Daha önce değinildiği üzere Albay Sandherr, 26 Eylül 1894 tarihinde Binbaşı Henry tarafından sunulan belgeyi Savaş Bakanı Mercier’ye sunar.
Bakan da konuyu Cumhurbaşkanı Casimir Périer ile Başbakan Charles Dupuy’e aktarır.
Ayrıca Savaş Bakanı; hemen Dış İşleri Bakanı Hanotaux, Adalet Bakanı Géurin ve kurmayları generaller Boisdeffre ve Gonse’un katıldıkları bir toplantı yapar.
Toplantı sonrasında soruşturma buyruğunu verir.
Albay Fabre ve Yardımcısı Yarbay d’Aboville durumu yakından izlemektedirler.
Bu arada Quai d’Orsay’deki Dış işleri Müdürlerinden Nisard, Paléologue’u konuyu izlemekle görevlendirir.
Binbaşı du Paty de Clam, haklı olarak soruşturmayı gizli yürütür.
İlkin, belgedeki yazılar ile Dreyfus’ün daha önceki yazıları arasında bir karşılaştırma yapılır.
Fransa Devlet Bankasında görevli Bilirkişi Gobert, Dreyfus’ün el yazıları ile belgedeki yazı arasında benzerlikler bulunmadığını, benzerlikler bulunduğunu ileri sürmenin sakıncalı olacağını, belgenin bir başkasınca da yazılabileceğini belirtir.
Bu kez bir başka yazı uzmanı Bertillon’a başvurulur.
Kimilerine göre Bertillon işin ustasıdır, kimilerine göre değil.
Paléologue’a göre ise zaman zaman uç görüşlere kolayca kayan duygusal biridir, Bertillon.
Ancak, Bertillon’a başvurmak özünde sakıncalıdır, yanlıştır. Çünkü Bertillon, herkesin bildiği üzere aşırı bir Yahudilik düşmanıdır; yansız değildir.
Bu yüzden yargısal yanılgının ilk taşları onun görüşüyle döşenecektir, döşenmiştir de.
Gerçekten Bertillon, belgedeki yazı ile Dreyfus’ün el yazıları arasında benzerliklerin yanı sıra benzemezliklerin de bulunduğunu görmesine karşın yanlış bir akıl yürütür: ‘Benzerlikler suçun kanıtlandığını; benzemezlikler ise soruşturmacıları yanıltmak için Dreyfus’ün bilinçli ve istençli olarak yazısını değiştirdiğini ortaya koymaktadır.’
Bertillon şu sonuca ulaşır: ‘Örnek yazılar ile suçun (maddi) konusu belgedeki yazılar aynı kişi tarafından kaleme alınmıştır.’
O kişi de kuşkusuz Dreyfus’tür.
Bu yaklaşım ve çıkarsama kesindir.
Kesindir ama elbette gülünçtür de. Çünkü Dreyfus’ün üçüncü kişileri kandıracağı varsayıma dayanmaktadır. Buna karşın ulaşılan sonuç, bir olasılık değil, tam bir kesinlemedir. Ayrıca bu raporun yanlı olduğu ve yargıçları etkilemek için kaleme alındığı da açıkça sırıtmaktadır. Çünkü mantık dışıdır.
Bundan başka iki açıdan hukuka da aykırıdır. Birincisi, hukuk insanın iç dünyasıyla kural olarak ilgilenmez. Yalnızca eğer yasalar ayrıksı kimi durumlarda bir düzenleme yapmış ise yargıç insanın iç dünyasını sorgulayabilir. Oysa bu tür olaylarla ilgili olarak yazılı hukukta böyle bir ayrıksı düzenleme yoktur. İkinci olarak, Dreyfus’ün böylesine bir saptırmaya başvurup vurmayacağı konusu, bilirkişilerin değil, yargıçların çözeceği olaysal / eylemsel (fiilî) bir sorundur. Bu nedenle Bertillon yetkisini aşmıştır.
Dahası yansız üçüncü kişilerce suçun maddi konusu belgede en ufak bir el titremesi olmadığı da gözlenmiştir.
Son olarak vurgulamakta yarar var. Gerçekten Dreyfus’ün elinden çıkan bir belgenin haber merkezine ulaşması Fransız yönetim ilişkileri açısından olayın akışına ve doğasına ters düşmektedir. Böyle bir olasılık sıfırdır. Bu yüzden de Dreyfus’ün bu olasılıkları önceden görüp telaşlanması ve Bertillon’un düşündüğü yöntemlere başvurması olanaksızdır.
Ne var ki, bunların üzerinde kimse durmaz.
