Annesi Mustafa Kemal’e bir mektup yazmış ve bir Rum tanıdıkla oğluna göndermişti.
Mustafa Kemal mektubun sahteliğinden şüphe edince Miltiyadi hakkında takibat açtırdı.
Dahiliye Vekâleti Vekili Dr. Adnan (Adıvar) ın önemle yaptırdığı soruşturma sonunda Miltiyadi’nin şüpheli bir maksatla Mustafa Kemal’e sokulmak istediği kararına varıldı ve dava İstiklal Mahkemesinde görüldü.
BU İÇERİK, “YAKIN TARİHİMİZ” ADLI DERGİNİN 1 MART 1969 TARİHLİ SAYISINDAN AKTARILMIŞTIR.
Miltiyadi isminde yaşlıca bir tüccar îstanbuldan, asıl memleketi olan Kayseriye gidiyordu. Çorum’a gelince Polis Müdürlüğünde, her yolcu gibi usulü dairesinde kontrolden geçirildi. Üstü başı ve eşyaları aranırken adam, hâlen Ankarada bulunduğunu öğrendiği Mustafa Kemal Paşaya ait bir mektubu da yanında taşıdığından bahsedince, komiser kendisini Mutasarrıfın yanına götürdü. Mutasarrıf hafif tertip bir sorgudan sonra, kuşkulandı ve Miltiyadi’yi, elinden aldığı mektupla birlikte, muhafaza altında, Ankaraya gönderdi.
23 Eylül 1920 günü Ankaraya varan Miltiyadi burada da Vilâyetin kararı ile mevkuf tutuldu ve olup bitenler hakkında tanzim edilen evrak Mustafa Kemâl Paşaya arzolundu.
Mustafa Kemâl Paşaya takdim edilen evrakın en üstünde, kendisine hitaben Miltiyadi tarafından bir hafta evvel Yozgatta iken yazdırılmış ve imsalanmış 16 Eylül tarihli mektup var. Paşa önce bu mektubu dikkatle okudu.
«Nazargâhi Âlilerine Maruzatımdır;
Bendeniz Çobanoğlu Ekrem Beyin mahremlerindenim. Hasbel-icap memleketim olan Kayseriye gitmek ve bir müddet kaldıktan sonra gene Istanbul’a dönmek üzere gelirken, valideniz Hânımın zâtıâlilerine hitaben yazmış oldukları mektubu Ekrem Bey vasıtasile tesellüm eyledim. Yolda, Çoruma varışımızda, tahaddüs eden bazı esbap dolayısile zât-ı âlilerine mensubiyetimi bildirmekliğim üzerine,Çorum mutasarrıflığı tarafından, doğurca Ankaraya mı, yoksa Kayseriye mi hareketim icap edeceği hususundaki emri âlileri sorulmuştu.
Müsaadei alileri üzerine şimdi Kayseriye giderken, mektubu, daha fazla yanımda tutmuş olmamak için leffen takdim ediyorum. Kayseriden dönüşümde, emri âlilerini telâkki eylemek ü ze n Ankaraya varıp ziyaretinizde bulunmak emeli safiyânemdir.»
Anlaşıldığı gibi, Mütiyadi Çorum’da bu mektubu, kendisinden şüphelenildiğini bilmediği ve böylece Kayseriye gitmekte serbest bulun, duğunu sandığı sırada yazdırmıştı.
Mustafa Kemâl Paşa Mütiyadinin mektubundan sonra, ona eklenmiş bulunan (Valdeniz Zübeyde) imzalı mektubu son dereceye varan bir ilgi ve merakla okumaya başladı.
