe gösterilen delillerin niteliği, kararın siyasi etkilerle şekillendiği yönünde ciddi eleştiriler doğurdu.


🧾 İstinaf ve Yargıtay Aşaması: Bozma Kararları ve Yeniden Yargılama

Cumhuriyet davası, ilk derece mahkemesinin kararından sonra da kapanmadı. Kararın ardından savunma avukatları, Bölge Adliye Mahkemesi’ne (İstinaf) ve sonrasında Yargıtay’a başvurdu. Süreç, Türkiye’de yargı sisteminin hem yapısal sorunlarını hem de gazetecilik davalarındaki temyiz dinamiklerini ortaya koydu.


🏛️ İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi (İstinaf) Kararı – Şubat 2019

İlk olarak dosya, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 3. Ceza Dairesi’nin önüne geldi. Mahkeme, 22 Şubat 2019 tarihinde verdiği kararla, yerel mahkemenin kararını onadı.

Bu karar, davanın bir üst aşama olan Yargıtay’a taşınmasına neden oldu.


🏛️ Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nin Kararı – Eylül 2019

Dava açısından en kritik kırılma noktası, 12 Eylül 2019 tarihinde Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nin verdiği bozma kararı oldu.

Yargıtay’ın Kararının Özeti:

Ahmet Şık, Murat Sabuncu ve Akın Atalay’ın eylemleri “suç unsuru oluşturmaz” denildi ve beraat etmeleri gerektiği vurgulandı.

Kadri Gürsel hakkında verilen 2 yıl 6 aylık ceza da yetersiz delil nedeniyle bozuldu.

✅ Ancak Musa Kart, Hakan Kara, Bülent Utku, Güray Öz ve Önder Çelik gibi sanıklar hakkında verilen kararlar onandı.

📌 Önemli Not: Yargıtay, sanıkların cezalandırıldığı suçun niteliğini de yeniden değerlendirdi. İlk derece mahkemesi “örgüte yardım” suçundan ceza verirken, Yargıtay bu fiillerin “basın ve düşünce özgürlüğü” çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğini belirtti.


🔁 Yeniden Yargılama Süreci: 2020 – 2021

Yargıtay’ın bozma kararının ardından dava, İstanbul 27. Ağır Ceza Mahkemesi’ne geri döndü.

İlk celse: 21 Kasım 2019’da yapıldı.

Son duruşmalar: 2020 ve 2021 yılları arasında sürdü.

Yeniden yargılama sürecinde, daha önce ceza alan bazı sanıklar yeniden ifade verdi. Yargıtay’ın bozma kararı doğrultusunda yeni bir değerlendirme yapılması gerekiyordu, ancak mahkemenin bunu ne ölçüde dikkate aldığı tartışma yarattı.


🔚 Nihai Karar ve Sonuçlar (2021)

🔸 Murat Sabuncu, Akın Atalay ve Ahmet Şık:

Yargıtay kararına uygun şekilde beraat etti.

🔸 Kadri Gürsel:

Delil yetersizliği nedeniyle beraat etti.

🔸 Musa Kart, Güray Öz, Hakan Kara, Önder Çelik ve Bülent Utku:

Mahkeme bu isimlere daha önce verilen 3 yıl 9 ay hapis cezasını onadı.

2020’de ceza kesinleştiği için yeniden cezaevine girdiler.

Ancak bu tutukluluk kısa sürdü. İnfaz düzenlemeleri ve denetimli serbestlik kapsamında, sanıklar birkaç ay sonra tahliye edildi.


📌 Bu Sürecin Özeti:

Cumhuriyet davası temyiz süreci, ilk aşamada yargının ağır cezalandırıcı yaklaşımını yansıtsa da, Yargıtay’ın “gazetecilik suç değildir” yönündeki bozma kararı bir nebze olsun dengeleyici oldu. Ancak Yargıtay’ın kararına rağmen yerel mahkemenin bazı cezaları onaması ve yeniden cezaevine gönderilen sanıklar, bu dengenin hâlâ kırılgan olduğunu gösterdi.