Nitekim Bertillon daha sonra yanılgısını anlayacak, ancak iş işten geçmiş olacaktır.
Kör bir tutku ile nesnellikten ve yansızlıktan yoksunluk el ele vermiş, soruşturmaya egemen olmuştur, bir kez. Bunların tersi yaşansaydı, sözgelimi Gobert’in görüşü esas alınsaydı, kuşkusuz soruşturma doğru yörüngede yol alacak, daha sağlıklı olacak, yargısal yanılgı yaşanmayacaktı.
Dreyfus’ün alın yazısı adeta birbirine bağlanmış yanlışlıklar halkalarıyla zincirlenmiş gibidir.
İki uzmanın birbirine ters düşen çıkarsamaları karşısında başvurulan üçüncü bilirkişiler de Bertillon’un görüşüne katılırlar.
Neden? Çünkü ortamın etkisiyle hepsi koşullanmıştır.
Kuşkusuz yargı için, adalet için, Dreyfus için bu bir talihsizliktir.
Yargılamada, soruşturmada deneyimler her zaman şunu kanıtlamıştır: Eğer bir soruşturma, önyargılarla başlarsa, tek olasılık gözetilerek sürdürülürse, çoğu kez çarpık sonuçlara ulaşılması kaçınılmazdır.
Dreyfus davasında yaşanan, tam tamına budur.
Bu arada belge (bordro) metninin bir benzerinin Dreyfus’e yazdırılması akla gelir.
15 Ekim 1894’te Dreyfus, Boisdeffre’in dairesine çağrılır. Kendisinden sivil giysi ile gelmesi istenir.
Du Paty de Clam, işine aldatıcı bir yalanla başlar.
De Clam, Dreyfus’e bir yazı yazmak zorunda olduğunu, ancak parmağındaki yara yüzünden yazamadığını, söyleyeceklerini yazmasını rica eder.
Dreyfus, durumdan hiç kuşkulanmaz; sakince sandalyeye oturur ve söylenenleri yazmaya başlar.
Seçilen sözcükler belgedekilerin benzeridir.
Başlangıçta du Paty de Clam, Dreyfus’ün suçu işlediğinden en ufak bir kuşku duymamaktadır. Bu yüzden du Paty de Clam, yazı yazılırken pusuda avını bekleyen bir çakal gibi, haini suçüstü yakalamak ve soruşturmanın başoyuncusu unvanını kazanmak için Dreyfus’ün davranışlarını uğrun uğrun izlemekte, onun açık vermesini beklemektedir.
Ama boşuna. Dreyfus gerçekten son derece rahattır, olağan bir işi yapanların serinkanlılığı içindedir. En ufak bir titreme, telaş yoktur, davranışlarında.
Tam bu sırada du Paty de Clam, günümüzde hukukun yasakladığı bir dolana, kandırmacaya ve şaşırtmacaya başvurur. Birden bire:
‘Neyiniz var Yüzbaş, titriyorsunuz?’ der.
Dreyfus, aynı dinginlikle ‘parmaklarım üşüyor’ yanıtını verir.
Yazı kesintiye uğramadan biter.
Peki, bu yazı belirleyici olacak mı?
Ne yazıktır ki, evet.
Bu denemenin ardından Binbaşı de Clam, Dreyfus’e hakkında soruşturma yapıldığını, hangi eylemle suçlandığını açıklar.
Dreyfus, var gücüyle ve içtenlikle suçlamayı reddeder.
Bu arada Dreyfus’ün evinde de arama yapılır. Hiçbir bulguya ve ize rastlanmaz.
Dahası suçun maddi konusu belgenin son satırında belgeyi yazanın ‘manevralara katılmak için yola çıkmak üzereyim’ tümcesi de belgeyle ilgili kuşkuları çürümektedir. Çünkü daha önce Mayıs ayında stajyerlerin manevralara katılmayacakları bildirilmiştir.
Üstelik Dreyfus’ün haziranda kurmaylarla birlikte yolculuğa çıktığı söylenmiştir.
Öyleyse suçun maddi konusu olan belgenin içeriği gerçeklere de uymamaktadır.
Ama kimsenin bunları görecek hali yoktur.
Herkes, kör bir süratle soruşturmayı bitirmek çabasındadır.
Dreyfus aynı gün tutuklanır. Cherche-Midi Cezaevine konur.
On bir gün hiç kimseyle görüştürülmez.
Dreyfus, bu yazgıya boyun eğer, olayın nasıl gelişeceğini orada sessizce beklemeye başlar.
**DEVAMI SONRAKİ YAZIMIZDA ***