Kontes Elizabeth Báthory’nin genç kızların kanında ebedi gençlik arayışının gerçek hikayesi. Csejte Kalesi’nin karanlık zindanlarından günümüze uzanan bir dehşet öyküsü.
16. yüzyıl Macaristan’ında, güç ve güzellikleriyle nam salmış soylu bir aile vardı: Báthory’ler. Bu ailenin en genç kızı Elizabeth, olağanüstü güzelliği ve zekasıyla herkesi büyülüyordu. Zengin bir kontla evlendi, muazzam servetin ve gücün sahibi oldu. Ancak güzelliğin gölgesinde, zamanın yıpratıcı ellerine karşı ölümcül bir korku filizleniyordu. İşte bu korku, onu tarihin en canavarca seri katillerinden birine dönüştürecek, adını “Kan Kontesi” olarak tarihe kazıyacaktı. Bu, sadece bir cinayet hikayesi değil, güzellik, güç ve deliliğin iç içe geçtiği gerçek bir gotik korku öyküsüdür.

Bölüm 1: Güzelliğin Laneti ve İlk Kırışıklık
Elizabeth Báthory, gençliğinde efsanevi bir güzelliğe sahipti. Ancak yaş ilerledikçe, aynada gördüğü yansıma onu dehşete düşürmeye başladı. İlk gri saç teli, ilk ince kırışıklık, onun için bir ihanet, bir çöküşün habercisiydi. Gücü her şeye yeten bu kadın, zamanın karşısında çaresiz hissediyordu. Bu çaresizlik, giderek paranoid bir obsesyona dönüştü.
Bu dönemde, sarayında dönen bir söylenti onun kulağına fısıldandı: “Genç kanı, yaşlanmanın etkilerini tersine çevirebilir.” Bu, belki de bir hizmetçisinin düşüp yaralandığı bir anda kanının Elizabeth’in cildine sıçraması ve sonrasında o bölgenin daha genç göründüğünü söylemesiyle başlayan bir şehir efsanesiydi. Ama Elizabeth için bu, bir umut ışığından çok, bir emir gibiydi. Zihninde, gençliğini korumanın formülü bulunmuştu: Genç, bakir kızların kanı.
Bölüm 2: Csejte Kalesi’nin Zindanları
Kocası savaşlardayken, Elizabeth, uzak ve sarp kayalıkların üzerine kurulu Csejte Kalesi’nde hüküm sürüyordu. Dışarıdan görkemli ve ihtişamlı olan bu kale, içeride korkunç sırlar barındırıyordu. Kalenin derinliklerindeki zindanlar, soylu misafirler için hazırlanmış lüks odalardan çok daha geniş ve donanımlıydı.

Burada, sadık hizmetkarları Dorottya Szentes, János Újváry ve İlona Jó ile birlikte, insanlık dışı bir sistem kurdular. Bölgedeki yoksul ailelerin genç kızları, hizmetçi olarak iş vaadiyle kaleye çekiliyordu. Bir kez o kapıdan içeri giren bir daha dışarı çıkamıyordu. Kurbanlar, önce Elizabeth’in kişisel hizmetkarları olarak çalıştırılır, en ufak bir hata ise korkunç işkencelerle cezalandırılırdı.
İşkence yöntemleri, gotik bir korku romanını aratmıyordu:
-
Demir Kız: Kurbanın içine kapatıldığı, iç yüzeyi sivri demirlerle kaplı bir muhafaza. Kapı yavaşça kapandığında, demirler etine saplanır ama hayati organlardan uzak olduğu için kurban yavaş yavaş kan kaybından ölürdü.
-
Kan Banyosu: Kurbanların vücutları delinerek veya kesilerek çıkarılan kan, devasa bir küvette toplanır ve Elizabeth bu kanın içinde saatlerce otururdu. İnanışına göre, bu banyo onu gençleştiriyor, cildini güzelleştiriyordu.
-
Dondurucu Soğuk: Kış aylarında, çıplak bedenleri karların üzerine yatırılır, üzerlerine buzlu sular dökülür ve donarak ölüme terk edilirlerdi.
Bölüm 3: Kurbanlar ve Büyüyen Şüpheler
Kurbanların çoğu, bölgedeki köylülerin yoksul kızlarıydı. Soylu bir aileden gelen Elizabeth için onlar, birer insandan çok, harcanabilir malzeme, kişisel gençlik iksirinin ham maddesiydi. Sayıları tam olarak asla bilinemedi; resmi kayıtlarda 80 olarak geçse de, tahminler 650’ye kadar çıkıyordu.
Zamanla, kasaba ve köylerde genç kızların esrarengiz bir şekilde kaybolması, halk arasında fısıltılara yol açtı. Ancak Báthory ailesinin gücü o kadar büyüktü ki, kimse doğrudan kontese şüpheyle yaklaşamıyordu. Ta ki, Kontes’in hedefleri daha yüksek sınıflara, soylu ailelerin kızlarına yönelene kadar. Bir soylunun kızının kaleye girdikten sonra kaybolması, yetkililerin dikkatini çekti ve artık göz ardı edilemeyecek bir soru gündeme geldi: Csejte Kalesi’nin karanlık duvarlarının ardında neler oluyordu?
Bölüm 4: Kralın Baskını ve Dehşetin Ortaya Çıkışı
1610 yılının bir kış gecesi, Macar Kralı II. Matthias’ın emriyle, palazina’sı György Thurzó, kaleye ani bir baskın düzenledi. İçeri girdiklerinde gördükleri manzara, en sert askerlerin bile midesini bulandırmaya yetti.