15 Ağustos 1336 (1920) tarihini taşıyan mektup aynen şu idi:
«iki gözüm oğlum;
Çoktanberi mektup ve afiyet haberinizi alamadım. Vakıa bu mevsimde işlerinizin kesretini takdir ederim. Ancak ne halde olduğunuzu da bilmek isterim. Bir ahbabınım dostu olan ve mektubumu getiren Miltiyadi, Veled Foti Perlioğlu Efendi, Tavloson kasabasında mukime hemşiresi Bektaş kızı Melbomeleni Hanımı alıp Kayseride te’sis edecekleri ticarethaneleri nezdine nakledeceklerinden, kendilerinin müracaatları vukuunda muavenet eylemenizi ve bu münasebetle haberi afiyetinizi bildirmenizi reca ederim. Burada le-hül-hamd gerek ben ve gerek Makbule ve refiki ve kızlarla Abdürrahim afiyetteyiz. Benim hastalığım tamamen zâil olmamış ise de, doktorların eseri tedavisi olarak hafiflemiş ve şimdiki halde yalnız sağ gözüme arız olan (perde inme) rahatsızlığı dolayısile doktorların tavsiyesine binaen onbeş gün sonra ufak bir ameliyei cerrahiye icra ettireceğimi ve bundan başka mucibi merâk hiç bir halin mevcut olmadığını ve şu kadar ki, hastalığın icabatından olarak ne berren ve ne de bahren benim için seyahat katiyyen caiz olmadığı ve olamayacağı, gene doktorların ifadelerinden anlaşılmış olduğunu beyan eylerim.
Salih Beyin işinin iyi gittiğimi, hattâ geçinecek derecede iş yapamadığından bahisle, nezdinde mevcut altı bin kuruştan ancak bin kuruş vermiş ve miitebâkisini tedarik ettikçe vereceğini bildirmiştir.
İstanbulda işler pek durgun olduğundan ve zaman icabı olarak hiç kimseden beş para ödünç almak ve ne de alacağını tahsil etmek kâbil değildir. Eğer Anadoludaki bağiler tenkil edilmez ve oralardan def edilmezse burada halimiz haraptır. Çünkü hiç bir şey ne geliyor, ne de gidiyor.
Mâmâfi, pek yakında hükümetin kuvvet ve. satvetini görerek teslim olacaklarından hiç şüphe edilmesin. İnşallah o tarafa bir daha gelmemişler ve zararı size dokunmamıştır değil mi?
Doğrusu oralarını pek fena işitmekte olduğumuzdan, hep sizi düşünüyoruz. Bu seneki pamuk mahsulünüzün inşallah feyiznâk ve semeredâr olacağını ümid ederiz. Çünkü havalar nihayet iyi ve müsait gitmektedir.
Sulh muahedeniz de le-hül hamd imza edildiğinden, bundan sonra muamelâtı-ticariyenin inkişafı için yalnız Anadolunun asayişinin te’min ve avdetine intizar ediliyor. Başka yazacak bir şey olmadığından bu kadarla iktifa eder ve ben gözlerinizden Makbule ve refiki ve Cemâl.
Rukiye çocuklar ellerinizden öperler Cemâl işine devam etmekte ve daima bizi ziyaret eylemektedir. Nezdinize gelmesine lüzum görüyorsanız bildiriniz. İki ay evvel göndermiş olduğunuz ora malulâtı yünlü hediyelerinizi aldık. Memnun olduk. İnşallah buraya geldiğinizde daha iyilerini getirirsiniz. Çoluk çocuklara selâm eder ve cümlenizi, temenni«! afiyetle Hüdâmn birliğine emânet eylerim oğlum.»
Mustafa Kemâl Paşa, fevkalâde haller içinde yaşanan günlerde olmasa; hasretini çektiği anasından haber alan her evlât gibi, elbette bu mektuba pek sevinecekti. Lâkin zaman, hiç te o zaman değildi. Henüz kendini göstermeğe başlıyan millî hareketi, gelişmesine vakit bırakmadan boğup söndürmek için olanca güçleriyle çalışıp duran yerli ve yabancı düşmanlann Anadoluya ve bilhassa Ankaraya her kılık kıyafette, her sıfat ve cinste casus sızdırmak için her çareye baş vurdukları öyle günlerdi ki, insanın tepesinde uçan kuştan, peşinde sürüklenen gölgesinden şüphe edeceği gelirdi.
