Site icon Ankahukuk Sitesi

Abdullah Öcalan Davası – Temyiz Duruşması – 21 Ekim 1999

Abdullah Öcalan`ın idam cezasına mahkum olduğu davanın Yargıtay 9. Ceza Dairesi`ndeki temyiz duruşması 21 Ekim 1999 Perşembe günü yapıldı.

Temyiz duruşmasında Öcalan’ın hazırladığı 30 sayfalık savunmayı sanık avukatlarından İrfan Dündar okudu. Sanık Öcalan, savunmasında, İmralı Adası`ndaki duruşmalarda dile getirdiği görüşlerini tekrarladı. Bu davanın resmi hukuk sınırları içinde değerlendirilemeyeceğini, sorunun sosyal, siyasal ve tarihsel nedenleri bulunduğunu savunan sanık Öcalan, gerek iddianamede, gerekse mahkeme kararında kendisinin şiddeti sona erdirme çabalarının fazla dikkate alınmadığını iddia etti.
    
Kurtuluş Savaşı`nda Kürtlerin de aktif olarak yer aldığını belirterek, Atatürk`ün Cumhuriyet`in başlangıcındaki kuruluş felsefesinden uzaklaşıldığını öne süren sanık Öcalan, “Cumhuriyet, oligarşik bir yönetimin eline geçti“ görüşünü savundu.
    
Öcalan, yakalanmasında uluslararası hukukun ihlal edildiğini, başta Yunanistan olmak üzere bazı Avrupa ülkelerinin komplocu yöntemlere başvurduğunu iddia etti. 

Mevcut Anayasa`nın hukuk devleti önünde en büyük engel olduğunu, Cumhuriyet döneminde Kürt varlığının inkarının 1970`li yıllarda terör örgütü PKK`nın doğmasına yol açtığını savunan Öcalan, savunmasında, “Asli unsur olan Kürtlerin dilinin yasaklanması trajik bir durumdur. Atatürk`ün amacı bu değildi. Cumhuriyetin kuruluşundaki kaygıları anlıyorum. Ancak daha sonra, demokratik dönüşüm sağlanamadı. Genel bir devlet kavramı oluşmadı“ ifadelerine yer verdi.

Değişen dünya ve Türkiye koşullarında şiddetle bir yere varılmayacağını anladığını kaydeden sanık Öcalan, bunun için 1993`ten itibaren örgüt içinde büyük bir mücadele verdiğini savundu. Öcalan, avukatı Dündar tarafından okunan savunmasında şu görüşleri savundu:
   
“Ben 1993`ten itibaren 2 kez tek taraflı ateşkes çağrısı yaptım. Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Genelkurmay`a dolaylı da olsa mesajlar ilettim. PKK`nın eski program ve eylemlerinin çözüm için 
yeterli olmadığını gördüm. Şiddetin çözüm olmadığını anladım. Çatışma acıyı derinleştiriyordu. 

 Suriye çıkışında dağ yerine Avrupa`ya gitmem şiddete son vermek içindir. Silahlı çatışmaya son verme çağrıma 1 Eylül`den itibaren kısmen de olsa uyuldu. Genelkurmay`ın açıklamalarında eylemlerin yüzde 90 azaldığı belirtilmektedir.“ 

Öcalan, savunmasında, Yargıtay Başkanı Sami Selçuk`un yeni adli yılın açılışında yaptığı konuşmanın, ülkenin demokratikleşmesinde önemli bir yeri olduğunu da ifade etti.

1 Eylül Dünya Barış Günü`nde yaptığı çağrının, terör örgütünün eylemlerinde azalmaya yol açtığını öne süren Öcalan, bu gelişmelerin, kamuoyuna da olumlu yansımaları olduğunu savundu.
    
Ülkenin demokratikleşmesi gerektiği yönündeki eleştirilerin hem devlet kademelerinden hem de dışarıdan yapıldığını belirten Öcalan, Cumhuriyet`in kuruluşu ve bundan sonraki gelişmelere de savunmasında yer verdi. 
    
Artık sağ-sol, asker-sivil, iktidar-muhalefet ayrımı yapılmadan çözüm olanaklarının ortaya çıkarılması gerektiğini savunan Öcalan, gerçek ve tarihi bir sözleşme arandığını ifade etti. 200 yıldır etnik kavgalar yaşandığını, darbeler olduğunu, ancak temel toplumsal sözleşmenin imzalanamadığını öne süren Öcalan, şunları savundu:
    
“Cumhuriyet`in yaşadığı ve haketmediği eksiklik budur. Yapılamayan toplumsal sözleşme, kendini her alanda hissettirdi. Düşünce özgürlüğü eksikliği yaşandığı açık. Toplumun travmatik durumu, deprem gibi temel olaylarda da kendini gösteriyor.“

Öcalan, İsviçre, Rusya, Avustralya, ABD gibi ülkelerde, farklı kökenden gelen ulusların bir arada yaşayabildiğini kaydetti. Bir ülkedeki farklılıkların, özgürce yaşanmasının, demokrasinin zenginleşmesinin temelini oluşturduğu anlatan Öcalan, “Demokratik sistemin zengin, çözümleyici öğesinin başarısı kanıtlanmıştır“ ifadesini kullandı. Öcalan, toplumsal sözleşme kavramının ne kadar önemli ve vazgeçilmez olduğunun görülmesi gerektiğini savundu.

