Nunberg’teki Alman Milli Müzesi’nin müdürü beni gezdirirken:
-İşkence aletlerinin bulunduğu bölümü halka göstermiyoruz, dedi. Fakat siz bu aletleri görmek için çok uzaklardan geldiğiniz için bir istisna yapacağız.
Bunları söyledikten sonra beni müzenin bodrum katına indirdi ve kilitli bir kapıyı açtı.
Mağara benzeyen bir yere inmiştik. Karanlık koridorlardan yürümeye başladık. Müze müdürü el feneri ile yolumuzu aydınlatıyordu. Duvarlardan birinin içeri gömülü kapısı önünde durdu, elindeki bir anahtarla kapıyı açtı.
İçeri girdiğim anda nefesim tutulur gibi oldu. İşkence için kullanılan madeni aletleri görmeyi beklerken, karşımda canavarlar belirmişti. Duvarlarda madenden ve taştan yapılmış korkunç insan başları ve vücutları, yerlerde de işkence sonucu kıvranan insan heykelleri vardı.
Müze Müdürü:
-Evet dedi. Eski devirlerin işkence hakimleri insan ruhunu çok iyi tanıyorlardı. Burada gördükleriniz işkencenin ikinci derecesidir. Birinci derecesi soruşturma idi. İkincisinde mahkuma işkence aletleri gösterilir. Üçüncü derecede ise bu aletler onun üzerinde kullanılırdı. Mesela, şu duvardaki boyunduruk eski devirlerde zina yapan kimselere takılırdı.
Demir Kız
Odayı gezerken Nürnberg’in «demir kız» adı verilen en tanınmış işkence aletini aradım. Bu alet, demirden yapılmış ve ortasından açılan insan boyunda bir kız heykeliydi, içi sivri çivilerle kaplıydı. Mahkum bunun içine konunca çiviler vücuduna saplanırdı.
Odadaki aletler içinde en ilgi çekicilerinden biri de kemik kırma tekerleği idi. Mahkum bağlandıktan sonra tekerlek çevrilmeye başlanır ve kemikler birer birer kırılırdı. Diğer bir alet de içinde kurşun eritilen işkence tenceresiydi. Eritilen kurşun mahkumların damarlarına akıtılırdı. «Fas» adı verilen işkence aleti ise beşik biçimindeydi. İçersi sivri iğnelerle kaplıydı, mahkum bunun içine konur ve sallanırdı. En korkunç aletlerden biri de kafatası kırma makinesiydi. Bu alet kafa biçiminde yapılmış demir bir maskeydi.; üst ve alt taraflardan vidalar sıkıştırılmaya başlanırdı. Sıkıştırılmanın son kısmına doğru mahkumun gözleri yuvalarında fırlar ve maskenin göz deliklerinden dışarı çıkardı.
Müze müdürü çeşitli aletleri göstermeye devam ederek şunları söyledi:
-Eski devirlerde bu işkenceler yapıladursun, halk sanat kollarında çok ileri idi. Bir çok hassas aletler imal ediliyordu. Bu arada işkence aletlerinden bir kısmı da maharetli sanatkarların elinden çıkıyordu. Bakın şu küçük alete mesela, el ve ayaklardaki kemikleri yerlerinden çıkarmak için kullanılıyordu. Bu aletleri kullanan işkence adamlarının anatomiden iyi anlamaları gerekiyordu. Bugün bile bir çok anatomi bilgisi eski devrin işkence odaları hakkında toplanan bilgilerden gelmektedir.
Odayı gezmeye devam ettik. Demir tavşan adı verilen aleti gördüm. Bu alet, üzerinde sivri çiviler bulunan bir demir silindirdi. Mahkumun vücudu üzerinde aşağı yukarı gezdiriliyordu. Sonra ince, uzun pensler vardı. Bunlar mahkumun muhtelif yerlerinden vücuduna kızgın kömür sokmak için kullanılıyordu. Özel ve kenarları keskin kaşıklar vardı, bunlarla insanların gözleri oyuluyordu. Yine ince ve uzun şişler burun ve kulaklardan içeri sokulmak için kullanılıyordu.
