FATİH SULTAN MEHMET VAKIF ÜNİVERSİTESİ
HUKUK FAKÜLTESİ
2016/2017 GÜZ YARIYILI
“GENEL KAMU HUKUKU” DERSİ BÜTÜNLEME SINAVI
Adı: Soyadı: Numara:
31.01.2017
Açıklamalar
¨Yanınızda veya sıranızda kitap, not vs. bulundurmayınız ♦Cep telefonları sınav salonu dışında tutulmalıdır ¨Kurşun kalem kullanmayınız ¨Birbirinizden kalem vb. şeyler istemeyiniz ¨Cevap kağıdında yazılar okunaklı olmalı ve yazım kurallarına uyulmalıdır; okunamayan kısımlar değerlendirme dışı bırakılacaktır ¨İstenilen sorudan başlanabilir ♦Sınav süresi 75 Dakikadır.
Başarılar Dilerim. Yrd. Doç. Dr. Aslan DELİCE
SORULAR
1- II. Kuşak Sofistlerden Thrasymakhos ve Kallikles’in “doğal yasa”, “hukuk”, ve “adalete” ilişkin görüşlerini yazınız.
2- Aquino’lu Thomas’a göre akıl-yasa ilişkisini açıklayıp, yasanın niteliklerini sıralayınız.
3- Thomas Hobbes’da sözleşmeyle kendilerini egemene/leviathana bağlayan uyrukların özgürlükleri nelerdir? Anlatınız.
4- Jean Bodin egemenliği “yurttaşlar üzerindeki en yüksek, en mutlak ve sürekli güç” olarak tanımlar. Bir yandan kralın erkini mutlak kabul ederken, diğer yandan eski kurumların ve burjuvazinin çıkarlarını korumak için egemenliğe -tanrısal yasalar, krallığın kadim yasaları ve özel mülkler gibi- sınırlar çeker.
Bodin düşüncesindeki bu çelişkiler, hangi yorumlar yapılarak aşılmaya çalışılmıştır? Anlatınız.
5- İbni Haldun’un birey ve devlete ilişkin görüşlerini anlatınız.
CEVAP ANAHTARI
1- İkinci kuşak Sofistler her hakkın güç’ten doğduğu düşüncesini savunmuşladır. Örneğin Thrsymakhos tabiatın bazılarını güçlü, bazılarını zayıf, bazılarını zeki, bazılarını aptal yaptığına göre güçlü ve zeki olanın hakim olmasından daha doğal ne olabilir diye sorar. Çünkü her hak erk’ten/güçten doğar. Güç ise bir şeyi yapabilme, elde edebilme, alt edebilmeden başka nedir ki? Görüldüğü gibi doğa yasası artık açıkça güçlünün haklı sayıldığı bir orman yasası olarak okunur. Bunu daha ileriye taşıyan isim Kallikles olmuştur. Kallikles, yasaların zayıf olan çoğunluk yararına ve güçlü azınlığın aleyhine konduğunu bu nedenle de doğal adalete uygun olmadığını savunur. Doğal olan, herkesin gücü, kudreti oranında hakkının olmasıdır. Buna göre doğal olarak güçlü olan zayıf olandan daha çok kazanmalıdır. Oysa yasalar tamda bunu önlediği ölçüde doğaya aykırıdır.
2- Aquino’lu Thomas’a göreyasaların amacı düzeni sağlamak ve ortak yararı gerçekleştirmektir. Yasa ile akıl arasında doğrudan ve koparılamaz bir bağ vardır. Eğer yasa ortak iyiye, ortak çıkara yönelmiyor bu zorunluluğu yerine getirmiyorsa akıl dışıdır dolayısıyla yasa da değildir.Keyfi bir iradenin buyruğu olmaktan öteye gitmez. Yasa, ortak yararı gözettiği için akılla ancak topluluğun veya topluluk adına hareket eden prensin aklıyla yapılabilir. O halde yasa kişisel çıkarları ve onun çıkarlarını aşan toplumsal varlığın mutluluğunu gözeten bir özelliğe sahiptir. Akılla açıklanan yasa aynı zamanda insan iradesinin ürünüdür. Yasanın ortak özellikleri şunlardır:
