Cuma, Mart 29, 2024
Ana SayfaAnkaBlogTarihSalik Kanunu'na Göre Bir Mahkeme Günü

Salik Kanunu’na Göre Bir Mahkeme Günü

Bu İçeriğimizin Başlıkları

- Advertisement -

Germenler, Batı Roma İmparatorluğu’nu fethettikten sonra, hem Romalılarla hem de Galyalılarla kültürel bir alışveriş içerisine girdiler. Barbarların o zamana dek hiç görmedikleri bir yaşayıştan vardı. Ve hatta yazılı kanunları…

Cermenler kabileler halinde yavaş yavaş Roma ya göç etmeye başladılar. Önceleri amaç çetin kıştan kaçmak, hayvanlarına geniş otlaklar elde etmekti. Ancak geldikleri yerlerde karşılaştıktan medeniyet, tüm barbar kavimlerini kendi kültürlerinden arınıp, yenilenmeye itti. Yenilenme sürecini kanunlarındaki değişikliklerle başlattılar. Artık onlar da sadece en yaşlıların ezberleyip, öğrettiği kurallar zinciriyle değil, yazılmış kesinliği olan yasalarla yaşamaya başladılar. Salik Franklarının latince yazılmış, Salik Kanunları, Sakson Franklarının latince yazılmış Sakson Kanunları oldu.

Kralın maiyetinden birinin öldürülmesi

Güneşli bir gündü. Tüm Franklar yemyeşil bir tepede toplandılar. Rochimburg adını verdikleri jüri üyeleri tepede kendileri için ayrılmış olan yerlerine oturdular. Bu jürinin üyeleri inek, domuz vs. gibi hayvanları olan zengin tüccarların arasından seçilirdi. Toplantıya kanunları çok iyi bilen Thungius adı verilen yargıç başkanlık ederdi. Yargıç ve diğer üyeler toplantıya kılıç kuşanarak gelirlerdi. Tepeden insan kalabalığının lakırdılarıyla uğultuya dönüşmüş sesler yükseliyordu. Başlamak için yargıcın yerini almasını bekliyorlardı. Bir süre sonra tüm gösterişi ile yargıç göründü. Üzerindeki elbiseler onun gücünü ve zenginliğini yansıtıyordu. Yargıcın hemen arkasından, onun güvenliğinden sorumlu olan muhafızları kılıç ve kalkanlarının hışırtıları içinde dimdik yürüyorlardı. Sonunda yargıç yerini aldı.

İlk dava kralın maiyetinden birinin öldürülmesi ile ilgiliydi. Mısır püskülünü andıran bıyıklarının altından tükürükler saçarak homurdanan adam, tüm öfkesini gözlerinde taşıyarak  katile bakıyordu. Bu adalet isteyen kırgın adam kurbanın ağabeyiydi. Mahkeme alanı mahşer yeri gibiydi. Bu kalabalık alışılagelmiş bir şey değildi. Yapılacak olan davada durum diğerlerinden farklıydı. Eğer Öldürülen kişi, bir Frank askeri ise tüm askerler kılıçlarını kuşanıp, mahkemeyi dinlerdi. Bu korkunç kalabalığın içinde tek bir kişi vardı ki çaresizliği gözlerinden okunuyordu. Adam korkuyor, korktukça siniyor, sindikçe küçülüyordu. Ruhu bu ağır baskıya daha fazla dayanamadı. Ani bir hareketle yerinden fırladı ve

“Ben öldürmedim, ben yapmadım” diye bağırdı.

Tüm gözlerin üzerine döndüğünü gören adam, bu büyük öfkenin karşısında ayakta kalabilmek için bir parça merhamet istercesine sesinin tonunu alçaltarak konuşmasını sürdürdü.

“Evet… birbirimizi sevmezdik. Ama tanrı şahidim olsun ki ben Öldürmedim.”

Sözcükler korkudan gerilmiş gırtlağından çıkmaya çalışırken boğazını acıtıyordu. Artık susmuştu… Ne yazık ki cinayetin nasıl işlendiği belli değildi. En kötüsü de hiç tanık olmamasıydı. Yargıç gururla ayağa kalktı. Gözlerini kalabalığın üzerinde gezdirip, sanığa yöneldi.

“Sana İnanmak isterdim” dedi ve bir an sustu. Sonra koca başını iki yana sallayarak. “Ama hiç şahidin yok.”

Büyük Kral Clovis’İn yaptığı Salik Kanunları’nı düşünürken son derece sessiz ve dikkatliydi. Şöyle devam etti.

“Kanunlarımıza göre, bir kişiyi cinayet işlemekle suçluyor-sak, bu cinayeti onaylayacak yetmiş iki şahidimiz olmalı.”
Kalabalıktan homurtular yükseldi.

“Yetmiş iki şahidi kimse bulamaz.”

“Şahit yoksa suç yok mu?”

“Suçlular cezasız mı kalacak?”

Sonunda bu başı boş cümleleri jüri üyelerinin temsilcisi durdurdu. Ayağa kalktı:

“Salik Kanunları’na göre, davacının istekleri daima ön plandadır. Bunu unutmuş olamazsınız sayın yargıç” dedi.