Cellat Franz’ın Hatıraları
Müze direktörüne:
-Bu işkenceleri yapanlar ne tip insanlardı? diye sordum.
-Çoğu çalışkan, zeki, hata bazıları merhametli idiler. İşkence aletlerini kullanmak, onların göreviydi. Mesela Franz Schmidt adında bir işkence memurunun hatıra defteri elimizdedir, belki bunu okumak istersiniz. Bu adam Nunberg’te kırk yıla yakın bir süre işkence memurluğu yapmıştı. Franz fertlerinin çoğu cellat olan bir aileden geliyordu. İşkencelerden sonra mahkum ölünce onların cesetleri üzerinde çalışmalar yapar, anatomi bilgisini arttırırdı. Çeşitli buluşları da vardı. Mahkumlar işkenceden kurtulmak intihara kalkışmasınlar diye demir bir maske yapmıştı. Çünkü o devirde bazı işkence mahkumları dişleriyle bilek damarlarını ısırıp (kendilerini) öldürüyorlardı.
Fakat bu Franz Schmidt denen işkence memurunun insani bir tarafı da vardı. Mahkeme tarafından işkenceye mahkum edilen bir grup kadının sihirbazlık suçlarını korkudan kabul ettikleri kanaatine varmış ve bunu mahkeme üyelerine kabul ettirerek kadınları kurtarmıştı. Nunberg’te bu adamın yardımıyla bir çok kimseler kendilerini işkenceden kurtarmıştı.
Franz, görevini merhametsizce değil, fakat dikkatle yapan bir adamdı. Mesela tekerlek üstünde mahkumun birer birer kemiklerini kırarken, kanuni sayı olan kırkıncı kemiğe kadar mahkumun ölmemesine dikkat ederdi. Bu işkencede mahkumun evvela ayakları bir boru içersine sokulur ve yukarıdan indirilen ağır bir cisimle kemikler azar azar kırılır, sonra bir çekiçle kaburga kemikleri aynı şekilde kırılırdı. Bir seferinde Franz Schmidt şehir merkezinin takdirini kazandığı bir işkence şekli tatbik etmişti. Marl Kursnerin adında bir hayat kadınını mahkeme işkenceye mahkum etmişti. Franz Schmidt kadını kulaklarından duvara çiviledi ve kırbaçlamaya başladı. O kadar şiddetli bir kırbaçlamaydı ki, kadın kendisini kurtarmak için kulaklarını koparıp kaçtı.
Franz Schmidt’in takdir edildiği diğer bir olay büyücülükle ilgiliydi. Niklaus Stuler adında bir adam büyü yapmakta kullanmak için doğmamış çocuk parmağı bulmak için üç hamile kadını öldürmüştü. İşkenceye mahkum edildi. Franz Schmidt adamın vücudunun etlerini kızgın kıskaçlarla parça parça koparmak suretiyle işkenceyi tatbik etti. Bu cellat bir seferinde görevini yapmaktan affedilmesini istedi. Kayınbiraderini işkence ile ölüme mahkum ettiler. İşkence Mahkemesi, kararın tatbikinde ısrar etti, ancak Schmidt’in hislerine saygı duyarak kayınbiraderini kırk yerine otuz kemik kırmak suretiyle öldürmesine müsaade ettiler. Schmidt çok minnettar kalmıştı.
Franz, hatıra defterinde 361 kişiyi idam etmesini ve kadın, erkek olmak üzere 345 kişiyi de işkenceye tabi tutmasını anlatmaktadır. Ancak hatıra defteri görevinin iki üç yılına aittir. Halbuki kırk yıla yakın bir süre cellatlık ettiğine göre de kaç kişiye işkence aletlerini tatbik ettiği tahmin edilebilir. Hatıra defterinde çok enteresan olayların kaydı vardır. Mesela bir yerinde başı uçurulan bir mahkumun kafası koptuktan sonra ağzının beş dakika konuşmak ister gibi açılıp kapandığından bahseder.
