Cumartesi, Nisan 27, 2024
Ana SayfaAnkaBlogTarihİlk Osmanlı Anayasa Kitabı: Hükümet-i Meşruta

İlk Osmanlı Anayasa Kitabı: Hükümet-i Meşruta

Bu İçeriğimizin Başlıkları

- Advertisement -

Türkiye’de yayınlanan Anayasa hukukuyla doğrudan doğruya ilgili ilk kitap Hükümet-i Meşruta başlığını taşıyan sekiz sayfalık bir broşürdür. Gerçi o tarihe değin bu konuya ilişkin yayınlar vardır. Fakat bunlar dinsel bir karışım içinde daha çok örneklere ve öykülere dayanılarak ve genel olarak siyasal nitelikli yayımlardır ve tümü de birbirine benzer, padişahlara ”öğütler” sundukları için ”Nasihatname” olarak adlandırılır. Bu bakımdan “Hükümet-i Meşruta” bir yenilik işaretidir. Yazarı Mekteb-i idadî-i Şahane muallimlerinden Ticaret-i Bahriye Meclisi zabıt kâtibi Esad Efendi bu broşürü 1876 yılının ikinci yarısında yayımlamıştır.

Kanun-ı Esasi hazırlanırken anayasadan yana olanlar Hediye-i Askeriye Cemiyeti ve Asâkir-i Milliye Cemiyeti adlarında iki dernek kurmuşlardır. Esad Etendi, kitabının kazancını Hediye-i Askeriye Cemiyeti’ne bağışlamıştır.

Esad Efendi, kitabında sorulu cevaplı diyalog üslubunu seçmiştir. 1876 basınında bu biçimde yazılar bulmak mümkündür. Fakat, Esad Efendi’nin kitapçığı, ayrı bir broşür olarak bastırılarak gazete koleksiyonları içinde kaybolmaktan kurtulmuştur. Meşrutiyet rejimi anlamına gelen Hükümet-i Meşruta, Osmanlı’ya anayasa rejiminin ne olduğunu, anayasayla bir toplumun neler kazanabileceğini öğretmeyi amaçlamıştır.

Esad Efendi, soru ve cevaplarını belirli bir ana çizgi üzerinde geliştirmiştir.

Şöyle ki: Padişahlar ne kadar iyi olsalar, çevreleri yozlaşıyor. Şu halde, denetime bağlı tutulmalıdırlar. Mutlaka hükümet bu bakımdan kotrolsüz bir siyasal rejim (istibdat) demektir ve fenadır. Meşruti hükümetse halkın denetimine dayanır, israfı ve yozlaşmayı önler. Bu nedenle iyidir. Bu denetim seçilmiş bir organ, bir meclis tarafından yapılır.

Yer yer Montesguieu’yü hatırlatan mid’e korkulu rüyalar hazırlayıcı sorular ve cevaplar sunar. Tıpkı Fransız İhtilâli’nin ihtilâlci papazı Sieyes gibidir ilk sorusu:

”Sual— Hükümet-i Meşruta nasıl hükümettir?

Cevap— Kâffe-i muamelâtı (tüm işlemleri) bir şer’ (şeriat)’ve kanunla mu- kayyed (bağlı) olan hükümettir.”

O yıllarda saray çevresinin ve memurların suiistimalleri kamuoyunu en fazla ilgilendiren konulardır. Esad Efendi kitapçığında padişahı korumakta, fakat etrafının onu kandırabileceğini muhakkak saymaktadır. Heyet-i Vükelâ’ya bile güveni olmadığı için, denetimin ancak Meclis tarafından yapılabileceğini savunur:

”Sual— Umum millet nezâreti mümkün olur mu?

Cevap— Hayır bu fesadı muciptir.

Sual— Ya ne yapmalı?

Cevap— Ahali tarafından intihab olunmuş bir meclis teşekkül edip onlar nezâret etmeli.

Fenalık görürler ise hükümete haber vermeli.

Sual— Bu meclisin vezâifi nedir?

Cevap— Devletin varidât ve mesârifine ve ahkâm-ı şeriat ve kanunun tamami-i icrasına dikkat ve memlekete muzır olan bazı muhdes (sonradan meydana gelmiş) nizamların tadilini talep etmektir.”

Esad Efendi’ye göre, bu meclis üyeleri halkın davacıları (müddeileri) olacaklardır.