Zindanlarda, ölümü bekleyen, yarı çıplak, aç ve donmak üzere olan genç kızlar buldular. Duvarlar kan lekeleriyle kaplıydı. Bir odada, henüz boşaltılmamış bir kan küveti duruyordu. Diğer bir odada ise, özenle tutulmuş, üzerinde yüzlerce kurbanın isminin ve işkence detaylarının yazılı olduğu defterler ele geçirildi. Bu defterler, Elizabeth Báthory’nin suçunun en somut kanıtıydı.
Bölüm 5: Yargı ve Hapis
Yargılama hızla gerçekleşti. Suç ortakları işkence altında itirafta bulundu. Ancak, soylu bir kadının halka açık bir mahkemede yargılanması, hanedanlık için büyük bir utanç olarak görüldü. Bu nedenle Elizabeth asla halk önüne çıkarılmadı.
Suç ortakları vahşice idam edildi. Dorottya Szentes’in parmakları, kızgın kerpetenlerle teker teker koparıldı ve ardından diri diri yakıldı.

Elizabeth Báthory ise, gücünün ve soylu kanının bedelini, Csejte Kalesi’nde ödemek zorunda kaldı. Kalenin en yüksek kulesindeki bir odaya, pencereleri tuğlalarla örülerek hapsedildi. Hiç kimseyle konuşmasına, hizmetkarları dışında kimseyle görüşmesine izin verilmedi. Dört yıl boyunca bu karanlık hücrede, geçmişinin dehşeti ve kaybettiği güzelliğinin hayaletiyle baş başa yaşadı. 1614 yılında, 54 yaşındayken öldü. Efsaneye göre, ölmeden önce aynasında kendi yansımasını görmek için yalvarmıştı. İsteği reddedildi. Bir zamanlar gençlik iksiri olarak gördüğü kanla dolu bir hayat, mutlak bir yalnızlık ve karanlık içinde son buldu.
Sonuç: Tarih ve Efsanenin İç İçe Geçtiği Bir Miras
Elizabeth Báthory’nin hikayesi, gerçek bir tarih sayfası olmanın ötesine geçerek, efsanelerle beslenmiş, gotik edebiyatın ve korkunun temel taşlarından biri haline geldi. Onun hikayesi bize şunu sorar: Güç mutlak olduğunda, insanlık ne kadar uzaklaşabilir? Güzellik uğruna, ne kadar karanlığa göz yumulabilir? Csejte Kalesi’nin duvarları hâlâ ayakta, ama içinde barındırdığı çığlıklar ve fısıltılar, tarihin karanlık bir köşesinden gelmeye devam ediyor. Bu, bir efsane değil, gücün yozlaştırdığı bir zihnin, gerçek ve kanlı tarihidir.