📚 Cumhuriyet Davasında Savunmaların Temaları ve Retoriği

“Bu bir yargılama değil, gazeteciliğin sorgulanmasıdır” cümlesi, Cumhuriyet davası süresince sanıkların ve savunma avukatlarının en çok vurguladığı ortak kanaatti. Bu yönüyle dava, yalnızca bir hukuk mücadelesi değil; aynı zamanda basın özgürlüğü, kamu yararı ve demokrasi kavramlarının yeniden tanımlandığı bir platforma dönüştü.


🧭 1. Savunmaların Temel Temaları

Sanıkların yaptığı kapsamlı savunmalarda ortaklaşan başlıca temalar şunlardı:

📰 A. Gazetecilik Suç Değildir

Sanıklar, iddianamede suç delili olarak gösterilen haberlerin ve köşe yazılarının tamamının kamuoyunu bilgilendirme amacı taşıdığını ifade etti.

🧩 B. Yayın Çizgisi Suçlama Konusu Olamaz

İddianamede Cumhuriyet gazetesinin “yayın çizgisinin değiştiği” iddia edilmişti. Bu, özellikle savunmalarda en sert eleştiriye uğrayan noktalardan biriydi.

⚖️ C. İfade Özgürlüğü ve Anayasa Vurgusu

Sanıklar, Anayasa’nın 26. ve 28. maddelerinde yer alan “ifade özgürlüğü” ve “basın hürriyeti” hükümlerini savunmalarında temel aldı. Avukatlar da Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatlarına sıkça atıf yaptı.

🎯 D. Kamu Yararı ve Denetim Görevi

Cumhuriyet’in haberlerinin çoğu yolsuzluk, kamu ihaleleri, Suriye politikası gibi konularla ilgiliydi. Savunmalarda bu durum “kamu adına iktidarı denetleme görevi” çerçevesinde ele alındı.


📢 2. Retorik ve Siyasi Bağlam

Sanıklar sadece hukuki argümanlarla değil; aynı zamanda dönemin siyasi atmosferini analiz eden politik metinler şeklinde de savunmalar yaptılar.

💥 Güçlü Hitabet, Teşhir ve Teşhis

Ahmet Şık’ın ve Akın Atalay’ın savunmaları, yer yer iddianameyi “hukuk dışı siyasi metin” olarak teşhir etti:

🎭 Mahkemeyi “Sahneye”, Yargılamayı “Tiyatroya” Benzetme

Sanıkların sıkça kullandığı metaforlardan biri de bu yargılamayı “yargı bağımsızlığının kaybının bir sembolü” olarak betimlemekti:


📌 3. Uluslararası Hukuk ve Dış Tepkiler

Savunmalar yalnızca iç hukuka değil, uluslararası basın ve hukuk örgütlerinin raporlarıyla da desteklendi. RSF, CPJ, IFJ, Article 19, PEN gibi kurumlar düzenli olarak mahkeme süreçlerini izledi ve yayımladıkları raporlarla savunmalara ek destek sağladı.

Sanıklar bu uluslararası desteği sadece “dayanışma” değil, aynı zamanda hukuki bir meşruiyet kanıtı olarak gösterdi.


🔚 Sonuç: Bir Savunmadan Daha Fazlası

Cumhuriyet davasında yapılan savunmalar, yalnızca mahkemeyi ikna etmeye yönelik değil; kamuoyuna, tarihe ve demokrasi mücadelesine bırakılmış kolektif bir hafıza kaydı niteliğindeydi.

Bu savunmalar, Türkiye’de gazeteciliğin sınırlarını, basının gücünü ve hukukun nasıl araçsallaştırılabileceğini gösteren bir dönüm noktası oldu.

 

Exit mobile version