Ortalık tekrar sessizleştî. Yargıç başını önüne eğdi. Sol eliyle çenesini sıkıca kavradı. Gözlerini kaldırdı, önce sanığı sonra öfkeli ağabeyi süzdü. Birkaç dakika sonra son derece kararlı bir tavırla tekrar ayağa kalktı. Konuşmaya başladı:

“Bu adamın suçlu olup olmadığını anlamak için onu bir sınavdan geçirelim.”

Sanık bu küçük umut ışığıyla başını kaldırdı. Şükreder gibi yargıca bakıyordu. Yargıç cümlelerini sürdürdü.

“Elinin üzerine eritilmiş demir ya da kaynar su dökelim.”

Bu sözlerle adamın gözlerindeki umut ışığının yerini derin bir keder aldı. Delirmiş gibi başını sallıyor, sadece hayır hayır diye haykırabiliyordu. Yargıç umursamadan devam etti.

“Yanan elini bir bez parçası ile sararız, eğer bir haftada iyileşirse suçsuzdur. Yok iyileşmezse bu adam bir katildir ve Salik Kanunu’nca cezalandırılacaktır.”

“Evet tamam, iyileşmezse cezalandırılmasını istiyorum” diye bağırdı davacı.

Sanık korkudan bembeyaz oldu. Tirtir titriyor, boncuk boncuk terliyordu. Tek yapabildiği şey olan, hayır demeyi sürdürüyordu. Ama hiç kimse onu duymuyor, ona aldırmıyordu. Hazırlıklar başladı. Kocaman bir ateş yakıldı. İçi suyla doldurulan kazan kaynamaya başladığında zavallı adam korkudan bitap düşmüştü. Yargıç kazanın yanına gelip, işaretini verdiğinde, muhafızlar sanığı kollarından kavrayıp kazanın yanına getirdiler. Kolunu kiyafetlerden sıyırıp, korkunç bir öfke ile fokurdayan suya soktular. Adamın içi yakan acı feryadı tüm alanda çınladı. Herkes nefesini tutmuş neler olacağını izliyordu. Kolu sudan çıkardıklarında fena halde yanmış olduğunu gördüler. Etrafı yine uğultu kapladı. Zavallı adam acıdan muhafızların üzerine yığılmıştı.

“Evet, bakın bu tanrının adaleti, o bir katil. Bu el bir haftada nasıl iyileşir.?” Dedi kalabalıktan bir ses. Adamın yanık eli sarılırken, orada bulunanlar onun suçlu olduğuna karar vermişlerdi bile. Yargıç yüksek sesle kanunu okudu.

“Bir Frank, Frank ülkesinde yaşayan bir başka Frank’ı öldürürse katil davacıya sekiz bin denar öder. Yani iki yüz şilin. Fakat ölen kişi kralın mahiyetinden biriyse, yetmiş iki bin denar yani bin sekiz yüz şilin öder. Eğer suçlu bu parayı ödemezse, mallarına el konur. Sahip olduğu mallar bu miktarı karşılamaya yetmezse suçlu öldürülür.”

Karar kesin ve çok acımasızdı. Suçlu güçlükle ayağa kalktı. Salik Kanunu’na göre bin sekiz yüz şilin cezaya çarptırılmıştı. Ancak bir inek bir şilin, bir boğa iki şilin ediyordu. Çaresizlik ve acı içindeki adam devamlı bağırıp feryat eden karısını ve çocuklarını da o an için görebildi. Karısı durmadan yargıca yalvarıyor, aman diliyordu. Sürünerek ailesinin yanına kadar gitti. Yargıcı alıp, evlerine ****ürdüler. Tüm mal varlıkları birkaç domuz, bir inek, bir boğa, nehirde bir sal ve eski bir balık ağından ibaretti. Bunlar ceza için yeterli değildi. Çocukları ve karısı vardı, yargıç tekrar düşündü ve kararını açıkladı:

“Eski adetlere göre davranalım. On iki yemin etmiş adamla evine gideceksin. Her köşeden ve kapı eşiğinden birer avuç toprak alacaksın. Toprakları sol omzunun üzerinden en yakın akrabana atacaksın. Bu davranışınla, artık hiçbir şeyinin kalmadığını, ailenin de ömürlerinin sonuna kadar senin suçunun cezasını çekeceğini göstermiş olacaksın. Sonra sadece bir gömlek giyeceksin, kemer takmayacaksın. Ayakların çıplak olacak, elinde bir değnek tutarak, evinin önündeki sazdan yapılmış çitin üzerinden atlayacaksın. Bu hareketinle de artık ne ailenin ne de evinin barkının kalmadığını göstereceksin. Artık sen evsiz barksız zavallı bir adamsın. Seni öldürmüyoruz ama bundan böyle ölene dek davacının kölesi olacaksın.”

Karar kesindi, dava bitmişti. Artık hiçbir şeyi olmayan adam, çıplak ayaklarına ve yanık koluna bakıyordu.

İçeriğimize yorumda bulunmak ister misiniz?

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

İlginizi Çekebilir

Siteden...

İlgili İçerikler