Babil’in Kara Taşı Konuşuyor: Tanrılar, Krallar ve Adaletin Şafağı

Tarih: M.Ö. 1750 civarı. Yer: Babil. “Tanrıların Kapısı”.

Fırat Nehri’nin bereketiyle beslenen, kerpiç duvarları gökyüzüne uzanan, dünyanın o zamanki en büyük metropolü… Çarşılarında her dilden insanın konuştuğu, tapınaklarında tütsü kokularının eksik olmadığı bu şehirde, insanlık tarihinin en önemli anıtlarından biri dikiliyor. Esagila Tapınağı’nın avlusunda, güneşin altında parıldayan, 2.25 metre yüksekliğinde siyah bir bazalt sütun duruyor.

Bu taş, sadece bir sanat eseri değil. Bu taş, bir imparatorluğun omurgası. Üzerinde, Kral Hammurabi’nin Adalet Tanrısı Şamaş’tan yasaları alırken tasvir edildiği bir kabartma ve altında, çivi yazısıyla kazınmış 282 madde…

Babil Hukuku’nu anlamak için sadece maddeleri okumak yetmez; o maddelerin yazıldığı dünyanın tozunu yutmak, korkularını hissetmek ve ticari zekasına hayran kalmak gerekir. İşte Babil Hukuku’nun bilinmeyen dehlizlerine inen o büyük hikaye.

BÖLÜM 1: KAOSUN İÇİNDEN DOĞAN DÜZEN

blank

Hammurabi M.Ö. 1792’de tahta çıktığında, Babil sıradan bir şehir devletiydi. Mezopotamya ise tam bir barut fıçısıydı. Güneyde eski Sümer şehirleri, kuzeyde Asurlular, doğuda Elamlılar ve batıdan gelen göçebe Amurru kabileleri… Herkesin kendi tanrısı, kendi töresi ve kendi “adaleti” vardı.

Hammurabi, askeri bir deha olduğu kadar büyük bir diplomattı. Ancak fethettiği toprakları bir arada tutmanın kılıçla mümkün olmadığını biliyordu. Farklı dilleri konuşan, farklı geleneklere sahip (kimi tüccar, kimi çoban) bu kalabalıkları nasıl tek bir “millet” yapabilirdiniz?

Cevap Hukuk‘tu.

Hammurabi Kanunları, bir propaganda şaheseridir. Kral, kanunların girişinde (Prolog) şöyle der:

“Ben Hammurabi, Tanrıların çağırdığı çoban… Anu ve Enlil beni, insanların refahını artırmak, ülkede adaleti hakim kılmak, kötüyü ve zalimi yok etmek, güçlünün zayıfı ezmesini engellemek ve ülkeyi Güneş Tanrısı Şamaş gibi aydınlatmak için ismimle çağırdılar.”

Buradaki strateji muazzamdır. Kral, “Kuralları ben koydum, uymazsanız başınızı keserim” demez. “Bu kurallar Tanrıların emridir, ben sadece aracıymışım” der. Böylece kanunlara karşı gelmek, sadece krala değil, Tanrıya isyan etmek anlamına gelir. Bu, “Teokratik Meşruiyet”in tarihteki en güçlü kullanımıdır.

BÖLÜM 2: TOPLUMSAL KATMANLAR VE EŞİTSİZLİK İLKESİ

blank

Babil Hukuku’nu modern hukuktan ayıran en temel özellik, “Statü Hukuku” olmasıdır. Ceza, suçu işleyenin kim olduğuna ve kime karşı işlediğine göre değişirdi. Babil toplumu, kanunlarda açıkça tanımlanan üç ana sınıfa ayrılmıştı:

1. Awilum (Hür Adam / Soylu)

Toplumun zirvesi. Saray görevlileri, tapınak rahipleri, büyük tüccarlar ve toprak sahipleri.

  • Hukuki Durumu: En yüksek korumaya sahiplerdi ama aynı zamanda en ağır sorumluluk da onlardaydı. Bir Awilum‘un vücut bütünlüğüne zarar vermenin cezası “Kısas”tı.

  • Ayrıcalık ve Bedel: Bir soylu, bir başka soylunun gözünü çıkarırsa gözü çıkarılırdı. Ancak bir soylu, alt sınıftan birine zarar verirse genellikle para öderdi.

