18 Ağustos 1958 günü Üsküdar Salacak’ta, 30 yaşındaki Elif Gülcan, kızı Zeliha (10), oğlu Nusret (7) ve komşularının çocuğu Birsen (5)’i öldürme suçlaması ile yargılanan, yargılanma sonrasında idam cezasına çarptırılan ve idam cezasının infazı 19 Aralık 1962’de gerçekleştirilen Kandemir Sipahipala’nın akıllara durgunluk veren ve kan donduran hikayesini ve yargılanma ve yargılanma sonrası mahkum olduğu idam cezasının infazı süreçlerini sizlerle paylaşıyoruz.
ÖNEMLE UYARIYORUZ! BU SATIRDAN SONRA BAŞLAYACAK İÇERİĞİMİZDEKİ KİMİ İFADELER, OLDUKÇA RAHATSIZLIK VERİCİ BOYUTTADIR
İçindekiler
Cinayetlerin Hikayesi
(Akis Dergisi’nin 6 Eylül 1958 tarihli sayısından alınmıştır.)
Bir sabah ellerine gazetelerini alanlar “Bursa felaketzedelerine yardım kampanyası açıldı” başlığının hemen yanı başında “Yılın en hunharca cinayeti işlendi, bir kayıkçı bir kadını ve üç çocuğu öldürdü” başlıklı bir haberle burun buruna geldiler. Bilhassa bir takım bulvar gazetelerinin telleyip pullayıp verdikleri tafsilata göre bu cinayet son derece vahşice işlenmiş ve dört cana kıyılmıştı. Tabii âdet olduğu üzere bu cinayete derhal bir ad da takıldı: Çiftekayalar cinayeti
Çiftekayalar, Salacak iskelesi civarında bilhassa semt sakini kadınların ve çocukların denize girdikleri bir yerdir. Bu civarda sandalcılık yapan Kandemir Sipahipala adında bir genç, bir akşam üstü sahilden kendine el eden dört kişilik bir grubu müşteri olarak sandalına almış, sandaldaki üç çocuğun arzusu üzerine de kürekleri Kızkulesine doğru çekmeğe başlamıştır. Fakat bu arada çıkan gündoğusu rüzgârı, Kandemir’in o gün öğleden sonra içtiği rakı ve şaraba ilâve edilince sandal açıklara doğru sürüklenmeğe başlamıştır. İşte bu arada tam karşısında oturan çocukların annesine gözü çakılan Kandemir, bir ara etrafın ıssızlığından istifâde ederek kadına arzularına ram olmasını teklif etmiş, fakat iki çocuk annesi Elif Gülcan bu teklifi şiddet ve nefretle reddetmiştir. Ne olmuşsa da bu redden sonra olmuş, alkol, sıcak ve şehvetten iyice gözü dönen Kandemir Sipahipala işi alenen tehdite dökmüştür. Elif Gülcan’a şayet dediğini yapmazsa hepsini teker teker öldüreceğini söyleyerek göz dağı vermek istemiş, kadın gene de direnince, sandalın baş tarafında oturan ve biri kız bir oğlan iki küçük çocuğu birer tokat darbesiyle denize yuvarlamıştır. Ahırkapı açıklarına sürüklenmiş olan sandaldan düşen çocuklar civardaki akıntının da tesiri ile kuvvetli akıntı arasında kaybolup gitmişlerdir. Elif Gülcan’ın iki yavrusundan geriye, denize düşerken kopartıkları “anneciğim” feryadından başka bir şey kalmamıştır. Korkudan ve şaşkınlıktan ne yapacağını bilemeyen zavallı anne de bu arada bir darbe ile denize yuvarlanmış, Elifi, a akşam gezmeğe beraver çıktıkları 10 yaşındaki Birsen adındaki kızcağız takip etmiştir. Ancak denize atılan iki yavrucağın aksine derhal derinlere sürüklenmeyen ve sandal terafında yümeğe, bağırışıp ağlaşmağa başlayan iki kişiyi gören canavar ruhlu sandalcı bu sefer de bunların kafalarına kürekle vurarak öldürmek istemiş, ancak yediği kürek darbesi ile kafası yarıldığı halde kendini kaybetmeyen 34 yaşındaki Elif, korku ve çaresizlik içinde kendisine emanet edilmiş olan komşusunun kızını olsun kurtarabilmek endişesi ile, sandaldaki gözleri dönmüş Kandemir’e “Birsen’i kurtar, bana istediğini yap!” diye bağırmağa başlamıştır. Bunun üzerine zaten bu talebi bekleyen Kandemir elini uzatarak iki kurbanını yeniden sandala almış ve korkudan, heyecandan baygınlaşan Elif’e tecavüz etmiştir. Bu kadarla da yetinmeyen Kandemir Elif’le işini gördükten sonra bu sefer de yakayı ele veririm endişesi ile kadını yeniden denize atmış ve küreklere asılmıştır. Kınalıada açıklarına sürüklenen kayığı Kandemir burada demirlemiş ve kısa bir müddet uykuya yatmıştır. Fakat tam bu arada civarda bir balıkçı sandalının seslerini işiten Kandemir, korkudan derhal Birsen adındaki çocuğu sandalın baş altındaki brandaların altına sokmuş ve “sakın sesini çıkarma” diye de talimat vermiştir. Balıkçı kayığındakilerden ekmek ve su isteyen Kandemir, karnını da doyurduktan sonra yeniden küreklere asılmış ve açıklara doğru gitmiştir. Bu sefer de gözleri karşısındaki 10 yaşındaki yavruya dikilen canavar sandalın içinde O’nu da soymuş ve orasıyla burasıyla oynamağa başlamıştır. Bir ara parmağı ile küçük kızın bikrini de izale eden Kandemir çocuğun ağlayıp bağırması üzerine bacaklarından tuttuğu kızı baş aşağı denize ballandırarak boğmuş ve dalgaların arasına bırakıvermiştir.