Kamuoyunun Merak Ettikleri

Kitapta soruları soran isimsiz kişi aslında 1876’da oluşan Osmanlı kamuoyudur. Esad Efendi kamuoyunun merakını çeken sorulan saptamıştır. Ve görünmeyen kişiye, örneğin şu soruyu sordurur: Meşrutiyet rejimiyle mutlakiyet rejimi arasındaki fark nedir? Cevabı Montesquieu üslubuyla hazırdır: Mutlakiyet rejiminin işleyişi kanuna bağlı değildir: ”Meselâ bir hükümdar ne kadar fatin (zeki) ve melek ve tab’asına karşı ne kadar hayrhah olsa “yine tüm devlet işlerini göremez. Birtakım memurlar kutlamaya mecburdur. Esad Efendi, bugün yaşasaydı buna bürokrasi diyecekti.

Esad Efendi’ye göre Mutlakiyet bürokrasisi de “keyfince”, kanuna bağlı olmadan hareket edecektir, ve “hükümdarın ehliyeti ve hüsnüniyeti idareyi temin edemez”. Kanunsuz hareket eden memur bir tarafa intisab (Saray’a bağlılık) sayesinde cezadan kurtulur” bu “cür’et” bulaşıcıdır, “sairlerine dahi sirayet eder.”  “Böyle adamların idaresinde bülunan memleketlerde emniyet olamaz.”

Oysa, Meşrutiyet rejimi farklıdır: Memur takımının “kâffesi kanun dairesinde hareket ederler”. Sonuç olarak devlet yönetimi kişilere göre değişmez.

Esad Efendi, Tanzimat’ta kabul edilmiş olan müesseseleşme fikrine varır; şöyle ki değişen padişahların değişmez kurallara bağlanmaları gerekir.

Hükümet-i Meşruta, Meşrutiyet muhaliflerince yayılmaya başlanan iki sorunu daha ele alır.

İlk sorun, meşrutî (meclisli) bir rejimin şeriatla bağdaşıp bağdaşmayacağıdır. Bu soruya evet denilirse, o zaman şu diyalog çıkar ortaya:

“Sual— Bizim hükümetimiz nasıl hükümettir?

Cevap— Bizim hükümetimiz esasen şeriatla mukayyed olduğundan hükümet-i Islâmiyedir.

Lâkin bir vakitten beri ahkâm-ı şer’iyeye lâyıkı ile riayet olunmadığından hükümet-i mutlaka yolunu tutmuştur. Bizde esasen padişahların vezaifi (görevleri) bile şeriatla mahduttur. Yani kavaid-i şer’i- yedendir ki padişahın tasarrufat-ı umumiyede ef’al ve harekâtı menfaat-i ammeyi istilzam (kamu yararına göre) ile mukayyeddir.”

Esad Efendi nin bu kısa açıklamasından varılacak sonuç ilginçtir: Şeriatın her çağda ve her yerde aynı ve değişmez sanılan niteliği kaybolmaktadır. Dinde reformu kabul etmeyenler, siyasal planda İslâmî sistemin yozlaşacağını kabul etme durumuna gelmek zorunda kalmışlardır.

İslâmî esaslara yeniden dönülürse, İmparatorluğun eski yüceliğine kavuşabileceği Gülhane Hattı nın açık ve iyimser felsefesidir. Fakat bu dönüş nasıl olacaktır? Bozulan siyasal düzeni, hangi İslâmcı esaslarla kurtarmak mümkündür?

1876 yılında basma taşan ve tartışılan konulardan biri bu olmuştur. Devlet büyüklerinin yabancı elçiliklerden rüşvet aldıkları dedikoduları ortamı içinde, İslâmcı bir siyaset sistemine, Batılı bir tedbirin katılması gereklidir. Bu tedbir, meşrutiyetin güvencesi olan “meclis”tir. O “meclis” ki, “ahali tarafından intihab olunacak”, yöneticileri denetleyecek, “fenalık görürse hükümete haber verecek”tir.

Meclis ve Cemaatlar

Diyalog şöyle devam edecektir: Eğer, Osmanlı hükümeti İslâmî ise, kurulacak meclisin yalnız Müslüman üyelerden oluşması gerekmez mi? Böyleyse iyi. Fakat karma olursa, şer’an câiz olamaz.

