Bugün Babil’in kalıntılarına bakan hiç kimse, Fırat boyundaki bu sıcak ve kasvetli çorağın bir zamanlar astronomiyi neredeyse yaratan, tıbbın gelişime büyük katkılarda bulunan, dilbilgisini bilimleştiren, ilk büyük yasa metinlerini hazırlayan, Yunanlılara matematiğin, fiziğin ve felsefenin temel ilkelerini öğreten, Yahudilere dünyaya tevdi edecekleri mitolojiyi veren, Arapların Orta Çağ Avrupası’nın uykuya yatmış ruhunu ayağa dikmekte kullandıkları bilimsel ve mimari irfanın bir kısmını nakleden zengin ve kudretli medeniyetin başkenti olduğunu tahmin edemez. Sessizce akan Fırat ve Dicle’nin önünde dikilirken, bunların Sümerya ve Akat’ı sulayan, Babil’in Asma Bahçeleri’ni yeşerten aynı nehirler olduklarına inanmak zordur. [Oysa] Bu nehirlerin bereketi ve nesillerinin emeği ile, Babil, Yahudi efsanelerinin cenneti (Eden) ve batı Asya’nın tahıl ambarı olmuştu.
(…) Akat-Sümer çatışması, Akatların zaferi ve Babil’in güney Mezopotamya’nın başkenti olmasıyla sonuçlandı. Bu tarihin başlangıcında, fatih ve yasa koyucu, güçlü Hamurabi’nin (İÖ 2123–2081) kırk üç yıllık hükümranlığı yer alır. (…) Onun yönetiminde aşağı vadinin savaşçı küçük devletçikleri birliğe ve barışa zorlandılar; tarihi kanunnamelerle düzen ve güvenlik için disipline sokuldular.
Hamurabi Kanunnamesi, topraktan 1902’de Susa’dan çıkarıldı. İÖ 1100 civarında Elam’dan savaş ganimeti olarak Babil’e getirilen -halen Louvre’da- yeşil diyorit taşından bir silindir üzerine kazınmıştı. Musa’nınki gibi, bu yasalar da Gökyüzü’nden armağandı; silindirin bir yüzünde emirleri bizzat Güneş-Tanrısı Şamaş’tan alan kralın sureti vardı. Önsöz de neredeyse Gökyüzü’nde yazılmıştı:
“Anunaki ve Bel’in mağrur kralı, Gök ve Yeryüzü’nün Efendisi, toprağın kaderini belirleyen Anu, tüm insanlığın yönetimini Marduk’a tevdi ettiğinde (…) Babil’in mağrur adını andıklarında; dünyanın dört bucağında meşhur edip, ortasında temelleri gök ve yeryüzü kadar sağlam sonsuz bir krallık kurduklarında – işte o zaman Anu ve Bel, tanrıların kulu yüce prens olan beni ülkede adaleti hâkim kılmak, günahı ve kötülüğü yok etmek, güçlünün zayıfı ezmesini önlemek (…) ülkeyi aydınlatmak ve halkın refahını arttırmak için çağırdı. Bel tarafından hükümdar tayin edilen, bolluk ve bereket getiren, Nippur ve Durllu için herşeyi eksiksiz kılan, ben Hammurabi; (…) Uruk şehrine hayat veren; sakinlerine bol su tedarik eden… Borsippa şehrini güzelleştiren; (…) şanlı Uraş için tahıl depolayan; (…) halkına ihtiyaç olduğunda yardım eden; Babil’deki mallarının güvenliğini sağlayan; halkın hükümdarı, hizmetçisi; amelleri Anunit’in katında kabul gören.” [“Musa Kanunnamesi”nin bundan esinlendiği ya da her ikisinin de bir diğer metinden esinlendiği görülmektedir. Yasal bir antlaşmayı resmi bir damga ile mühürlemek geleneği de Hammurabi’ye gider.]
***
(…) Tanrıları överek başlayan kanunname, onları daha fazla dikkate almaz ve hayret uyandıracak kadar sekülerdir. En gelişmiş yasaları en vahşi cezalarla harmanlar, ilkel bir lex talionis25 ve işkenceyle yargılama usulünü dikkatle işlenmiş dava usulleriyle bir arada yürütürken, evlilik içi zorbalığı asgariye indirmek için özel gayret gösterir. Toplam 285 yasa, bilimsel denebilecek bir düzenle, Özel Mülk, Ticaret ve İş, Aile, Hasar ve İşçi başlıkları altında bin yıl sonrasının Asurlularından ve pek çok bakımdan modern Avrupa devletlerininkinden daha gelişmiş ve medeni bir hukuk sistemi oluştururlar:
“Bilge Kral Hammurabi’nin yerleştirdiği adil yasalar ve (onlar vasıtasıyla) ülkeye verdiği istikrarlı destek ve temiz hükümet… Ben, koruyucu hükümdarım… Sümer ve Akat ülkesinin halkını göğsümde taşıdım. (…) Güçlü zayıfı ezmesin, dula yetime haksızlık etmesinler diye onları bilgece dizginledim.
Davası olan herhangi bir mazlum benim adalet kralı suretime gelsin! Anıtımdaki yazıları okusun! Ağır sözlerime kulak versin! Ve benim anıtım onu davasına ilişkin olarak aydınlatsın ve davasını anlamasına yardımcı olsun! Yüreğini rahatlatsın, ‘Hamurabi gerçekten de halkının özbabası gibi bir kral!’ diye ünlesin, ‘halkını her zaman refaha kavuşturdu ve ülkeye temiz hükümet verdi.’
Gelecek günlerde, gelecek zamanın tümünde, ülkenin kralı olacak olan, anıtımın üzerine yazdığım adil sözlere riayet etsin!”
William James Durant
1935 yazım tarihli Our Oriental Heritage adlı eserinden..