Hadiseden tam bir hafta geçtikten sonradır ki, bu korkunç canavar Sarıyer’de bir inşaatta çalışırken polisler tarafından yakalanmış ve adalete teslim edilmiştir.
Yakalanma Süreci
(Ekşisözlük yazarı tunaktunaktun tarafından yazılan içerikten alınmıştır.)
18 ağustos 1958 günü akşam olduğunda Elif Gülcan ve yanındakiler evlerine dönmezler. Gülcan’ın Beyoğlu’nda bir sinemada bekçilik yapan eşi polise haber verir ve arama başlatılır.
Görgü tanıklarına ulaşan polis, Gülcan’ın yanındakilerle beraber bir kayığa bindiğini öğrenir. Moda, Kadıköy, Üsküdar vs. derken sonunda Salacak’taki kayıkhaneye giden polis oradaki tüm kayıkçıları sıraya dizerek içtima alır ve eksik olan tek kişiyi tespit eder: 27 yaşındaki Kandemir Sipahipala adlı kayıkçı ve onun 6855 numaralı kayığı.
Derhal Kandemir Sipahipala için yakalama emri çıkarılır. Cankurtaran’da oturan ailesine polis resmi bir telgraf yollayarak yerini biliyorlarsa oğullarını teslim etmelerini ister. Bu arada bazı kayıkçılar onun, “Kayığım battı, Sarıyer’e eski püskü bir tane almaya gidiyorum” dediklerini hatırlarlar. Sonunda çember daralır ve 24 Ağustos günü Sipahipala Sarıyer’de bir balıkçı barınağında yakalanır. Yakalandığında, polise dediğine göre, suçunu itiraf eder ve “Ne yaptığımı biliyorum, cezasını da” der.
Savcılık İfadesi
Kandemir Sipahipala’nın çıkarıldığı savcı huzurunda vermiş olduğu ifadesi’nden bir bölüm:
(Ekşisözlük yazarı tunaktunaktun tarafından yazılan içerikten alınmıştır.)
“…kadın ve çocuklar sandala bindiler. Kız kulesine doğru açılmaya başladık. Dalgalardan kadının bacakları açılıyor, eteği sağa sola savruluyordu. İyice tahrik olmuştum. İlişki teklif ettim. Kadın ise çocukları göstererek olmaz dedi. İki tokatla erkek çocuğu ve küçük kızı denize attım. Kadın ve büyük kızı birbirlerine sarılıp ağlamaya başladılar. Yalvarıyorlar, merhamet istiyorlardı. Derken ikisini de denize attım. Kadın, canımızı bağışla istediğini yapacağım, deyince kadını ve büyük kızı kayığa aldım. İkisine de tecavüz ettim ve sonra tekrar denize attım. Ama yüzme biliyorlar ve kayığın kenarına tutunuyorlardı. kürekle kafalarına vura vura ikisini de öldürdüm. Sonra moda taraflarına kürek çektim. Orada kayığımı batırdım ve denize atlayarak karaya çıktım. Oradaki balıkçılara da kayığımın battığını söyledim ve ardından kaçtım.”
Yargılama Süreci
(Ekşisözlük yazarı tunaktunaktun tarafından yazılan içerikten alınmıştır.)