Esad Efendi, bu soruya cevap arayacaktır. Çünkü bu sorun muhaliflerin en büyük kozudur ve zihinleri kurcalamaktadır:

Esad Efendi’ye göre bu meclis yalnızca İslâm sorunlarını çözmekle görevli bir organ değildir; öyle olsa soru sahibine hak verilebilir. Mülk’ün (devletin) idaresiyle padişah ve hükümet meşgul olacaktır. Mebuslar birer “müddei” (davacı) olacaklardır. Halkça seçilmiş denetçilerdir onlar. Halkın verdiği paraların nereye harcandığını araştıracaklardır. İsraf ve hırsızlık bulurlarsa haber vereceklerdir. Memurlar zulmederse bildireceklerdir. Yararsız kanunların kaldırılmasını isteyeceklerdir. Bu görevleri mebuslar yapmazlarsa, Âyan Meclisi devreye girer. O yapar. Bunu yapmak için sadece Müslüman olmak gerekmez: Bu herkesin şer’î ve İnsanî hakkıdır. Bu nedenle meclis içinde “birkaç tane de gayrimüslim bulunması” şeriata aykırı değildir. Gayrimüslimlere “siz İslâm değilsiniz: bizimle beraber halinizi devlete arz ile davaya hakkınız yoktur” denilemez. Buna evvela “şeriat-i İslâmiye” razı olmaz.
Esad Efendi, Hıristiyanların memuriyetlere geçmesini istemeyenlere şu soruyu yöneltir: “… Bunu söyleyenlerden sual ederiz ki, umur-ı mûlkiye- ye memur devairden Hıristiyan bulunmayan bir dairemiz var mıdır?”

Hıristiyanların askere alınmalarına gelince, Esad Efendi’ye göre “raiyet-i İslâm (İslâm bayrağı) altında bulunmak şartiyle gayrimüslim asker istihdam etmek, hatta ganaimden (ganimetlerden) hisse vermek dahi meşru- dur. “Tarihlerde bunun örnekleri vardır.
Öte yandan, Meclis’in, halkın verdiği paranın nereye sarfedildiğini sorma hakkı vardır. Çünkü, devlet israf ve hırsızlıkla harap olur. Bu, halkın da harap olması demektir.
Esad Efendi, şu tabloyu sergiler:

’ ‘Bizde bir sadâzam ile bir çiftçinin hukukça hiç farkı yoktur. Lâkin bilfarz bir sadrâzam bizzat bir adama gadret- se hükûmet-i mutlaka usulü devam ettiği sırada o adam onunla muhakeme olup da istifayı (hakkını almayı) hak edebilir mi?”

Esad Efendi’ye göre “eğer bizde öyle bir meclis olsaydı, idarenin malum olan vakte kadar vâki olan tahribatına meydan bırakmazdı.”

Meclisi istemeyenler, Hûkûmet-i Meşruta’ya göre birkaç gruba ayrılabilir: Hıristiyanları istemeyenler; Sarayın nimetlerinden yararlananlar (örneğin beşik müderrisleri) ve çıkarlarının elden kaçacağı korkusunda olanlar.

Ve, Esad Efendi, kitapçığını son bir diyalogla bitirir: “Meraklı vatandaş soracaktır; bu meclisin kuruluşunda reyiniz nedir? Avrupa’yı mı taklit edelim?” Esad Efendi için bunun cevabı “hayır”dır: İngiliz, Fransız meclisleri bu milletlerin ahlâkı, ihtiyaçları üzerine yapılmıştır. OsmanlI’da ise şeriat gayet geniş ve yeterlidir. Ona göre yapılmalıdır. Zâten Hatt-ı Hümâyûn da (II. Abdülhamid’in cülus hattı) bu yöntemi emretmektedir.

Esad Efendi,çok şey söyledikten sonra, döne dolaşa Şeriat’ta karar kılmıştır. Zamanın siyasal olaylarını ve yorumlarını izleyenler Esad Efendi’- nin, içinde bulunduğu ortamı yansıtan soruları ele aldığını göreceklerdir. Esad Efendi’nin özetlediği sorunlar, 19. yy.’ın son çeyreğinde Osmanlı’da anayasa kavramının varmış olduğu düzeyi belirler.

TARIK ZAFER TUNAYA

“Tanzimat’tan Cumhuriyet’e, Türkiye Ansiklopedisi” – 1. Cilt

Ankahukuk Sitesi kurucusu ve yöneticisi

İçeriğimize yorumda bulunmak ister misiniz?

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

İlginizi Çekebilir

Siteden...

İlgili İçerikler