Kendisinin yargılanmasının resmi hukukun dar ve sınırlı maddeleriyle sınırlandırılmaması gerektiğini savunan Öcalan, “Ben, Cumhuriyet`in özüne değil, oligarşik saptırılmasına karşı savaştım. Bu dava, demokratik Cumhuriyet ve anayasası ile sonuçlandırılacaktır“ dedi. 
    
Ülkenin ekonomik ve sosyal yapısının geliştiğini ve kültürel birikiminin yeterli hale geldiğini anlatan Abdullah Öcalan, ülkede bir hukuk olgusunun da oluştuğunu belirtti. Öcalan, “Bugünkü demokrasi tartışmasının altındaki gerçek budur. Bunu yapmadan, her adım ters teper“ dedi.
    
Cumhuriyet tarihinde yaşanan darbeler sonucunda, anayasaların lağvedildiğini, bunun sonucunda da bazı çıkar odaklarının, haketmedikleri boyutta kendilerini ifade edebildiklerini öne süren Öcalan, bu nedenlerle ulusal ve toplumsal hukukun oluşturulamadığını savundu.

Tarihi toplumsal sözleşmeye geçiş konusunda bir adım atılması gerektiğini savunan Öcalan, yeni toplumsal sözleşme yapıldığı takdirde düşünce, inanç ve yaşam farklılıklarına müdahale edilemeyeceğini ifade eden Öcalan, özgürlük ve eşitliğin, adil rekabetin özü olacağını kaydetti.
    
Düşünce, inanç ve kültür farklılıkları kabul edilince toplumsal zenginliğin ortaya çıkacağını ifade eden Öcalan, her özgürlük yasal güvence altına alınacağı için de devletin babalığına ve dinlerin ilahlığına gerek kalmayacağını öne sürdü.

Abdullah Öcalan, Cumhuriyet`in, Kürt karşıtı olmadığına inandığını, Kürtler için bir nimet olduğunu kaydetti. Öcalan, “Özgür birey olarak Cumhuriyet`in vatandaşı olmak, bir onurdur“ dedi. 
    
Demokratik Cumhuriyet için sürekli barış çağrısı yaptığını savunan Öcalan, “Ayrıcalık talebimiz yok. Ne ayrı devlet ne federasyon ne otonomi. Demokratik uzlaşmada gerek de yok“ görüşünü savundu.
    
Bütün bu çağrılarını barış ve kardeşlik için yaptığını savunan sanık Öcalan, TCK`nın 125`inci maddesine göre verilen kararda bir değişiklik olacağını sanmadığını da dile getirdi.

Sanık Öcalan, silahları bırakma çağrısının, terör örgütü PKK`nın yapacağı kongrede de resmileştirileceğini ileri sürdü.   
    
Sanık Öcalan, yazılı savunmasının son bölümünde, “Halkımın özgür birey olarak demokratik Cumhuriyet içinde yaşamasının en doğru yol olduğuna inanıyorum. Barış ve kardeşlik çağrısı yapıyorum“ dedi.

AVUKATLARIN SAVUNMASI  

Mahkeme gerekçesi, yargılama usulü ve suç vasfına ilişkin savunmayı sanık avukatlarından Ercan Kanar yaptı. Sanık avukatı Ercan Kanar, yargılamanın olağanüstü koşullarda yapıldığını savundu.  Yargıtay`ın vereceği kararın, yeni bir sayfa açılması bakımından önemli olduğunu ileri süren Avukat Kanar, yerel mahkemedeki yargılamada özgür ceza hukuku anlayışının egemen olmadığını savundu.
    
“Sanığa (bebek katili), (canavar) demek kolaydır. Ancak bu, problemleri çözmez. Yargıçlar birer filozoftur, sosyologtur“ görüşünü savunan Kanar, yargıçların, suçun altında yatan gerçek nedenleri de araştırması gerektiğini ileri sürdü. Kanar, “Suç, sanık zembille inmedi. Suçun ekonomik, politik ve sosyal nedenlerini yargıçların değerlendirmesi gerekir“ diye konuştu.
    
Kanar, yerel mahkemenin 280 sayfadan oluşan kararının gerekçesiz olduğunu iddia etti.

