Barış görüşmelerinin başlaması öncesinde Ankara, aynı tarihlerde üç önemli sorunla karşı karşıya kalmıştır. Bu sorunlardan birisi ve ilk gündeme gelen görüşmelerin nerede ve yapılacağı ve ne zaman başlayacağıydı. TBMM Hükümeti daha Mudanya Mütarekesi görüşmeleri devam ederken İtilaf Devletlerine verdiği bir nota ile barış konferansının 20 Ekim 1922’de İzmir’de toplanmasını teklif etmiştir. Ancak Müttefikler bu teklife sıcak bakmamışlar ve konferansla ilgili olarak kendi aralarında görüşmeleri sıklaştırmışlardır. Sonuçta barış konferansının 13 Kasımda Lozan’da toplanması konusunda fikir birliğine varmışlar ve 27 Ekim 1922 tarihli bir nota ile de kararlarını hem TBMM Hükümeti’ne, hem de İstanbul Hükümeti’ne bildirmişlerdir.
İtilaf Devletlerinin verdikleri nota ile konferansın nerede ve ne zaman başlayacağı konusu açıklık kazanırken, konferansa hem TBMM Hükümeti’nin, hem de Osmanlı Hükümeti’nin davet edilmesiyle yeni bir sorun çıkmıştır. Lozan’da yapılacak olan barış görüşmelerine her iki hükümetin de davet edilmesi, Türk ulusunun görüşmelerde hangi hükümet tarafından temsil edileceği sorununun ortaya çıkmasına neden olmuştur. Başkomutan ve Meclis Başkanı Mustafa Kemal Paşanın kısa bir süre önce TBMM Hükümetinin tek temsilcisi olduğunu açıklamasına rağmen, İstanbul Hükümeti sadrazamı Tevfik Paşa, bu yaklaşımı görmezlikten gelmiş ve konferansta izlenecek ortak ilkeleri tespit etmek amacıyla bir telgraf çekmiştir. TBMM’yi geçici bir kurul olarak gören ve yurdun kurtarılmasından sonra artık görevinin sona erdiğine inanan İstanbul’daki bazı çevrelerin, TBMM’nin açılmasıyla Anadolu’da yeni bir Türk devletinin kurulduğunu hala anlamamış olmaları ya da bilerek görmezlikten gelmeleri, padişah ve yakın çevresinin gerçeklerden ne denli uzak politikalar
izlediğini göstermesi açısından önemlidir.
İstanbul Hükümetinin konferansa katılmak istemesi ve elde edilen askeri ve siyasi zafere ortak olmak girişimlerinde bulunması, İstanbul Hükümetinin yanı sıra Saltanat kurumunun da varlığını tartışılır hale sokmuştur. Kurtuluş savaşı yıllarında iç ve dış koşulların uygun olmaması nedeniyle saltanata karşı doğrudan doğruya olumsuz bir tavır sergilemeyen, bununla birlikte saltanat kurumunu kaldırmak için uygun bir fırsat kollayan Mustafa Kemal Paşa, Meclis’te Osmanlı Hükümetine karşı doğan tepkiyi iyi kullanmış ve sorunun tümden çözümü için saltanatın kaldırılmasını gündeme getirmiştir. İstanbul Hükümeti’nin girişimlerine saltanata ve hilafete yakın mebusların bile tepki gösterdikleri bir dönemde Mustafa Kemal Paşa’nın telkinleriyle Dr. Rıza Nur Bey ve arkadaşları Saltanatın kaldırılmasına dair hazırladıkları teklifi Meclis’e sunmuşlardır. 1 Kasım 1922’de Meclis’te yapılan oylamayla Saltanat kaldırılmış ve böylelikle 600 yılı aşkın bir süre yönetimde bulunan Osmanlı hanedanının egemenliğine son verilmişir. Saltanatın kaldırılmasından kısa bir süre sonra Tevfik Paşa sadrazamlık görevinden istifa ettiğini açıklamış ve İstanbul Hükümetinin konferansa katılma ihtimali tümüyle ortadan kalkmıştır. Bu gelişmeler karşısında İtilaf Devletlerinin “bizim için sorun yok, fark etmez” şeklinde tavır sergilemeleri, artık dış dünyanın da Osmanlı Devletinin tükendiğini ve TBMM’nin sürekliliğini kabul etmesi açısından önemlidir.
