15.yüzyıldan 17. yüzyıla kadar Avrupa’da yaşanan cadı ve sihirbazlık davaları, tarihin en karanlık ve akıl dışı dönemlerinden birini temsil eder. Büyücülük suçlamaları çoğu zaman düşmanlıklardan, toplumsal önyargılardan, dinî taassuptan ve korkudan doğmuştur. Gerçek suçlardan ziyade “hayalî suçlara” dayanan bu davalar, sadece bireyleri değil, bütün toplumları mahkûm etmiştir.
İçerik Başlıkları
- 🎭 Siyasi Değil, Bambaşka Bir Dava Türü
- 🔍 Usulü Muhakeme Açısından Ne Anlatıyorlar?
- 🌪️ Salgın Suçlar: Cadı Avının Toplumsal Boyutu
- 🌍 Avrupa’nın Korkunç Gerçeği
- 🛑 Büyücülük Salgını: Akıl Çağında Orta Çağ
- 👿 Şeytanın Evrimi: Mitolojiden Yargı Sistemine
- 🔥 Protestanlık, Luther ve Büyücülük
- 👥 Her Ulusun Kendi Şeytanı
- ⚖️ Tipik Bir Dava: Bessie Dunlop (1576, Edinburgh)
- 👿 Daha Karanlık Bir Dava: Margaret Wallace (1622)
- 👵 Kepler’in Annesi: Bilimin Annesi Büyücü mü?
- 🧠 Toplumsal Histerinin Anatomisi
- ⚖️ Büyücülük Davalarının Adalet Sistemine Etkileri
- 🔚 Genel Değerlendirme: Adaletin Çöküşü
- 📌 Tarihten Günümüze Yansımalar
- 🧾 Son Söz
🎭 Siyasi Değil, Bambaşka Bir Dava Türü
Sihirbazlık ve büyücülük suçlamalarıyla açılan davaları ilk bakışta usul hukuku açısından fazla öğretici görünmeseler de, detaylı incelendiğinde bu davaların çok derin ve düşündürücü yönleri vardır.
🔍 Usulü Muhakeme Açısından Ne Anlatıyorlar?
Bu davalar bize birkaç önemli noktayı öğretir:
-
İtirafın yetersizliği: Kilise hukukunda kesin delil olarak kabul edilen “itiraflar”, bu davalarda ne kadar yanıltıcı ve güvenilmez olduklarını gözler önüne serer.
-
Yargılama sürecindeki aksaklıklar: Sözde adalet sistemi, gerçekte hakikatin ortaya çıkmasını engelleyen bir tiyatroya dönüşmüştür.
-
Jüri sisteminin zafiyetleri: Halk galeyanı zamanlarında jüri sisteminin nasıl kolaylıkla suistimal edilebildiğini gösterir.
Ama bu davaların asıl önemi, halk psikolojisi, folklor, mitoloji ve toplumsal korkular üzerinden şekillenmiş olmalarıdır.
🌪️ Salgın Suçlar: Cadı Avının Toplumsal Boyutu
Bu davalar sıradan bireylerin değil, toplumların bilinçaltındaki korkuların ürünüdür. Büyücülük davaları, “salgın suçlar” ya da daha doğru bir ifadeyle “salgın yargılamalar”dır. Bir vaka diğerini doğurur. Her yeni dava, zincirleme biçimde yenilerini tetikler.
En korkuncu, bu insanlar sadece suçsuz yere öldürülmekle kalmamış, suçlu olduklarına kendileri de inanmışlardır. Bir kısmı gerçekten de işlememiş suçlardan dolayı vicdan azabı duymuş, itirafta bulunmuş, mahkemelerde “şeytanla anlaştıklarını” söylemişlerdir. Bu bir telkin zinciridir.
🌍 Avrupa’nın Korkunç Gerçeği
Garip ama gerçek: Aydınlanma öncesi Avrupa, Afrika’nın en ilkel kabilelerinden bile daha gerideydi. Büyüye olan inanç her yere yayılmıştı. Shakespeare’in yazdığı, Bacon’un yaşadığı, Luther’in reform yaptığı Avrupa, aynı zamanda “cadı avı”nın merkeziydi.
Hangi toplumu ele alırsak alalım —İngiltere, Almanya, İskoçya— hepsinde bu korkunun kökü aynıydı: Şeytan korkusu ve hurafe.
Katolik ve Protestan ayrımı da fark etmiyordu. Katolik Bavyera’da da, Protestan İskoçya’da da sihirbazlar yakılıyordu.