Mustafa Kemâl Paşa da, pek tabii olarak bu endişenin doğurduğu şüphe ile okuduğu mektubun, sahte, yahut ta getiren adamın tehlikeli bir kimse olması ihtimalini düşünerek, hemen o anda Dahiliye Vekâletine şu tezkereyi yazdırarak, imzalayıp gönderdi:
«Miltiyadi namında bir Rum validemin imzası altında 15 Ağusios(1336 tarihli bir mektubu hâmil olduğu halde, derdest ve Ankara Vilâyetince de tevkif edilmiştir. Mektubun bazı fıkraları gerçi, validemin hususatına ait bulunuyorsa da, heyeti umumiyesi itibariyle mektubun sahte olduğu kanaatini ermektedir. Binaenaleyh İstanbulda bu hususta lâzımgelen tahkikat yaptırılmaktadır.
Merkumun isticvabının icra ve İstanbulca yapılan tahkikatın neticesine kadar tevkifi muvafık olacağından, icap edenlere emir verilmesi rica olunur.»
O sırada Dahiliye Vekâleti Vekili bulunan Doktor Adnan Bey (Adıvar) önemle ele aldığı bu meseleyi iyice tahkik ettirdikten sonra, Mustafa Kemâl Paşaya şu cevabı yazdı:
«Miltiyadi isticvap edildi. Kayseriden izmire ve İzmirden hiç bir muamele yapmadan İstanbula, İstanbulda da 69 gün boş oturduktan sonra İtalya, yani Brendiziye gittiğini ve oradan dönerken Pireye uğradığını ve getirdiği mektubu, bir gün Beyoğlunda Doktor Çobanoğlu’nun hanesinde tanımadığı bir zattan almış olduğunu söylüyor.Merkumun, evvelâ bu uzun seyahatin şekli, bir tüccar gidişine benzemediği gibi, hiç aşinası olmadığı bir zatın bu mektubu kendisine vermiş olduğu yolundaki beyanatı da pek mantıksız ve gayritabiî görünüyor. Ancak, merkumun seyahatinin mahiyetini tesbit ve hakkında kat’î bir hüküm verilmesi mektup münderecatının doğruluğu derecesive Ekrem Bey ile Doktor Çobanoğlu’nun zatı samileriyle olan alâka v© merbutiyetlerinin bilinmesine mütevakkıf kalmış ve İstanbul’dan bekle nen tahkikat neticesine intizaren, polis nezareti altında bıraktırılmış olduğu arzolunur.»
Mustafa Kemâl Paşa, Dahiliye Vekâletinin bu cevabının altına kurşun kalemiyle şu notu yazmıştır:
«Çobanoğlu Ekrem Beyi tanımam, alâkam yoktur. Buraya gelmiş ve ailemi tanıyan bir zattan dahi tahkikat yapıldı. Böyle bu mektubun validem tarafından yazılmış olmasına imkân olmadığı tahakkuk etmiştir. Buna göre cevap …»
Bu mealdeki cevap ta 3 Teşrini evvel (Ekim) 1920 günü Dahiliye Vekaletine yazılıp gönderiliyor.
Bu suretle Miltiyadinin durumu daha nazik bir safhaya giriyor.
Bu cevap Dahiliye Vekâletim ürkütüyor v e artık (kimbilir kimler taramadan tertiplenen sahte bir mektupla Mustafa Kemâl Paşaya sokulmak istediği kat’î şekilde tahakkuk eden) Miltiyadi’yi adâlete teslim etmekten başka çare kalmadığı kararma vardırıyor. Tam o sırada Ankarada da İstiklâl Mahkemesi kurulmuş olduğundan, Miltiyadi evrakiyle birlikte buraya sevkediliyor.