Sanığın yakalanmasından itibaren Ceza Muhakemeleri Usul Kanunu`na uyulmadığını savunan Kanar, sanığın yakalanmasının da iç ve uluslararası hukuka aykırı olduğunu öne sürdü. Kanar, Başbakanlık Kriz Yönetim Merkezi`nin davada belirleyici olduğunu kaydetti.

Müdahil ve savunma avukatlarının sayısının sınırlandırılmasının da yasaya aykırı olduğunu iddia eden Avukat Kanar, İmralı Adası`ndaki duruşmalarda aleniyetin sağlanmadığını savundu. Kanar, “Devlet, davanın TRT ve Anadolu Ajansı aracılığıyla tek taraflı ve istediği doğrultuda yansımasını sağladı. Sanık avukatlarının savunması, kamuoyuna yansıtılmadı“ dedi.
    
Avukat Kanar, delillerin değerlendirmesinin yapılmadığını, eylemlerle ilgili maddi kayıtların raporlarının tartışılmadığını önü sürdü.
    
Ercan Kanar, İmralı Adası`ndaki duruşmanın adil ve tarafsız yapılmadığını ve müvekkilinin savunma hakkının kısıtlandığını öne sürerek, Öcalan`ın idam cezasına çarptırılmamasını istedi.
    
Ankara 2 Nolu DGM`nin idam kararının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve diğer uluslararası sözleşmelere aykırı olduğunu öne süren Kanar, bu sözleşmelerde dürüst ve adil yargılanma hakkının kriterlerinin ayrıntılı biçimde yer aldığını ifade etti.
    
İmralı Adası`ndaki davada, bu sözleşmelerin öngördüğü fırsat eşitliği ve savunma açısından yeterli imkan verilmesi ilkelerinin uygulanmadığını savunan Kanar, ayrıca yerel mahkemenin kararının gerekçeden yoksun ve Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu`na (CMUK) aykırı olduğunu ileri sürdü.
    
Kanar, ayrıca, İmralı Adası`nda bir kişi için cezaevi ihdas edilmesinin de yasalara aykırı olduğunu ifade etti. Bu cezaevinin yönetmeliğinin İnsan Hakları Mahkemesi`nin uyarısı üzerine sonradan çıkarıldığını ileri süren Kanar, ayrıca müvekkilinin 45 klasör ve binlerce belgeden oluşan dava dosyasını incelemeden mahkemeye çıkarıldığını öne sürdü.
    
Ankara 2 Nolu DGM`nin kararına esas yönünden de itiraz eden Kanar, mahkemenin suçu tartışırken fotoğrafı iyi çekmesi ve haritayı iyi çıkarması gerektiğini bildirdi. Ana dil yasağı, olağanüstü hal uygulamasının süreklilik kazanması, özel tim, koruculuk gibi gerçeklerin görmezlikten gelinemeyeceğini kaydeden Kanar, “Mahkemenin yaptığı değerlendirmede PKK sıradan bir terör örgütü gibi değerlendirilmiş. Bu, OHAL Valiliği ve İçişleri Bakanlığı 
tespitlerine de aykırıdır“ diye konuştu.
    
Terör örgütünün eylemleri sıralanırken, yaşamını kaybeden 30 bin kişi arasında PKK mensuplarının bulunduğunun da belirtildiğini kaydeden Kanar, terör örgütünün 100 bin civarında taraftarı bulunduğunu öne sürdü.
   
Yerel mahkemenin, suç vasfında da yanlış saptama yaptığını ileri süren Kanar, müvekkili hakkında TCK`nın 125`inci maddesinin değil 168`inci maddesinin uygulanması gerektiğini savundu. Olayda, “zarar suçu“ bulunduğunu öne süren Kanar, 168`inci maddenin bağımsız bir suç olduğunu ve ikame edilmemesi gerektiğini belirtti.

Müvekkilinin PKK`lı teröristleri azmettirmediğini de iddia eden Kanar, bu teröristlerin eylemlerini kendi iradeleriyle gerçekleştirdiklerini ileri sürdü.
    
Kanar, savunmasının son bölümünde, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi`nin Ek-6 numaralı protokolünün idam cezasının kaldırılmasını öngördüğünü anımsatarak, Türkiye`nin de 2000 yılına girerken bu cezayı yasalarından çıkarması gerektiğini savundu. Kanar, “2000 yılına girerken, ölüm cezasına karşı bir mahkememiz var demek istiyoruz. Şiddetsiz bir toplumun önünün açılmasına mahkemenizin katkısı olacaktır“ diyerek sözlerini tamamladı.

Yargıtay 9. Ceza Dairesi, sanık Abdullah Öcalan`ın temyiz istemine ilişkin kararı 25 Kasım 1999 Perşembe günü yapılacak duruşmada açıklayacak.

(Bu sayfalar Anadolu Ajansı‘nın internet sitesinden alınmıştır.)
Anadolu Ajansı’nın web adresi http://www.anadoluajansi.gov.tr

Exit mobile version