🛑 Büyücülük Salgını: Akıl Çağında Orta Çağ
Bu davalar, 15. yüzyıldan 17. yüzyıl ortalarına kadar uzanan yaklaşık 250 yıllık bir dönemi kapsar. Ne gariptir ki bu zaman dilimi aynı zamanda Avrupa’nın en büyük düşünsel sıçramalarını yaşadığı Rönesans ve İntibah Çağıdır.
Bir yanda bilimsel keşifler yapılırken, diğer yanda cadılar yakılıyordu.
📚 Kilise mi, Devlet mi?
Başlangıçta büyücülük davaları kilise mahkemelerinde görülürken, 16. yüzyılla birlikte bu yetki laik mahkemelere geçti. Bu da davaların sayısını ve vahşetini artırdı. Örneğin Almanya’da 1532’de yürürlüğe giren Karolina Kanunu (Lex Carolina), büyücülüğü ölüm cezasıyla yargılanacak sivil bir suç haline getirdi.
Şeytana inanmakla suçlanan insanlar, artık sadece dini değil, siyasi bir tehditti. Bu suçlama halkı galeyana getirmek için de etkili bir araç haline geldi.
👿 Şeytanın Evrimi: Mitolojiden Yargı Sistemine
Büyücülük yargılamalarının temelinde “şeytan” figürü vardı. Antik dönemlerde sihir, doğanın gizemli kuvvetlerini kullanmak anlamına gelirken, zamanla bu anlayış yerini şeytanla yapılan bir sözleşmeye bıraktı.
Artık büyücüler, şeytanın yardakçılarıydı.
Onların büyüleri sadece zararsız ilaç karışımları ya da kehanetler değil, doğrudan Tanrı’ya karşı işlenmiş suçlardı. İşin trajik tarafı, insanlar bu korkunç suçlamalara kendilerini de inandırıyor, çoğu zaman “gönüllü olarak” itirafta bulunuyordu.
🔥 Protestanlık, Luther ve Büyücülük
Bu dönemde Martin Luther gibi reformist figürler bile büyücülüğe inancı körükledi. Luther açıkça sihirbazlara inanıyor, özellikle kadınların bu işte daha etkin olduğunu düşünüyor ve şüpheye yer bırakmaksızın şiddetle cezalandırılmalarını savunuyordu.
Luther, “delil ve ispat isteyen hukukçularla” dalga geçiyor, büyücülük suçunun inkâr edilemez olduğunu öne sürüyordu. Onun gibi halkın gözünde güvenilir ve dinî otoritesi yüksek bir figürün bu görüşleri, toplumda cadı korkusunun daha da kökleşmesine neden oldu.
👥 Her Ulusun Kendi Şeytanı
Bu davalar her ülkede farklı mitolojik figürlere büründü:
-
Almanya‘da “kara şeytan” bir Mephistopheles suretindeydi.
-
İskoçya’da Elf kraliçeleri, periler ve ruhani varlıklarla iç içe geçmişti.
-
İngiltere’de cin çağırma, tılsım, kehanet ve hatta tababet faaliyetleri bile suç olarak kabul ediliyordu.
Ortak payda ise hep aynıydı: kadınların şeytanla ilişki kurduğu ve halkı aldattığına dair inanç.
⚖️ Tipik Bir Dava: Bessie Dunlop (1576, Edinburgh)
Bu dava, İskoçya’daki sihirbazlık davaları arasında en eski ve en dikkat çekici olanlarından biridir. Sanık: Elizabeth (Bessie) Dunlop. Suçlamalar: büyücülük, afsun, şeytanla iş birliği ve halkı kandırma.
🧑🌾 Bessie’nin Hikâyesi
Bessie, sıradan bir köylü kadındır. Bir gün ineklerini otlatmaya götürürken yolda “Thome Reid” adında bir adamla karşılaşır. Thome, kurşunî kıyafetli, beyaz çoraplı, eski usul şapkası olan bir adamdır. Bessie’ye önce neden ağladığını sorar. Kadın, hastalanan kocası ve ölen hayvanları için perişan olduğunu anlatır. Thome ise ona çeşitli “tahminlerde” bulunur: bazı hayvanları ölecek, bazıları iyileşecek, kocası tekrar sağlığına kavuşacaktır.
Bessie bu karşılaşmadan sonra, Thome’un ona zaman zaman bilgiler verdiğini, kaybolan eşyaların nerede olduğunu söylediğini, hastalara hangi otu kullanması gerektiğini bildirdiğini söyler.
🧪 Suç Unsurları Ne?
