Hukuk nedir? Bu basit görünen soru, felsefeden sosyolojiye, tarihten siyasete kadar birçok disiplinin yüzlerce yıldır çözmeye çalıştığı, karmaşık bir bilmecedir. Günümüzde hukuk denildiğinde zihinlerde ilk canlanan imge, genellikle modern devlet ile sıkı sıkıya örülmüş bir yapıdır: Parlamento tarafından çıkarılan yasalar, bağımsız mahkemelerin verdiği kararlar ve merkezi bir otoritenin uyguladığı yaptırımlar…
Ancak, hukuk tanımını yalnızca günümüzün “hukuk devleti” modeline indirgemek, onun binlerce yıllık serüvenini, farklı toplumsal yapılar içindeki varoluş biçimlerini göz ardı etmek demektir. Hukuk, evrensel bir tanıma ulaşabilmek için, onun tarihsel evrimini, özellikle de etkin hukuk (fiilen uygulanan, toplumsal pratiklerde yaşayan hukuk) ile geçerli hukuk (meşruiyeti kabul edilmiş, normatif gücü olan hukuk) arasındaki daimi gerilimi anlamayı gerektirir.
Bu makale, modern öncesi Avrupa’dan yola çıkarak bu iki kavram (etkinlik ve geçerlilik) arasındaki ilişkiyi inceleyecek; Orta Çağ’daki “çok hukuklu” yapının, hukukun kaynağı, otoritesi ve meşruiyeti hakkındaki güncel yaklaşımları nasıl sorgulattığını analiz edecektir. Modern hukuk kuramının temel aldığı “tekil, devlet kaynaklı” hukuk anlayışı, Orta Çağ’ın gelenek, kilise ve yerel pratiklerle örülmüş çoğulcu normatif dünyası karşısında ciddi bir sorgulamaya tabi tutulacaktır.
I. Modern Devlet Öncesi Hukuk: Çok Hukukluluk ve Normatif Çoğulculuk
A. Orta Çağ Avrupası’nda Hukukun Parçalı Yapısı
Roma İmparatorluğu’nun yıkılışını izleyen süreçte Avrupa, günümüzdeki gibi tek bir merkezi yasama kaynağına sahip değildi. Hukuk, adeta bir mozaik gibi, farklı kaynaklardan besleniyordu:
Kavim Kodları (Lex Barbarorum): Cermen kavimlerinin geleneksel uygulamalarının Latince derlenmiş halleri (örneğin Lex Salica, Lex Wisigothorum). Bu yasalar, kişisellik ilkesine dayanıyor, yani hukuk, kişinin bulunduğu coğrafyaya göre değil, ait olduğu kavme göre uygulanıyordu (Professio Juris).
Roma Hukuku Derlemeleri (Lex Romana): Roma tebaası için yürürlükte tutulan, çoğunlukla eksik ve yoruma açık hale gelmiş Roma hukuku metinleri.
Kanon Hukuku (Kilise Hukuku): Kilisenin kendi iç düzeni, evlilik, miras ve bazı suçlar üzerinde etkin olan, organize ve yazılı bir hukuk sistemi.
Yerel Gelenekler ve Örf: Yazılı kodların unutulmaya yüz tuttuğu veya yetersiz kaldığı durumlarda, yapılagelenin yapılması gereken olduğu anlayışıyla ortaya çıkan, sözlü kültüre dayalı yerel pratikler.
Bu tablo, modern hukukun temel aldığı hukukun birliği ve tek kaynağı ilkesiyle taban tabana zıttır. Bu durum, hukukun etkinliğini ve geçerliliğini devletin iradesinden bağımsız olarak ele almayı zorunlu kılar.
B. Etkin Hukuk ve Geçerli Hukuk Kavramları
Hukuk Sosyolojisinin iki temel kavramı olan etkin hukuk ve geçerli hukuk, Orta Çağ bağlamında yeniden düşünülmelidir:
Etkin Hukuk (Effective Law): Toplumda fiilen uygulanan, sosyal ilişkileri düzenleyen ve taraflarca kendisine uygun davranılan kurallar bütünüdür. Orta Çağ’da bu, çoğunlukla yerel örf ve geleneklerin yanı sıra kilisenin uygulamalarıydı. Yazılı kodlar unutulsa bile, toplumsal hayat bir şekilde akmaya devam ediyordu.
Geçerli Hukuk (Valid Law): Bir hukuk kuralının, o sistemin meşruiyet kriterlerini karşılamasıdır. Modern anlamda geçerlilik, Kelsen’in de belirttiği gibi, kuralın kendisinden daha üst bir normdan (nihayetinde Temel Norm’dan) türetilmesiyle sağlanır. Orta Çağ’da ise bu meşruiyet kaynağı, siyasi iktidardan (kraldan) değil, dışsal ve kadim bir otoriteden geliyordu.