Barış konferansı öncesinde TBMM, bir yandan İstanbul Hükümeti’nin barış konferansına katılmaması için yoğun bir uğraş verirken, aynı günlerde bir diğer sorun TBMM’ni temsil edecek heyetin kimlerden oluşacağı ve bu heyetin başkanının kim olacağı sorunuyla karşı karşıya kalmıştır. Heyet başkanlığı için Vekiller Heyeti Reisi (Bakanlar Kurulu Başkanı) Rauf Bey başta olmak üzere Yusuf Kemal Bey, Fethi Bey ve hatta Kazım Karabekir Paşa gibi Milli Mücadele yıllarının önde gelenlerinin isimleri gündeme gelmiştir. Özellikle daha önce Mondros Mütarekesini imzalamış konu Rauf Bey açısından Lozan’a heyet başkanı olarak gitmek son derece önemli bir olay haline gelmiştir. Rauf Bey barış konferansına katılarak hem geriye dönük eleştirilerden kurtulabilecek hem de daha önce mağlup taraf olarak muamele gördüğü Batılılarla hesaplaşma imkanını bulabilecekti.
Bütün bunlara karşın Meclis Başkanı Mustafa Kemal Paşa’nın kafasında çok farklı bir isim vardı. Bu kişi Mudanya Mütarekesi görüşmelerinden başarıyla çıkan ve hemen her konuda Mustafa Kemal Paşa’nın güvenini kazanmış olan İsmet Paşa idi. Mustafa Kemal Paşa’nın Heyet Başkanlığı için Rauf Bey yerine İsmet Paşa’yı tercih etmesinde çeşitli etkenler rol oynamıştır. Her şeyden evvel Rauf Bey’in Vekiller Heyeti Reisi olması, onun Lozan’a gitmesi için bir engel teşkil etmekteydi. Çünkü Lozan Konferansı , Hariciye Vekilleri (Dışişleri Bakanları) düzeyinde toplanacaktı ve bu nedenle de TBMM Hükümeti’nin Hariciye Vekili düzeyinde temsil edilmesi diplomatik açıdan daha uygundu. Öte yandan Mustafa Kemal Paşa yurt dışında gerçekleşen ve kendisinin sınırlı etki yapabileceği bir konferans için en fazla güvendiği bir kişinin orada bulunmasını uygun görmekteydi. Meclis’teki muhalif İkinci Grupla dirsek teması içinde bulunan Rauf Bey’in Mustafa Kemal Paşa’ya bu yönde güven verdiğini söylemek mümkün değildi. Buna karşılık İsmet Paşa, Mustafa Kemal Paşa’nın direktiflerine uyma konusunda güven telkin etmekteydi ve bunu da Mudanya’da yapılan
mütareke görüşmeleri sırasında kanıtlamıştı. Ayrıca İsmet Paşa, Osmanlı diplomasi geleneğinden gelmeyen yeni tip bir devlet adamıydı ve Batılılar karşısında hiçbir kompleks taşımıyordu. Bu niteliği İngilizlere yakınlığı ile bilinen Rauf Bey’e karşı bir avantaj oluşturmaktaydı. Mustafa Kemal Paşa Ali Fuat ve Fevzi Paşalarla, Yusuf Kemal Bey, Rauf Bey ve İsmet Paşa’nın da görüşlerini aldıktan sonra İsmet Paşa’nın heyet başkanı olmasıyla ilgili kararını açıklamıştır.
24 Ekim’de Yusuf Kemal Bey Hariciye Vekilliğinden istifa etmiş ve yerine İsmet Paşa getirilmiştir. Vekiller Heyeti tarafından saptanan Türk delegasyonu şu kişilerden oluşmuştur: Baş delege İsmet Paşa (İnönü), ikinci delege Dr. Rıza Nur Bey ve diğer delege eski iktisat vekili Hasan (Saka) Bey idi. Türk heyeti sadece bu isimlerden ibaret değildi. Bu isimlere ek olarak geniş bir danışmanlar grubu oluşturulmuştur. Bu isimlerin bazıları şunlardır: Celal (Bayar), Zekai (Apaydın), Muhtar (Çilli), Veli (Saltık), Zülfü (Tigrel, Münir (Ertegün),
Tevfik (Bıyıklıoğlu), Şükrü (Kaya), Hikmet (Bayur), Fuat (Ağralı), Tahir (Taner) Ruşen Eşref (Ünaydın), Yahya Kemal (Beyatlı), Beyler.