2. Mushkenum (Halk / Bağımlı Hürler)

Bu sınıf tarihçiler için hala tartışmalıdır. Tam olarak köle değillerdi ama saraya veya tapınağa ekonomik olarak bağımlı, mülksüz veya az mülklü sıradan halktı.

  • Hukuki Durumu: Bir Mushkenum‘a zarar vermenin cezası, bir Awilum‘a zarar vermekten daha hafifti. Örneğin, bir Mushkenum‘un gözünü çıkarmak veya kemiğini kırmak, “göze göz” ile değil, 1 mina gümüş ödenerek cezalandırılırdı.

  • Ancak ilginç bir şekilde, Mushkenum bir suç işlediğinde bazen soylulardan daha az ceza alırdı, çünkü “bedensel cezayı” kaldıracak onuru veya parayı ödeyecek gücü olmadığı düşünülürdü.

3. Wardum (Köle)

Babil’de kölelik, Roma’daki kadar yaygın olmasa da ekonomik sistemin parçasıydı. Köleler bir “eşya” statüsündeydi ama belirli hakları vardı (örneğin hür kadınlarla evlenebilir, ticaret yapıp kendi özgürlüklerini satın alabilirlerdi).

  • Hukuki Durumu: Bir köleye zarar vermek, sahibinin malına zarar vermek demekti. Cezası tazminattı.

  • Asi bir köle, efendisini “Sen benim efendim değilsin” diyerek reddederse, kulağı kesilirdi. Bu, onu damgalamak içindi ama iş gücünü kaybetmemek için öldürülmezdi.

BÖLÜM 3: LEX TALIONIS – KISASIN MANTIĞI VE SINIRLARI

blank

“Göze göz, dişe diş” (Lex Talionis), Babil hukukunun en bilinen yönüdür. Modern insan için bu ilke barbarca görünebilir. Ancak M.Ö. 1750’nin şartlarında bu, aslında bir “Adalet Reformu” ve “Şiddeti Sınırlama” girişimiydi. Neden mi?

Hammurabi öncesi kabile geleneklerinde “Kan Davası” hakimdi. Eğer A kabilesinden biri, B kabilesinden birini öldürürse; B kabilesi gidip A kabilesinin tamamını kılıçtan geçirebilirdi. İntikamın sınırı yoktu.

Hammurabi buna bir sınır çizdi:

“Eğer bir adam bir başkasının gözünü çıkarırsa, sadece onun gözü çıkarılır.” (Madde 196)

Kanun şunu diyordu: “Daha fazlasını alamazsın. İntikamın, zarara denk olmalı.” Bu, devletin intikamı tekeline alması ve kan davalarının sonsuz döngüsünü kırması demekti.

Ancak Kısas her zaman fiziksel değildi: Babil hukuku pragmatikti. Eğer zarar gören organ hayati değilse veya zarar gören kişi alt sınıftansa, sistem hemen “Tazminat”a (Gümüş ödemeye) dönerdi. Çünkü kör bir köle veya sakat bir çiftçi işe yaramazdı. Devletin üretime ihtiyacı vardı.

BÖLÜM 4: AİLE, KADIN VE CİNSİYET POLİTİKALARI

blank

Babil hukuku, ataerkil bir yapıya sahipti ama kadınları “yok sayan” bir sistem değildi. Aksine, kadınların mülkiyet ve boşanma hakları, sonraki bin yıllarda gelen birçok medeniyetten (örneğin Roma veya erken dönem Avrupa) daha ilerideydi.

Evlilik Bir Sözleşmedir

Babil’de evlilik romantik bir birliktelikten ziyade, iki ailenin imzaladığı ticari bir sözleşmeydi.

  • Madde 128: “Eğer bir adam bir kadın alır fakat sözleşme yapmazsa, o kadın yasal eş değildir.” Resmi nikah (yazılı belge) zorunluydu.

Kadın Hakları ve Boşanma

  • Kadınlar kendi adlarına mülk sahibi olabilir, ticaret yapabilir ve mahkemede şahitlik yapabilirdi.

