Evet, gerçeğin nasıl yürümekte olduğunu L’Aurore gazetesinde yayımlanan ünlü mektubunda/yazısında görkemli biçimde sergiler, Zola.
Bir tam gündüz ve iki gecede yazdığı mektubu, ilkin Vaughan’a, sonra Coppée ve Clemenceau’ya gösterir; görüşlerini alır.
Coppée yayımlanmasına karşı çıkar.
Buna karşılık Clemenceau, yazıdaki görüşleri ve biçemi coşkuyla destekler; yazının adını da koyar: ‘Suçluyorum!’
Bunlarla da yetinmez Clemenceau. Paris sokaklarına asılacak afişleri düzenlemeyi de üstlenir. Yazıyı kendi gazetesi L’Aurore’da yayımlatan da Clemenceau’dur.
Zola, bu mektubunun son kesiminde ilkin generaller de Boisdeffre, Gonse ve Billot’nun bir yıldan beri Dreyfus’ün suçsuz olduğunu bildiklerini, bu çok korkunç gerçeği kendi suçlarını ört bas etmek için gizlediklerin belirtir.
Zola’ya göre, bütün bunlara karşın, parlamento sorunu çözmekte güçsüz kalmış, Dreyfus Davası Fransız demokrasisinin temel ilkelerini sorgulanır ve tartışılır kılmıştır: Eşitlik, özgürlük ve insan haklarının güvenceli olması. Ilımlısı, köktencisi, sosyalisti dáhil, Parlamentonun hiçbir kesiminden bu konuda namuslu bir insan çıkmamıştır. Kamusal özgürlükleri korumakla yükümlü olanlardan hiçbiri vicdanının sesini duyurmak için ayağa kalkmamıştır.
Bundan sonra Zola, sırasıyla Yarbay du Paty de Clam’ı, Savaş Bakanı General Mercier’yi, Genel Kurmay Başkanı General de Boisdeffre’i, Yardımcısı General Gonse’u, Generaller de Pellieux ve Billot’yu Dreyfus Davasını yanlış, yanlı ve amaçlı yönlendirdikleri, yalanlarla gerçeği boğdukları, suç ortağı oldukları; bilirkişiler Belhomme, Varinard ve Couard’ı yalan ve dolanlı rapor verdikleri; Savaş Bakanlığının birimlerini, özellikle L’Eclair, Echo de Paris gazeteleriyle birlikte kamuoyunu saptırdıkları ve yanlışları örttükleri; Birinci Savaş Mahkemesini gizli belgeye yaslanarak Dreyfus’ü mahkûm edip hukuku çiğnediği ve İkinci Savaş Mahkemesini de buyruk üzerine bu yasa dışılığı örttüğü için suçlar.
Şu soru sık sık gündeme gelmiştir o gün bugündür.
Acaba köşesinde sessizce romanlar yazan Zola böylesine ağır bir mektubu neden göze almıştır?
Bunun yanıtı mektubun en vurucu olan son satırlarındadır: ‘… Suçladığım insanlara gelince, onları hiç tanımıyorum, hiç görmedim, onlara karşı ne hınç besliyorum ne de kin (…) Ve burada yaptığım iş, gerçeğin ve adaletin ortaya çıkması için sadece devrimci bir yoldur. Tek bir tutkum var. Onca acı çeken ve mutluluğu hak eden insanlık adına ışığın parlamasından başka bir şey değildir, bu.’
Peki, Zola hangi yönteme başvurmaktadır?
Bunun yanıtı da yine son satırlardadır: ‘Bu suçlamaları yaparken, 29 Temmuz 1881 tarihli Basın Yasasının hakaret suçlarıyla ilgili 30. ve 31. maddeleriyle yargılanacağımı biliyorum. Bunu bilinçli olarak göze alıyorum… Alev alev yanan karşı çıkışım, uyarım, sadece ruhumun çığlığıdır. Yürekleri varsa beni cinayet mahkemesi önüne çıkarsınlar ve gün ışığında yargılasınlar! Bekliyorum.’
Bilindiği üzere günümüz siyaset biliminde bu yöntemin adına ‘uygarca başkaldırı/sivil itaatsizlik’ denmektedir.
Öte yandan Zola’nın ruh ve düşünsel yapısına da uygundur, bu mektup. Çünkü o, dünyanın en büyük yazarlarından biri değildir sadece. Aydınlanmanın çocuğu ve gerçekçiliğin hastalık kertesindeki önderi, gerçek bilim(ciliğ)in yılmaz savunucusudur.
Fransa’da, Almanya’da, hatta dünyada yer yerinden oynar.
O gün L’Aurore gazetesi sadece Paris’te iki yüz bin satar. Afişler duvarları süsler.
Mahkûmiyetle bitmiş görünen Dreyfus Davası, bu mektupla, aslında Zola’ya karşı açılan davalarla birlikte yeniden başlayacak; Dava süreci ve seyri temelden değişecektir.