Engizisyon İşkenceleri
XII. yüzyılda Avrupa’da bazı yeni Hıristiyan mezhepleri türemişti. Bunların Hıristiyan dini ile aykırılık derecelerini tahkiki etmek üzere Enkizitörler adı ile bir soruşturma teşkilatı kuruldu. Engizisyon kelimesi bundan gelir. Engizisyon hakimlerinin görevi dine aykırı fikirler ileri sürenleri sorguya çekmek ve suçlu bulduklarını işkence ile yola getirmekti. Engizisyon mahkemelerinin tatbik ettikleri işkence sistemi sadece mahkuma acı vermek değildi. Bu mahkemeler işkenceyi sanat haline getirmişlerdi. İşkenceden evvel psikolojik tazyik, tatbik ediliyordu. Sorguya çekilecek şahıs, gece yarısı siyah elbiseler giymiş muhafızlar tarafından evinden alınır, kendisiyle tek bir kelime konuşulmaz ve zindana götürülürdü. Şahıs bu zindanda günlerce kanalıkta, tek başına bırakılır, soruşturma günü gelince, yine siyah elbiseli muhafızlar tarafından alınıp hakimlerin önüne götürülürdü.
Mahkeme salonunda siyah giymiş hakimler, yüksek bir masa etrafında otururlardı. Salonun zeminine, akacak kanların etrafa dağılmaması için talaş serpilmişti. Duvarlarda siyah ve kırmızıya boyanmış çeşitli işkence aletleri asılı olurdu. Aletlerin ön tarafında ise cellatlar başlarında siyah maske, bellerine kadar soyunmuş oldukları halde kollarını kavuşturur vaziyette beklerlerdi.
Mahkeme işkenceye karar verince ilk tatbik edilen usul mahkumu çırılçıplak soyduktan sonra beline bir kemer bağlayıp tavandan aşağı sarkan bir çengele asmaktı. Asılı durumdaki mahkumun bundan sonra vücudunun muhtelif yerleri iplerle sıkılıyordu. İplerle yapılan işkence mahkumdan istenen itirafı sağlamazsa hakimler bu sefer Strapado denen ikinci usulü tatbik ediyorlardı. Mahkumun elleri arkadan bağlanıyor ve sadece ayaklarının ucu yere değecek yüksekliğe kadar iple yukarı çekiliyordu. Bu acıklı durumdan mahkumun muayyen bir duayı üç kere tekrarlaması gerekiyordu. Ondan sonra yere indiriliyor ve on beş dakika istirahate terk edilip yeniden iple yukarı çekiliyor, fakat bu sefer ayaklarına kurşun ağırlıklar bağlanıyordu. Yine suçunu itiraf etmezse hızla yere koyuveriliyor ve bu yüzden kolları omuz mafsallarından çıkıyordu.
Su işkencesi, en korkunç işkence usullerinden biriydi. Bütün diğer usuller mahkumdan istenen itirafı sağlamazsa su işkencesi tatbik ediliyordu. Mahkum bir merdivene bağlanıyor, ağzı bir demir çubukla açılıyor ve boğazına bir bez parçası tıkanıp üzerine su dökülüyordu. Mahkum suyu içtikçe boğulmamak için bez parçasını yutmaya mecbur oluyordu. Ondan sonra işkence memurları ucuna ipi bağladıkları bezi adamın midesinden kanlar içinde çekip tekrar dışarı çıkarıyorlardı. Gerekirse işkence tekrarlanıyordu.