Cebelibereket Milletvekili Topçu İhsan Beyin başkanlığında, Doktor Fikret, ve Kılıç Ali Beylerden müteşekkil İstiklâl Mahkemesi huzuruna çıkarılan Miltiyadi, hüviyeti tesbit edildikten sonra, kısaca şöyle sorguya çekiliyor:
— İstanbulda kimleri tanırsın? Kimlerle görüşürdün?
— Tarakçılarda bakkal Kiryako, Fincancılarda manifaturacı Yuvani, Fenerde kızkardeşimin çocukları Hristo ve Teodori, sonra.. Doktor Çobanoğlu..
— Kim bu Çobanoğlu? Mustafa Kemâl Paşa Hazretlerini tanıyorlar mı?
— Ben bilmem ama, ailesinin dediğine göre Doktor Çobanoğlu seferberlikte vazife ile Bandırmada bulunurlarken Mustafa Kemâl Paşa ile tanışmışlar. Hattâ Paşa (Serasker) olursa, Çobanoğluna büyük faydası dokunacağım da, gene bu hanım söylemişti.
— Peki, Ekrem Bey isminde birini de tanır mısın?
— Evet.. Çobanoğlunun evinde tamdım, onlar tanıttılar… Çobanoğlunun ailesi, Ekrem Beyin zabitlik yapmış olduğunu söylemişti. Hattâ, Ekrem Bey, bir aralık müzayakaya düştüğü için iki gece Doktorun evinde yatmış ve o esnada, paşa hazretlerinin ailesinin de paraya ihtiyaçları olduğunu söylemiş, ben bunları Doktorun ailesinden işittim…
— Mustafa Kemâl Paşa Hazretlerine getirdiğin mektubu sana kim verdi?
— Doktor Çobanoğlu, bir gün; size bir mektup versem Mustafa Kemâl Paşaya götürür müsün? dedi, düşüneyim deyişim üzerine: «Sana iyilik olur, yardımı dokunur.» deyince, ben de götüreceğimi söyledim. Zarf içinde bir mektup verdi. Bu mektubu ona da Ekrem Bey vermiş. Ekrem Bey de Paşa Hazretlerinin arkadaşı imiş…
— Fakat bu mektup sahtedir!
— Olamaz!.. Nasıl sahte olabilir? Kat’iyen…
— Bu mektubu getirirken kimseye gösterdin mi?
— Hayır, kimseye göstermedim. Hattâ gelirken Yozgatta umum yolcularla beraber polis dairesine gittik, vesikalarımızı tetkik ettiler. Sonra beni Mutasarrıfın yanma götürdüler. Oraya vardığımızda (Validesinden Mustafa Kemâl Paşaya bir mektup var. Sizin vasıtanızla mı göndereyim, yoksa Kayseriden dönüşümde kendim mi vereyim?) dedim. Mutasarrıf ta, Ankaraya telgraf çekerek Paşa Hazretlerinden sordurdu. (site notu: bu bölüm dergide okunamamıştır) … da göndersin cevabını verince bende mektubu Yozgat mutasarrıfına verdim, yoksa o ana kadar mektubu kimse görmesin diye evrakım arasından çıkarıp saklamıştım…
— Ama bu mektup sahtedir!
— İmkânı yok… Sahte olamaz…
— Vakıa mektup münderecatmda gerek Paşa Hazretlerinin gerek validelerinin ahvaline dair yalanlık gösteren malûmat var amma, bazı cümleleri de şifreli gibidir. Bu cümleleri ile mânası arasındaki şifre müftahı nedir? Doğru söyleyiniz bu mektubu size kim verdi? Maksadı ne idi?
— Ne diyorsunuz Hâkim Bey? Ne Şifresi? Ben deli olmalıyım ki, böyle Şifreli mifreli mektup getireyim…
— Saklamayınız… Bildiklerinizi dosdoğru söyleyiniz?