-
Thome’un verdiği bir kök parçası ile ilaç yaptığı,
-
Bazı kayıp eşyaların yerini bildiği,
-
Hastalara iyi gelen merhemler kullandığı,
-
Thome’dan aldığı talimatlarla insanları tedavi ettiği…
Tüm bu “fiiller”, onun şeytanla iş birliği içinde olduğu gerekçesiyle cezalandırılmasını doğurur. Üstelik Thome’un şeytan olduğuna dair tek delil, onun “olağanüstü şeyler bildiği” şeklindeki halk kanaatidir.
🔥 Akıbeti
Bessie, muhtemelen işkence altında bu “suçları” itiraf etmek zorunda kalır. Mahkeme kayıtları net bir şekilde sonuç vermese de dönemin uygulaması gereği büyük olasılıkla yakılarak idam edilmiştir.
👿 Daha Karanlık Bir Dava: Margaret Wallace (1622)
Margaret Wallace isimli kadın, İskoçya’nın Glasgow bölgesinde yargılanır. Suçlamalar daha ağırdır:
-
Cuthbert Greg isimli bir adamı afsunlarla hasta etmek,
-
Küçük bir çocuğu büyüyle öldürmek,
-
Başka bir büyücüden yardım alarak gece gizlice sihir yapmak,
-
Renkli iplik ve yünle yapılan ritüellerle insanlara zarar vermek.
🔮 Davanın Teolojik Temeli
İddianamenin hukuki dayanağı Tevrat’tan alınmıştır: Leviticus’un 20. bölümü ve Deuteronomy’nin 18. bölümü. Bu metinler, büyü ve falcılığı Tanrı’ya ihanet olarak görür ve ölüm cezası öngörür.
Bu davada da Margaret Wallace’ın insanlar üzerinde “şeytani güçler kullanarak” hastalık ve ölüm getirdiği iddia edilir. Uyguladığı tedavilerin başarısı bile suç delili olarak gösterilir.
👵 Kepler’in Annesi: Bilimin Annesi Büyücü mü?
Almanya’da görülen bu dava, belki de tüm büyücülük davaları arasında en ironik olanıdır. Çünkü sanık, ünlü astronom Johannes Kepler’in annesi Katharina Kepler’dir.
🧬 Bilimle Hurafenin Çatışması
Katharina, huysuzluğu, ilaç yapımıyla uğraşması ve halkın kendisinden hoşlanmaması nedeniyle dedikodulara hedef olur. Oğlu Kepler, annesinin davasını defalarca savunur, 122 maddelik bir savunma yazısı sunar ve annesinin suçsuzluğunu ispatlamaya çalışır.
😔 Mahkemenin Tavrı
Kadına doğrudan işkence yapılmaz, ama işkence yapılıyormuş gibi gösterilir. Onun önünde işkence aletleri hazırlanır, tehditler savrulur. Buna rağmen Katharina, dik durur:
“İtiraf edecek hiçbir şeyim yok. Allah şahidimdir, sihirbaz değilim.”
Bu “sahte işkenceden” sonra mahkeme onu serbest bırakır. Ama dava altı yıl sürer ve Katharina Kepler kısa süre sonra hayatını kaybeder.
🧠 Toplumsal Histerinin Anatomisi
Bu tür davalar sadece bireylerin değil, tüm bir yargı sisteminin, halk psikolojisinin ve siyasi iktidarın nasıl hurafelere esir düştüğünü gösterir.
Yargıçlar, halktan gelen baskıya boyun eğmiş, işkenceyi bir araç olarak benimsemiş, suçu olmayan insanları “itirafa” zorlamıştır.
⚖️ Büyücülük Davalarının Adalet Sistemine Etkileri
📌 1. Laik Mahkemeler Dönemi: Takipler Arttı
Büyücülük davaları başlangıçta kilise mahkemelerinde görülüyordu. Ancak 16. yüzyıl itibarıyla laik mahkemeler de bu sürece dahil oldu. Bu geçiş, davaların sayısını ciddi şekilde artırdı. Yerel mahkemelerde büyücülük suçlamaları, özellikle uzak ve eğitim düzeyi düşük bölgelerde, birer “intikam aracı” haline geldi.
Mahkemeler, kişisel kinlerin, komşu çatışmalarının ya da dedikoduların resmî intikama dönüştüğü sahnelere büründü. Hukukun araç olması gerekirken, zulmün ve korkunun aracı haline geldi.
🛠️ 2. Delil Yerine Telkin: İtiraf Üzerine Kurulu Sistem
Büyücülük davalarında, delil sisteminin yerini itiraf sistemi almıştı. Bu itiraflar çoğunlukla:
-
Zorla alınmış,
-
İşkenceyle elde edilmiş,
-
Yönlendirme ile oluşturulmuş,
-
Telkin edilmiş, tekrar ettirilmiş metinlerdi.