Bir İşkence Sebebi:Temiz Giyinmek
Mahkum tevkif edilip işkence mahkemesi önüne getirildiği zaman kendisini suçunun ne olduğu söylenmez, sadece itiraf etmesi istenirdi. Mesela bir kadın cumartesi günü temiz iç çamaşırı giydiği için tevkif edilip mahkemeye getirilmişti. Cumartesi Musevilerin tatil günü olduğu için, kadının Hıristiyanlığı bırakıp, Musevi iolduğuna hükmedilmişti. Kadın neden tevkif edildiğini bilmiyordu. Kendisini evvela ip işkencesiyle söyletmeye çalıştılar, fakat kadın acılar içinde yalvarıp yakarıyordu, suçunun ne olduğunu, neyi itiraf etmesini istediklerini bilmek istiyordu. Kadını ipten sonra su işkencesine koydular, dört gün zindanda bıraktırlar ve işkenceleri tekrarladılar. En sonunda kadın işkence hakimlerinin sorularından ne istediklerini hissetmiş ve canının kurtarmak ümidiyle, Evet, evet ben Museviliğin kabul ettim, demişti.
Münih milli müzesindeki işkence aletleri arasında da dehşet verici olanlar çoktur. Sivri çivilerle kaplı bir iskemleye oturtulur, fakat ilk anda koltuklara tutunmasına müsaade edilirdi. İskemlenin koltukları da çiviliydi. Bir süre sonra mahkum boynuna ağırlıklar asılır ve oturmaya zorlanırdı. Bu müzede eski devirlerde de var. İşkence mahkemeleri mahkuma dua etmesini ve suçu yoksa kızgın demirin yakmayacağını söylerlerdi. Şayet mahkumun eti yanarsa suçlu olduğuna hükmedebilirdi.
İşkence tarihinin en ünlü adı İspanya da on bin kişiyi yakan ve yüz bin kişiyi de çeşitli işkencelerle öldüren Torkemada idi. Papaz olan bu adan dehşet verici görevine rağmen basit bir elbise ile geziyor, et yemiyor ve bir tahta kerevet üstünde yatıyordu. Kendisine yüksek mevkiler teklif edilmişti; fakat o basit hayatı tercih ettiğini söylüyordu. Torkemada’nın bulunduğu işkence usulleri çok korkunçtu. Museviler yakalanınca bunlar ayaklarından baş aşağı asılır ve alt tarafa aç köpekler saldırtılırdı. Köpekler asılı insanları param parça ederlerdi. Bazı mahkumların tabanlarına tuzlu su sürüp bunları keçilere yalatırlardı. Şiddetli gıdıklanma yüzünden mahkumların çoğu akıllarını kaçırırdı.
Özel İşkence Aletleri
Kadınlar için çeşitli işkence aletleri vardı. Örümcek adı verilen demir aletin kıskaçları arasında sıkıştırılan kadının göğüsleri çekilerek koparılırdı. Engizisyoncuların en feci işkencelerinden biri Bertrand le Blas adında yarı deli mutaassıp bir adamın başına geldi. Le Blas dini bir merasim sırasında papazlara küfür etmiş ve haçları yere yıkmıştı. Adamı orada yakalayıp şehrin büyük meydanına götürdüler, ellerini bileklerinden kızgın demirlerle kıvırıp kopardılar, dilini dışarı çekip kestiler, vücudunun bir ucundan diğerine kızgın bir demir soktular ve demir üzerindeki adamı ateş üstündü kızartıp öldürdüler.
Şeyhulislam Feyzullah Efendi’ye Reva Görülen İşkence
II. Sultan Mustafa zamanındaki bir ayaklanma sırasında yeniçerilerin, Sultan Mustafa’nın hocası Şeyhülislam Feyzullah Efendi’ye reva gördükleri işkence şekli bir ibret numunesidir: Asiler, on üç gün hapsettikleri Şeyhülislam’ın burnunu, kulaklarını ve dudaklarını kestikten sonra, bir ata ters bindirerek Edirne bit pazarına getirdiler. Burada, çeşitli işkenceler yaparak öldürdükten sonra cesedinin ayağına ip bağlayarak zorla toplattıkları Hırıstiyanlar’a sürüklettiler ve papazlara da cenaze ayini yaptırdılar.
Daniel P. MANNIX tarafından yazılmış olup, Naci SEREZ tarafından dilimize çevrilmiştir. Sitemize ilk olarak 2003 yılında aktarılmıştır.