Lozan için hükümet tarafından kesin şekli verilen heyetin TBMM tarafından onaylanmasından sonra söz alan İsmet Paşa barış konferansında savunacakları temel ilkeleri şu konuşmasıyla açıklamıştır: “Arkadaşlar yüksek heyetinizin güvenini kazanarak barış konferansına heyetimiz gidiyor. Heyetimizin Avrupa’da takip edeceği davaların esas yolları, şimdiye kadar dünya tarafından bilinmektedir. Bu, milletimizin öteden beri milli istekleri yolunda takip ve tespit ettiği yoldur ki, Misak-ı Milli ile açıklanmıştır. Binaenaleyh Misak-ı Milli ve yüksek heyetinizin siyasetimize esas olarak kabul ettiği anlaşmalar bizim hareket hattımızın esasını teşkil eder. Misak-ı Milli ile yapılmış anlaşmalar çerçevesinde haklarımızı savunacağız. Ümit ediyoruz ki, hak ve hakikat dünyada o kadar ileri gitmiştir ki isteklerimizi kolaylıkla açıklamaya muvaffak olacağız, İnşallah barış konferansı insaniyetin, hakkı kabul hususunda çok insaflı ve çok ileri olduğuna şahit olur. Heyetimiz için yüksek Meclisin daimi yardımları ilahi kararın belirmesine vesile olacaktır”. İsmet Paşa’nın bu sözlerinden konferans için umut taşıdığı ve Batılı devletlere bakışının iyimser olduğu anlaşılmaktadır. Ancak kısa zamanda bu iyimser hava yerini gerginliğe bırakacaktır.
Heyetin kesinleşmesinden sonra Lozan’da ele alınması gereken konular üzerinde çalışmalara hız verilmiş ve Türk tezinin özeti şeklindeki 14 maddelik talimatname hükümet tarafından heyete verilmiştir. Bu talimatname şöyledir:
1-Doğu Sınırı: Ermeni yurdu bahis konusu olamaz. Olur ise görüşmelerin kesilecektir.
2-Irak Sınırı: Süleymaniye, Kerkük ve Musul sancakları istenecektir. Konfreransta bundan farklı olarak ortaya çıkacak güçlükler için Vekiller Heyeti’nden talimat alınacaktır. Petrol vesaire imtiyazları sorununda İngilizlere bazı ekonomik çıkarlar sağlanması görüşülebilir.
3-Suriye Sınırı: Bu sınırın düzeltilmesine olanaklar elverdiğince çalışılacak ve bu sınır şöyle olacaktır: Resi İbn-i Hayn’dan başlayarak Harm, Müslimiye, Meskene ve sonra Fırat yolu Dirizor, çöl ve nihayet Musul Vilayeti güney sınırına ulaşır.
4-Adalar: Duruma göre hareket edilecek ve kıyılarımıza pek yakın meskun olan ve olmayan adalar derhal ilhak edilecek, başarı elde edilemediği takdirde Ankara’dan sorulacaktır.
5-Trakya Batı Sınırı: 1914 sınırının elde edilmesine çalışılacaktır.
6-Batı Trakya: Misak-ı Milli maddesi uygulanacaktır.
7-Boğazlarda ve Gelibolu yarımadasında yabancı askeri kuvvet kabul edilemez. Eğer bu konudaki görüşmeler kesilmeyi gerektirirse kesilmeden önce Ankara’ya bilgi verilecektir.
8-Kapitülasyonlar kabul edilemez. Görüşmelerin kesilmesi gerekir ise yapılır.
9-Azınlıklar: Esas, mübadeledir.
10-Düyun-u Umumiye: Türkiye’den ayrılan memleketlere dağıtımı, Yunanlılara devri, yani tamirata karşılık tutulması, olmadığı takdirde 20 yıl ertelenmesi gerekir. Düyun-u Umumiye İdaresi ortadan kalkacaktır. Güçlükler çıktığı takdirde Ankara’ya sorulacaktır.
11-Ordu ve donanmayı sınırlandıran konu olmayacaktır.
12-Yabancı kurumlar Türk kanunlarına tabi olacaklardır.
13-Türkiye’den ayrılan memleketler için Misak-ı Milli’nin özel maddesi yürürlüktedir.
14-Cemaatler ve İslam Vakıflar Hukuku eski antlaşmalara göre düzenlenecektir.
Sunulan bu talimatname 24 Temmuz 1923’te imzalanan Lozan Barışının Türkiye için başarı mı, yoksa hezimet mi olduğu yönündeki tartışmalara bir açıklık getireceği bir gerçektir. Ayrıca Lozan Konferansı sırasında Türk heyetinin başkanı olan İsmet Paşa’nın görüşmelerdeki tutumunun, bu talimatnameye uygun olup olmadığı da tartışmasız bir şekilde değerlendirilebilir.
Kaynaklar:
- http://www.ait.hacettepe.edu.tr
- İsmail Soysal, Tarihçeleri ve Açıklamalarıyla Türkiye’nin Siyasal Antlaşmaları, Ankara, 1983.
- Lozan Barış Konferansı, Tutanaklar ve Belgeler, Ankara, 1972.
- Cemil Bilsel, Lozan, 2 c., İstanbul, 1933.