Orta Çağ’da etkin hukuk, geleneksel uygulamanın kendisiydi. Peki, bu etkinliği geçerli kılan neydi?
II. Geçerliliğin Kaynağı: Gelenek ve Otoritenin Kutsallığı
Modern hukukta geçerliliğin yegâne kaynağı, kuralı koyan merkezi otoritenin (devletin) yetkisidir. Orta Çağ’da ise durum farklıydı: Hukukun geçerliliği, siyasi iktidarın iradesine değil, geleneğin otoritesine dayanıyordu.
A. Gelenek: Kadimlik ve İyilik (Antiquity and Goodness)
Orta Çağ hukuku, kendisini geçerli kılmak için iki temel vasfa sahipti: kadimlik ve iyilik.
Kadimlik (Antiquity): Hukuk, yeni konmuş bir emir değil, geçmişten beri uygulana gelmiş olandı. Bu, bir kuralın etkinliğini zamanla pekiştiriyor ve onu sorgulanamaz kılıyordu. Kuralın ne kadar eski olduğu, o kadar doğru ve meşru olduğu anlamına geliyordu.
İyilik (Goodness): Hukukun kaynağı, Tanrı’nın yaratılışına ve evrensel düzene atfediliyordu. Bu inanç, hukuku dünyevi bir emirden çıkarıp, onu kutsal bir buyruk mertebesine taşıyordu.
Bu iki vasıf, hukukun kaynağını dünyevi ve güncel siyasi iktidardan alıp, onu dışsal bir düzleme yerleştiriyordu. Kralın görevi, bu kadim ve iyi hukuku yaratmak değil, korumak ve uygulamaktı. Bu, meşruiyetin kaynağını hukukun “üstünde” değil, “altında” gören bir anlayıştı.
B. Geleneksel Otorite: Geçmişin Günümüze Hakimiyeti
Hannah Arendt’in Roma kavramı üzerinden yaptığı çözümlemeye benzer şekilde, Orta Çağ’da otorite (Auctoritas), geçmişteki bir olayın (Yaradılışın) güncel yaşam üzerindeki hakimiyeti olarak işliyordu.
Gelenek, Hukuku Taşıyan Araçtır: Gelenek, hukukun içeriğini nesilden nesile taşıyan bir nehir gibiydi. İçerik değişebilse bile (özellikle sözlü kültürde), değişmeyen inanç, bu nehrin kaynağının kutsal ve dışsal olmasıydı.
Otorite, Geçerliliği Sağlayan Öz’dür: Hukuku geçerli kılan unsur, bu geleneğin içine sinmiş olan, onun dışsallık, kutsallık ve üstünlük vasfıdır. Bu soyut öz, herhangi bir yerel pratiğin (etkin hukukun), meşruiyet kazanarak (geçerli hukuk olması) toplumsal onay almasını sağlıyordu. Başka bir deyişle, yapılagelen (etkin) kuralın geçerliliği, onun “Tanrı’dan beri uygulana geldiği” inancına dayanıyordu.
III. Modern Hukuk Kuramında Orta Çağ’ın Yansımaları
Orta Çağ’ın hukuk anlayışı, modern hukuk kuramcılarının temel savlarını yeniden düşünmeye sevk eder:
A. Hukuki Pozitivizmin Sınırları
Hans Kelsen gibi pozitivistler, hukukun geçerliliğini, onun en nihayetinde bir Temel Norm’dan (Grundnorm) türemesine ve dolayısıyla siyasi otoriteden sadır olmasına bağlar. Orta Çağ’da ise, hukukun kaynağı devlet değil, toplumun kendisiydi; geçerliliği ise toplumsal kabul ve geleneğin kutsallığına dayanıyordu.
Orta Çağ’da Temel Norm: Eğer Kelsen’in mantığı Orta Çağ’a uygulanacaksa, Temel Norm, “Tanrı’nın buyruğuna ve kadim geleneğe uygun davranılmalıdır” ilkesi olmak zorundadır. Bu, modern pozitivizmin “seküler” ve “devlet merkezli” temel norm tanımından tamamen farklı, teolojik ve geleneksel bir meşruiyet kaynağı demektir.
B. Hukuk Sosyolojisi ve Hukuki Çoğulculuk (Legal Pluralism)
Orta Çağ’ın çok hukuklu düzeni, modern hukuki çoğulculuk tartışmaları için güçlü bir tarihsel zemin sunar. Hukuki çoğulculuk, hukukun sadece devletten değil, aynı zamanda devlet dışındaki toplumsal yapılardan (yerel cemaatler, mesleki örgütlenmeler, uluslararası kurumlar vb.) da kaynaklanabileceği fikridir.