Kamuoyunun her kesiminde heyecan doruktadır. Zola girişimi ele almıştır, artık.
Zola’yı o güne dek ciddi biçimde değerlendirmeyen Anatole France, daha sonra şunları söyleyecektir: ‘Onun girişimi, insan vicdanının büyük anını temsil etti.’
Ozan Péguy daha çekinceli ve alayımsı bir değerlendirme yapar: ‘Hikmet-i hükümetin (devlet mantığı/aklı) yaşananları sorgulamak ve bu konuda akıl yürütmek için ( ne yazık ki, ben ekledim) akla gereksinmesi yoktur’. Zira ‘devletin çok güçlü olan aklı her zaman en doğrudur, en iyidir!’
Ama kim ne derse desin, saygın bir yazar, gerçek ve adalet adına meydan okumaktadır. Doğrudan devleti ve onun en büyük gücünü dürüst, namuslu davranmamakla suçlamaktadır. Geçmişte bu kamusal güçler tartışma dışı kalmayı başarmışlardır. Ancak şimdi ne ordu, ne yargı, ne hükümet Dreyfus Davasının efendileridir. Efendi artık kamuoyudur.
İstenilen amaç, özellikle de devrim gerçekleşmiştir.
Nitekim döneminde gerçek bir devlet adamı olarak sivrilen İşçi Partisinin Önderi Jules Guesde, Zola’nın mektubunu ‘yüzyılın en büyük devrimci eylemi’ diye nitelendirecektir.
Bu tanı ve öngörü ileride gerçekleşecek midir?
Evet.
Ama sabırla.
Artık macun tüpten çıkmıştır. Geri sokulamaz.
Kamuoyu, sadece kışkırtılmamış, yerinden kıpırdatılmış, harekete geçirilmiş, Dreyfus Davasının sahibi de artık halkın kendisi olmuştur, bu mektupla birlikte.
Esterhazy’nin yargıçları telaşlanırlar. Yargısal yanılgının başoyuncuları du Paty de Clam ve General Mercier, Zola’nın aklından zoru olduğunu, aldatıldığını ileri sürerler, kamuoyu önünde.
Ama boşuna. Hiçbir yankı yapmaz bu açıklamalar.
Hükümetin ve Savaş Bakanının önünde ise iki seçenek vardır.
Ya hiçbir girişimde bulunmayacak, her şeyi sineye çekecektir.
Bu yol, yargısal yanılgıyı benimseme demektir.
Ya da Zola’yı mahkemeye verecektir.
Bu yol ise Dreyfus Davasının yeni baştan tartışma konusu yapılması demektir.
Yine de ikinci yol yeğlenir.
Ulusal Mecliste Albert de Mun, ‘Ordu uzun süre bekletilmemelidir’ deyince Başbakan Méline ‘Zola hakkında yasal yola başvurulacaktır’ yanıtını verir.
Savaş Bakanı General Billot, 18 Ocak 1898’de Zola ve L’Aurore gazetesi sorumlu Müdürü Perreux haklarında hakaret davası açar. Hakaret davasını Savaş Mahkemesine yönelik eylemle sınırlamaya özen gösterir. Amaç, Dreyfus Davasını tartışmanın dışında tutmaktır.
Zola suçlamalarının, görüşlerinin sınırlanarak sakatlanmasına karşı çıkarsa da bu isteği benimsenmez.
Ancak Savaş Bakanı da sınırlama amacında başarılı olamayacaktır.
Çünkü işin doğasına aykırıdır, bu amaç.
O sırada Alman Başbakanı Von Bülow da Reichstag’da ‘Yüzbaşı Dreyfus ile herhangi bir Alman görevlisinin hiçbir biçimde ilişkisinin bulunmadığını kesin bir dille açıklar.
Artık aydınlar ve kamuoyu da keskin biçimde ikiye ayrılmışlardır.
Yahudi karşıtlarının, dolayısıyla Dreyfus Davasının yandaşlarının başını dönemin en etkili sağcı yazarı Maurice Barrès (1862-1923) çekmektedir.
Buna karşılık, Dreyfus yandaşlarının, dolayısıyla Dreyfus Davasının karşıtlarının başında ise Anatole France, Emile Zola, André Gide, Marcel Proust, Charles Péguy, Léon Blum, Georges Clemenceau, Jean Jaurès, Lucien Herr, Solcu Hegel, Bernard Lazare, Lucien Lévy-Bruhl, Daniel Halévy, Jacques Bizet gibi ünlüler vardır.
Özellikle L’Aurore yazarı Georges Clemenceau ile La Libre Parole yazarı Edouard Drumont çatışması kamuoyunda ilgi ile izlenir.
*DEVAMI SONRAKİ YAZIMIZDA ***
Dreyfus Davası-10 : Zola Kendisini Cinayet Mahkemesinin Önünde ‘Sanık’ Olarak Bulur!