— Dediğiniz gibi olduğunu bilseydim, katiyen getirmezdim. Eğer böyle ise, bana ihanet edilmiş demektir… Ne hikmettir bilmem, mutlaka çıldırmışım ki, böyle bir mektup getirmişim…»
Miltiyadi bitkin bir halde sustu. Mahkeme Reisi de muhakemenin sona erdiğini, kararın başka bir gün tebliğ edileceğini bildirerek celseyi tatil etti.
Miltiyadi tıkıldığı hapishane hücresinde sabaha kadar uyuyamadı. Kurtuluş ümidini tamamen kaybetmişti Bu ümitsizlik içinde, köşeye büzülerek sabahı bekledi. Şafak sökerken aklına gelen son vazifeyi yerine getirmek için, koynundan çıkardığı iki kâğıt parçasından birine karısına, diğerine de akrabalarından birine hitaben şunları yazmağa başladı:
«Familyam (Ovanti) ya;
İstanbuldan Doktor Çobanoğlundan aldığım mektuba, Paşa Hazretleri bu mektup validemden değil diyor. Bana hain olmuş muamelesi yapıyorlar. Vefatımda talihsiz Ovanti, Samsundaki Yorgiye müracaat et, kızımın teminatı alınmıştır. Yanımda da bir çok şeylerim var. Ne yapalım kader bu imiş, sana da kısmet böyle imiş… Artık eksik helâl edin.»
«Samsunda Yorgi Pireoğlu:
Yozgatta hesabımıza bıraktığım altmışaltı bin kuruş ve çuval bedeli üçyüz doksan kuruş ki, cem’an 66396 kuruş Oga v e şürekâsına nakten (Velur) bedeli hesabıma ve Teoga ve Şürekâsına da burlatif telgrafla bildirdiğimi ve vefatımda gümrüğe verileni alakoyduktan sonra bakiyesinin beş yüz lirasını familyam Ovanti’ye vermeniz son arzumdur. Bilmem ne olacak: Bâki dua… Ankara mahpushanesi bin dokuzyüz yirmi 18 septembr cuma… son… makbuzum. Duadan unutmayın. Bu vasiyetimin icrasını isterim.
İmza
Miltiyadi Pirioğlu
»
Miltiyadi hapishanedeki hücresinde kısacık vasiyetnâmelerini yazarken, Ankara İstiklâl mahkemesi Reisliği de, B.M.M. Reisi Mustafa Kemâl ve 18 Teşrinievvel (Ekim) 1920 tarihli şu tezkereyi almıştı:
«Miltiyadi namındaki şahsın İstanbuldan namıma getirip, sahte olduğundan şüphe edilen mektubu, buraya gelen akrabamdan Cemal Beyin yazmış olduğu, kendi ifadesinden anlaşılmış olmakla, m evkuf Miltiyadi hakkında, şüpheyi calip başka bir hal mevcut değilse, ona göre icap eden muamelenin ifası muktezidir.»
Bu tezkere ile, mesele hallolunmuştu. Mahkeme heyeti, kaç gündür kılı kırk yararak yaptığı incelemeler ve soruşturmalarda Miltiyadi’nin her hangi başka şüpheli halini görememiş olduğundan mektup, sahtekârlığı işinden de temize çıkınca 19 Ekim 1920 günü Miltiyadi’nin beraatine ve başka bir sebeple tutuk değilse hemen serbest bırakılmasına ittifakla karar verdi.
Karar mahkeme huzurunda kendisine anlatıldığı zaman, Miltiyadi sevinçle bir an şaşkınlık geçirdikten sonra, dışarı çıkarken:
— Olur böyle şeyler, olur… Ama başka türlü de olabilirdi… Sağolsun Paşa Hazretlerimiz… Şimdi o da rahat, ben de rahat… Varalım bakalım bizim familya neyler… Yeniden dünyaya geldiğimi görünce, sevinmezse, işte o zaman vay halime…» diyordu.