  • Eğer koca, karısını ihmal eder, onu aşağılarsa; kadın mahkemeye gidip “Beni ihmal ediyor” diyebilirdi. Yapılan incelemede kadın haklı bulunursa, çeyizini (baba evinden getirdiği mal varlığını) geri alıp baba evine dönebilirdi.

  • Hasta eşin korunması: Eğer bir adamın karısı amansız bir hastalığa yakalanırsa, adam onu boşayamazdı. İkinci bir eş alabilirdi ama hasta eşine ölene kadar bakmak zorundaydı.

İhanet ve Nehir Sınavı (Ordeal)

Zina, Babil toplumunda en ağır suçlardan biriydi çünkü “soyun karışması” ve mirasın yanlış kişiye gitmesi riski vardı.

  • Zina yapan eş ve aşığı yakalanırsa, birbirlerine bağlanıp suya atılırlardı (Madde 129). Ancak koca karısını affederse, kral da aşığını affedebilirdi.

  • İlahi Yargı: Eğer bir koca karısından şüphelenir ama kanıtlayamazsa, kadın “Nehir Tanrısı”na yemin ederdi. Eğer hakkında dedikodu çıkmışsa, kadın kendini Fırat Nehri’ne atmak zorundaydı.

    • Batarsa: Suçlu.

    • Yüzeye çıkarsa: Masum. (Bu durumda kadına iftira atan kocaya ceza verilirdi).

BÖLÜM 5: EKONOMİK HAYAT, TÜKETİCİ HAKLARI VE MESLEKİ SORUMLULUK

blank

Belki de kanunların en modern kısmı burasıdır. Babil, muazzam bir ticaret devletiydi ve Hammurabi, ekonominin çarklarının dönmesi için “güven” unsurunu yasalarla sağlamıştı.

Tarihin İlk Tüketici Koruma Yasaları

  • İnşaatçılar: Babil evleri kerpiçten yapılırdı ve çökme riski vardı.

    • Madde 229: “Eğer bir inşaatçı bir ev yapar ve ev sağlam olmazsa, çöküp ev sahibinin ölümüne sebep olursa, o inşaatçı öldürülür.”

  • Gemi Kiralama: Nakliye sektörü hayatiydi.

    • Madde 236: “Eğer bir kaptan gemiyi batırırsa, geminin bedelini sahibine ödemelidir.”

  • Doktorlar ve Cerrahlar: Tıp gelişmişti ama riskliydi.

    • Madde 218: “Eğer bir hekim, bir adamı bronz bıçakla ameliyat eder ve adam ölürse veya gözünü kaybederse; hekimin elleri kesilir.” (Bu madde muhtemelen cerrahları çok dikkatli olmaya itmiş, ama aynı zamanda riskli ameliyatlardan kaçınmalarına da neden olmuştur).

Borçlar Hukuku ve Sosyal Devlet Anlayışı

Hammurabi, kapitalizmin vahşileşmesini engellemeye çalıştı.

  • Borç Köleliğinin Sınırlandırılması: Borcunu ödeyemeyen bir adam, kendisini, karısını veya çocuklarını alacaklıya “rehin” (köle) olarak verebilirdi. Ancak Hammurabi buna bir süre sınırı koydu: 3 Yıl. Dördüncü yılda bu kişiler özgür bırakılmalıydı. Kimse ömür boyu borç kölesi olamazdı.

  • Mücbir Sebep: Madde 48, tarım sigortasının atasıdır. “Eğer bir adamın borcu varsa ve tarlasını fırtına vurur ya da kuraklık olursa, o yıl alacaklısına tahıl vermez, borç tabletini suya atar (faizi siler).”

BÖLÜM 6: YARGILAMA USULÜ VE MASUMİYET KARİNESİ

Babil mahkemeleri tapınaklarda kurulurdu. Yargıçlar (Kralın atadığı memurlar veya rahipler) şahitleri dinler, belgeleri incelerdi.

Babil Hukuku’nun modern dünyaya bıraktığı en büyük miraslardan biri Madde 1 ve Madde 3‘te gizlidir: İspat Yükü.

  • Madde 1: “Eğer bir adam bir başkasını cinayetle suçlar ama bunu kanıtlayamazsa, suçlayan kişi öldürülür.”