* Akılla düzenlenmesi/kavranması ** İnsan iradesinin ürünü olması
*** Ortak yararı gözetmesi.
3- Sözleşme ile kendilerini bir egemene bağlayan insanlar, egemenin izin verdiği ölçüde özgür olmaya rıza göstermişlerdir. Bir başka deyişle itaat etme sözü vererek siyasal yükümlülük altına girerler. Bir uyruğun özgürlüğü sadece “egemenin uyruklarının eylemlerini düzenlerken yasaklamamış olduğu şeylerdir.” Bu özgürlükler asla egemeni ortadan kaldırmaya ve sınırlandırmaya yönelik eylemleri içermez. Çünkü bir egemenin uyruğuna yapacağı hiçbir şey adaletsizlik olarak görülemez. Aslında herbir uyruk sözleşme ile egemene bu hakları ağladığı için egemenin her eyleminin nedenidir. Bir egemen uyruğunu haksız bir şekilde öldürülmesini buyursa dahi bu eylem adaletsizlik olarak görülmeyebilir. Diğer taraftan özgürlüklerin bizzat egemen taradından belirlenmesi uyrukların doğuştan gelen özgürlüklere sahip olmadığı anlamanına gelir.
4- Bodin düşüncesindeki çelişkiler şu yorumlarla aşılmaya çalışılmıştır:
Devlet, tanımı gereği “kamusal alanın adaletli yönetimi olması” nedeniyle bu sınırlamalar egemenliğin özünde vardır. Egemen kendisine dışarıdan dayatılmayan ve kullandığı erkin özünde bulunan bu sınırlamalar sayesinde devleti dolayısıyla kendi varlığını tehlikeye atmamış olur. Örneğin kralın özel mülkiyeti yok etmesi ya da aşırı vergilerle özel mülkleri yok etmeye başlaması aileleri yıkıma sürükler. Aile siyasal hayatın temel taşı olduğuna göre sınırları aşan egemen prens, kendi sonunu da hazırlamış olur. O halde ontolojik bir anlam taşıyan bu sınırlar egemenliğin özünde vardır ve “sınırlama” olarak algılanmamalıdır.
Diğer yorum ise bu sınırlamaların egemenliğin kullanımına (potestas) ilişkin olduğu şeklindedir. Bu, sınırlamanın egemenliğe değil onu kullanan prense konulduğu anlamına gelir. Egemenlik özünde sınırsızdır. Onu kullanan prense getirilen sınırlamalar erkin mutlak oluşunu ortadan kaldırmaz, sadece keyfi olmadığı anlamını taşır. Ayrıca bu kuramsal sınırlamaların hiçbir pratik anlamı yoktur. Sınırlamalar egemenin ancak vicdanını bağlar. Zira kral doğal/tanrısal yasalara aykırı birtakım işlere girişse adaleti ayaklar altına alsa bile ona karşı hukuki yaptırımlar tatbik edilemez. Kral tiranlığa kaysa da yeryüzündeki hiçbir iktidar onu yargılayamaz, sorumlu tutamaz.
5- İbn-i Haldun, tek tek insanların beslenme ve güvenlik ihtiyacını karşılamaktan aciz olması diğer insanlarla yardımlaşmayı zorunlu kılar. İnsanlar için zorunlu olan toplumsal yaşam ortaya çıkanca insanın hayvani tabiatındaki zulüm ve başkalarının malına el atma isteği haksızlıklara neden olur. Karşı taraf, yapılan haksızlığa karşı çıkar ve kendisine yapılan zulmü engellemeye çalışır. Böylece çatışma ve ölümler kaçınılmaz şekilde meydana gelir. İşte bu sebeple onlar arasında düzeni tesis edip koruyacak bir yönetici gereklidir.Hükümdar, gücüyle boyun eğdirip topluluğun üzerinde sözünü dinletebileceği bir hakimiyet kuracaktır. Bu hakimiyet ancak asabiye ile kurulabilir.
Devlet, insanlar içinde tabii bir durumdur ve hayvanlarla ilgisi olmayan sadece insana özgü kurumlardır. Siyaset ve devlet insanların güven içinde varlıklarını devam ettirmek ve Allah’ın hükümlerini insanlar arasında uygulamak için vardır. Onu elde etmek ve korumak asabiyetle olur. Her asabiyet devlet değildir çünkü devlet egemenliği asabiyenin vardığı son aşamadır. Bu nedenle devlet, bedevilikte değil medenilikte yani şehir yaşamında söz konusu. Devletin halka karşı sert ve katı olması asabiyetin dağılmasına ve düzenin temelinden bozulmasına yol açar.Yönetimin iyi olması iktidarın adil olmasına bağlıdır.Devlet tıpkı insan gibi tabii yasalara tabi olduğu için doğuş, gelişme ve yaşlanma dönemlerinden sonra ölüm kaçınılmaz bir sondur.olur. Gerçek devlet ve hükümdarlığa sahip olan devlet halka hâkim olup onları kendilerine boyun eğdiren, vergileri toplayan ordu ve elçiler gönderen, sınırları koruyan ve boyun eğeceği başka bir güç olmayandır.