Orta Çağ Örneği: Orta Çağ, devletin gücünün zayıf olduğu, Kilise’nin, feodal beylerin ve yerel cemaatlerin kendi normlarını ürettiği bir yapıydı. Buradaki “hukuk”, devletin emri değil, toplumsal ilişkilerin kendisinden doğan bir düzenleyici araçtı. Bu durum, Eugen Ehrlich’in yaşayan hukuk (lebendes Recht) kavramına paralellik gösterir: Hukuk, kitaplarda yazılı olandan (kodlardan) ziyade, toplumun gerçek pratiklerinde (geleneklerinde) yaşar.
IV. Hukuk ve Yaşam: Modernizmden Geleneksel Olanı Yeniden Keşfetmek
Hukuk sitenizin “Hukuk ve Yaşam” sloganı tam da bu noktada devreye girer. Orta Çağ’ın bu tarihsel analizi, hukukun sadece “yasa metinleri”nden ibaret olmadığını, aynı zamanda bir yaşam biçimi, bir toplumsal hafıza ve bir meşruiyet kurgusu olduğunu gösterir.
A. Güncel Hayata Yansımalar: Modern Hukuktaki Gelenek İzleri
Modern ulus devletler bile, hukukun tümüyle rasyonel ve iradi bir yaratım olduğu iddiasını sürdüremez. Anayasacılık, hukukun üstünlüğü, yargı bağımsızlığı gibi kavramlar, sadece pozitif yasa hükümleri değil, aynı zamanda hukuk devleti geleneğinden beslenen, kadimlik ve iyilik iddiası taşıyan üstün ilkelerdir.
Anayasa Normları: Modern anayasalar, devletin iradesini değil, kurucu iradenin temel değerlerini yansıtır. Bu kurucu irade, “geçmişten gelen” (geleneksel) ve “iyi” olduğu varsayılan (meşru) ilkeler üzerine inşa edilir. Bu yönüyle anayasa, Orta Çağ’daki kadim hukukun modern bir muadili olarak görülebilir: Yöneticinin bile üstünde durduğu, dışsal bir otoriteye gönderme yapan normlar bütünüdür.
B. Geçerlilik ve Etkinlik Arasındaki Sürekli Denge Arayışı
Hukukun kalitesi, sadece onun geçerli olmasında değil, aynı zamanda etkin olmasında yatar. Bir yasanın kağıt üzerinde kusursuz olması, eğer toplum tarafından benimsenmiyor ve uygulanmıyorsa, o yasanın etkin hukuk olma vasfını kaybetmesine yol açar.
Pozitif Hukukun Sınırı: Modern devlet, hukuku yaratmada tekel olsa da, onun etkinliğini sağlamada toplumsal pratiklere ve kabule muhtaçtır. Hukuk, toplumun ona atfettiği meşruiyete, yani bir nevi modern geleneğe dayanmak zorundadır. Aksi takdirde, geçerli (yetkili merci tarafından konmuş) olsa bile, etkinliğini yitirir ve toplumun normatif alanında hükmünü icra edemez.
Sonuç: Hukukun Evrensel Tanımına Doğru
Orta Çağ Avrupası’nın analizi, hukukun evrensel bir tanımı için iki kritik unsuru masaya yatırır:
Hukuk, Devletten Daha Eskidir: Hukuk, siyasi iktidarın bir ürünü değil, toplumsal ilişkilerin ve örfün birincil ürünüdür. Modern devlet, sadece bu hukuku tek bir kaynağa indirgeyip, geçerliliğini kendi iradesine bağlama gayretindedir.
Meşruiyetin Kaynağı Dışsaldır: Hukuku sadece bir emir değil, aynı zamanda bir normatif güç haline getiren şey, onun dünyevi ve güncel siyasi iradenin ötesinde, kadim, iyi, kutsal veya temel addedilen bir otoriteden türediği inancıdır.
İster Orta Çağ’ın Tanrı-merkezli geleneği olsun, ister modernitenin Ulus-merkezli Anayasacılığı, her iki durumda da hukukun geçerliliği, yapılagelenin yapılması gereken olduğu inancını sağlayan, etkinliğin ötesine geçen, soyut bir meşruiyet ilkesine dayanır. Hukuku, sadece modern devletin bir aracı olarak değil, aynı zamanda toplumsal yaşamın ve kadim geleneğin taşıyıcısı olarak görmek, onun evrensel ve tarihsel tanımına ulaşmanın anahtarıdır.