İskoçya’da yaygın olan uygulama: sanıkların uykusuz bırakılmasıydı. Gece gündüz sorgulanıyor, bilinç bulanıklığı içinde istenilen cevaplar alınabiliyordu. Bu da adaletin temel direği olan “özgür irade”yi yerle bir ediyordu.
🤝 3. Suç Ortaklığı Kurgusu: Zincirleme Suçlama
Bu davaların yapısal bir başka özelliği de suçun bireysel değil, toplu olduğu inancıydı. Yani bir kişi büyücülükle suçlanıyorsa, mutlaka suç ortakları da olmalıydı.
Bu varsayım yargıçlara sonsuz yetki verdi:
-
“Kiminle toplandın?”
-
“Şeytanla ne zaman görüştün?”
-
“Toplantıya kimler geldi?”
Bu sorularla bir kişi değil, bazen tüm bir köy mahkemeye taşınıyor, dalga dalga insanlar zan altında kalıyordu.
🧪 4. “Kanıt” Olmayan Kanıtlar: İşkence ve Hayal Ürünü İtiraflar
Bu davalarda “kanıt” denilen şeyler çoğu zaman şunlardı:
-
Gece saatlerinde dışarı çıkmak,
-
Hayvanların ani ölümü,
-
Bitkisel ilaçlarla tedavi denemeleri,
-
“Şeytanı gördüm” iddiası,
-
Ya da sadece farklı olmak.
Kadınların çoğu yaşlı, yalnız, yoksul ve toplumdan dışlanmış kişilerdi. Toplumun günah keçisi olmaya en uygun bireyler…
🧨 5. Zihinsel Hastalıklar mı, Sihir mi?
Birçok sanığın, bugün psikiyatrik vaka olarak tanımlanabilecek belirtiler gösterdiği anlaşılmaktadır:
-
Halüsinasyonlar (şeytanı görmek),
-
Kimlik sanrıları (kendini peri sanmak),
-
Katatonik nöbetler, epileptik durumlar,
-
Şizofreni belirtileri…
Ancak o dönemde bu belirtiler “şeytanla iş birliği” olarak okunuyordu. Zihin hastalıkları için ne bir teşhis, ne de tedavi umudu vardı.
🎯 6. Korku: Adaletin Önündeki En Büyük Engel
Bütün bu sürecin arka planında yatan asıl faktör: korkuydu. Halkın, hâkimlerin, jürilerin ve yöneticilerin gözlerini kör eden tek duygu.
Bu korku, öyle bir noktaya gelmişti ki:
-
Herkes bir başkasını ispiyonluyordu.
-
Kimse “büyüye inanmıyorum” demeye cesaret edemiyordu.
-
En rasyonel kişiler bile hurafelere sığınıyordu.
🔚 Genel Değerlendirme: Adaletin Çöküşü
Sihirbazlık davaları, sadece bireysel mağduriyetler değil, tüm hukuk sisteminin nasıl çöktüğünü gösteren örneklerdir. Bu davalar, yargının halkın korkularına teslim olduğu, adaletin hurafelere kurban edildiği dönemlerin açık göstergesidir.
Mahkemeler, halkın sesi olmak yerine onların hezeyanlarına alet olmuştur. Kanunlar, hakikati değil, inancı korumak üzere şekillenmiştir.
Şunu kabul etmek gerekir:
Büyücülük davalarının sonunda sadece cadılar değil, akıl, vicdan ve adalet de yakılmıştır.
📌 Tarihten Günümüze Yansımalar
Bugün bile, bireylerin farklılıkları, toplumsal önyargılar ve inanç temelli ayrımcılıklar, modern versiyonlarıyla sürmektedir. Artık cadılar yakılmıyor olabilir; fakat fikirler, hayat tarzları ve kimlikler, farklılıkları nedeniyle hala mahkûm edilebiliyor.
Bu nedenle sihirbazlık davaları sadece tarihsel değil, evrensel ve zamansız bir uyarıdır:
-
Adalet, korkuya değil, delile dayanmalıdır.
-
Yargıç, halkın gazabının değil, hukukun temsilcisi olmalıdır.
-
Toplum, farklı olana tahammül etmeyi öğrenmelidir.
🧾 Son Söz
Cadı avı bitmedi. Biçim değiştirdi.
Bugünün modern toplumları, geçmişin bu karanlık sayfasından gerekli dersi almadıkça; önyargı, korku ve cehalet, yeni hedefler bulmaya devam edecektir.
Adaletin terazisi ancak bilgi, sabır ve vicdan ile dengede kalabilir.
BU İÇERİK, 1941 TARİHLİ “TARİHİ DAVALAR” İSİMLİ ESERDEN FAYDALANILARAK HAZIRLANMIŞTIR.