Bu korkunç ceza, yargı sisteminin kilitlenmesini engellemek içindi. Kimse elinde kesin kanıt olmadan mahkemeyi meşgul edemez, kimseye iftira atamazdı. Bu, dolaylı yoldan **”Masumiyet Karinesi”**ni doğuruyordu: Aksi ispatlanana kadar (ve ispatlayamayanın canı yanana kadar) herkes masumdu.

Yalancı şahitlik de affedilmezdi. Eğer dava “ölüm cezasını” gerektiren bir suçla ilgiliyse ve şahit yalan söylerse, şahit öldürülürdü. Çünkü yalanıyla bir masumun canına kastetmiş sayılırdı.

BÖLÜM 7: KEŞİF VE MİRAS – BABİL’DEN PARİS’E

Bu muazzam kanunlar yüzyıllarca uygulandı, kopyalandı ve Asur, Hitit, hatta Roma hukukunu etkiledi. Ancak Babil İmparatorluğu çöktüğünde, stel de kayboldu.

Aslında stel Babil’de kalmamıştı. M.Ö. 12. yüzyılda, Babil’i işgal eden Elam Kralı Şutruk-Nahhunte, bu steli bir “savaş ganimeti” olarak başkentleri Susa’ya (bugünkü İran) kaçırdı. Elam kralı, stelin bir kısmını kazıtıp kendi adını yazdırmak istedi ama (neyse ki) bunu tamamlayamadı.

Yeniden Doğuş: 1901 Stel, yaklaşık 3000 yıl boyunca İran toprağının altında sessizce bekledi. 1901 yılında Fransız arkeolog Jacques de Morgan liderliğindeki bir ekip, Susa kazılarında bu devasa taşı üç parça halinde buldu.

Stel, Paris’e, Louvre Müzesi‘ne götürüldü. Çivi yazısı uzmanı Jean-Vincent Scheil, aylar süren bir çalışmayla bu karmaşık metni çözdü ve dünya, Hammurabi’nin sesini tekrar duydu.

SONUÇ: NEDEN HALA ÖNEMLİ?

Hammurabi Kanunları’nı sadece “eski zamanların vahşeti” olarak görmek, ona yapılacak en büyük haksızlıktır. Bu metin, insanlık tarihinde bir dönüm noktasıdır.

  1. Kanunun Üstünlüğü: Kral bile olsa, kuralların yazılı ve herkes tarafından biliniyor olması, keyfi yönetime vurulmuş ilk büyük darbedir.

  2. Devletin Sorumluluğu: Kanunlarda şöyle bir madde vardır: “Eğer bir adam soyulur ve hırsız yakalanamazsa, şehir ve vali, çalınan malı tazmin eder.” Bu, devletin vatandaşına karşı “güvenlik sağlayamama” tazminatıdır ki bugün bile birçok modern devlette bu kadar net bir güvence yoktur.

  3. Laikleşme Yolunda İlk Adım: Sümer kanunları tamamen ilahiyken, Hammurabi (her ne kadar tanrılardan yetki alsa da) gündelik, ticari ve insani sorunlara “seküler” çözümler üretmiştir.

Bugün Louvre Müzesi’nin loş bir salonunda duran o kara taş, bize şunu fısıldıyor: İnsanlık 4000 yıl önce de aynı dertlerle uğraşıyordu. Miras kavgası, kötü yapılan evler, boşanmalar, borçlar ve hırsızlık… Hammurabi’nin çözümleri sertti, belki acımasızdı; ama amacı kaosu bitirmek ve “Güneş Tanrısı Şamaş gibi ülkeyi aydınlatmaktı.”

Ve bir bakıma, yaktığı o hukuk meşalesi, şekil değiştirerek de olsa, bugün hala mahkeme salonlarımızı aydınlatmaya devam ediyor.

Bunları da Okuyabilirsiniz!

Ankahukuk Sitesi
Ankahukuk Sitesihttp://www.ankahukuk.com
Ankahukuk Sitesi kurucusu ve yöneticisi

Cevap Bırak

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz
Captcha verification failed!
Captcha kullanıcı puanı başarısız oldu. lütfen bizimle iletişime geçin!