Duruşmalar 4 ekim 1958’de İstanbul 3. Ağır Ceza Mahkemesinde başlar. Bir sanığı, dört maktülü ve yaklaşık kırk tane tanığı olan dava yıllarca sürecektir. Nitekim öyle de olur. Ancak şaşırtıcı olan şey ise o güne dek suçu kabul ettiğini söyleyen Sipahipala’nın bu sefer suçu inkar etmesi ve masumiyetini dile getirmesi olur. Hakime verdiği savunmasında yakalandığı 24 Ağustos günü çok sarhoş olduğunu, Sarıyer Polis Karakolu’nda polislerin onu dövdüklerini, ne yaptığını bilmediğini söyler. Hatta kendisinin eşcinsel olduğunu ve kendisine sarkıntılık eden kişiler olduğunu söyleyen tanıklar bile duruşmaya çağırılır. Ailesi ise oğullarının akli dengesinin bozuk olduğunu söyler. İlginç olay ise duruşmaların birinde tecavüz anının anlatılacağı esnada Sipahipala’nın “utanıyorum” diyerek dinleyicileri dışarı çıkartması olur.
24 eylül 1960 günkü duruşmada savcı son mütaalasını yapar ve sanık için idam cezası ister. Birkaç tanığın da dinlenmesi için duruşma son kez ertelenir. 11 Kasım 1960 günü yapılan son duruşmada hakim Uluer Yüceöz kalemini kırar ve Sipahipala’yı idama mahkum eder. Kararı dinlerken Sipahipala “Allah yardımcım olsun” diye mırıldanır.
İnfaz Süreci
(Ekşisözlük yazarı tunaktunaktun tarafından yazılan içerikten alınmıştır.)
İdam dosyası önce TBMM’den, sonra Cumhuriyet Senatosu’dan geçer ve Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’in onayına sunulur. Sipahipala’nın avukatı, Cumhurbaşkanına uzun bir telgraf çekerek müvekkili için af istese de Gürsel’den de onay alan idam, 7 Aralık 1962 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girer.
Ertesi sabah asılması beklenen Sipahipala bir kez daha ipten kaçmayı başarır. Çünkü avukatı bu sefer de Senato’daki idam onay görüşlerinde Meclis İç Tüzüğüne göre usulsüzlük yapıldığını iddia ederek, Tashih-i Karar isteminde bulunur. Başvuru Yargıtay tarafından incelemeye alınsa da bu inceleme çok kısa sürer ve 18 Aralık’ta reddedilir. Artık Sipahipala için her şey bitmiştir. O tarihlerde Türkiye’de idamlar halen meydanlarda yapılsa da savcılık meydandaki halkın olası linç girişiminden ürkerek idamın Sultanahmet Cezaevi avlusunda ve sadece resmi tanıkların önünde yapılmasına karar verir.
Son saatlerinde Sipahipala ile söyleşi yapabilmek ya da idamda hazır bulunmak için cezaevi müdürüne bir sürü başvuru yapılsa da kabul görmez. Son bir umut(!) karar değişikliği olur da infaz Eminönü ya da Beyazıt meydanında yapılır ümidi ile halk bu meydanları doldurur. Sipahipala’nın cellatlığını yapmak için kırka yakın kişi savcılığa başvurur. Ama savcılık cellat olarak Adnan Menderes’i astıktan sonra Türkiye’nin başcellatlığına terfi etmiş olan Kemal Aysan’ı ve yamaklığını yapan kardeşi Hasan Aysan’ı seçer. Celladiye ücreti olarak ise 140 lira gibi o dönem için akıllara ziyan güzel bir ücret teklif edilir.
19 Aralık 1962 sabahı, Sipahipala uyandırılır ve cezaevi müdürünün odasına getirilir. Sipahipala “anladım, sonum geldi artık” der ve durumu kabullenir. İmam istemez. kendi başına bir iki dakika dua eder. Vakit geldiğinde odadan çıkarılarak idam sehpasının altına getirilir. Usta cellat Kemal, ipi Sipahipala’nın boynuna geçirir. Cellata dönen Sipahipala “Tabureyi kendim devirmek istiyorum” der. Cellat Kemal bu isteği kabul eder ve geri çekilir ve Sipahipala sandalyeyi devirerek beşinci ve son kez can alır, kendi canını.
İdamdan sonra cellat sadece ip geçirdiği ve sandalye devirmediği için celladiye ücretinin yarısını alabilir ve duruma çok sinirlenir. “Bilsem sehpaya ben vurur, o ite bırakmazdım” diye hayıflanır. Zaten yarı ücret alan cellat bu parayı yardımcısı ve aynı zamanda kardeşi Hasan ile paylaşmak istemeyince iki kardeş cezaevi müdürünün odasında tekme tokat, ağız burun kavga eder ve karakolluk olurlar.
duruşmalarda oğullarını savunan sipahipala’nın ailesi ise bu sefer toplumsal linç havasına uyar ve cesedi teslim almak istemez. böyle olunca ceset belediye tarafından gömülür. sipahipala’nın idamı, genelde iç sayfalarda birkaç satırla geçiştirilen idam haberlerinin aksine ertesi sabah gazetelerin birinci sayfasında bugünkü deyimle flash haber olarak basılır. günlerce cezaevi müdürü, avukat, gardiyanlarla yapılmış söyleşiler yayınlanır.