Sihirbazlar Aleyhine Davalar ✨🧹🔥

“Medeniyetin kabul edilmiş hiçbir mihenk ve kıstası yoktur… Başka herhangi bir kıstas mevcut olmadığına göre, adaletin tatbik derecesi ⚖️, yani insanların haksızlığa karşı olan hassasiyetlerinin ve bu haksızlığı düzeltme arzularının derecesi acaba medeniyete ölçü olarak ileri sürülemez mi?”

— Hukuk Felsefesinden Bir Yansıma 💡

Ceza hukukunun tarihsel seyri incelendiğinde, sihirbazlık ve büyücülükten dolayı açılmış olan davalar, yalnızca bir hukuki sapma olarak değil, bizzat bir medeniyet krizi 💥 olarak değerlendirilmelidir. Bu davalar, Devletin bekasını hedef alan siyasi isyanlar veya hanedan çekişmeleri gibi suçlardan temelde ayrılır; çünkü sihirbazlık suçu, ne maddî bir ispatı ne de rasyonel bir delili barındırır. Bu suçlamaların temeli, Kilisenin dogmatik teolojisi ile kitlelerin derinlere kök salmış mitolojik hurafelerinin 👻 tehlikeli bir harmanından doğmuştur. 15. yüzyıldan 18. yüzyıla uzanan bu “salgın davalar” (*epidemic prosecutions*), hukukun hakikati ortaya çıkarma misyonunda ne denli aciz kalabileceğini, hatta bizzat zulmün aracı haline gelebileceğini gösteren en kanlı örnektir. Bu dönem, Avrupa tarihinde Aydınlanma’nın gölgesinde yatan en karanlık lekelerden 🌑 biridir.

Usul Hukukunun İflası: İtirafların Mutlakiyeti ve İşkencenin Meşrulaştırılması ⛓️

Sihirbazlık davalarının en öğretici ve trajik yönü, o dönemin muhakeme usulünün ana direği olan itirafın mutlak gücünün yıkıcı etkisidir. Engizisyon usulünden miras kalan bu yaklaşımda, itiraf, “delillerin kraliçesi” (*regina probationum*) olarak görülüyordu. 👑 Ancak sihirbazlık gibi “hayalî” suçlarda ortada ne ceset, ne silah ne de somut bir mağduriyet vardı. Bu boşluğu doldurmak için, mahkeme, sanığı itirafa zorlamak üzere sistematik işkenceyi meşrulaştırdı. İşkence, sadece bir cebir aracı olmaktan çıkıp, sanığın ruhundaki Şeytanî sırrı 😈 çözmenin teolojik bir yöntemi olarak kabul edildi.

Bu süreçte uygulanan işkence yöntemleri, özellikle İskoçya ve Almanya’da, insanın dayanma sınırlarını zorlamıştır. Uykusuz bırakma (*waking*), vücuda iğneler saplayarak Şeytan Lekesi arama (*pricking*) 📌 gibi yöntemler, sanıkların yalnızca fiziksel değil, aynı zamanda bilişsel ve ruhsal bütünlüğünü de parçalamayı hedeflemiştir. 💔 İşkence altında elde edilen itiraflar, daha sonra “suç ortaklarını” ifşa etme baskısıyla birleşince, davalar bir kartopu ☃️ gibi büyümüş ve yüzlerce masumun adını içeren devasa bir iftira sarmalı yaratmıştır. Bu zincirleme reaksiyon, hukukun rasyonel denetiminden tamamen çıkmış, adeta hukuk kisvesi giymiş bir toplu infaz sistemine dönüşmüştür. 💔 Bu dönemde kabul edilen “yarı ispatlar” (*probationes semi-plenae*), yani dedikodular ve sübjektif şahitlikler, iki tanesinin bir tam ispata denk sayılması gibi mantık dışı bir aritmetik 🔢 ile masumiyet karinesini yok etmiştir.

Salgın Davaların Sosyo-Ekonomik ve Felsefî Kökleri 🌍

Cadı avları salgınının, Avrupa’nın Rönesans ve Reformasyon gibi büyük entelektüel patlamaları yaşadığı bir döneme denk gelmesi, tarihsel bir ironi ve entelektüel bir paradokstur. Bu durum, bilgi ve irfanın artmasının, körüklenmiş korku 😨 karşısında ne kadar yetersiz kalabileceğini gösterir. Salgının yayılmasına yol açan temel dinamikler çok katmanlıdır:

  • Hukuki Yetki Değişimi: 16. yüzyılda davalara bakma yetkisinin Kilise’den sivil mahkemelere intikali, davaların sayısını dramatik şekilde artırmıştır. 📈 Sivil mahkemeler, yerel kinleri ve kişisel anlaşmazlıkları hukuki bir zeminde temizlemek için bu suçlamaları bir araç olarak kullanmışlardır. Almanya’daki Karolina Kanunu (*Lex Carolina*), bu değişimi yasallaştıran en önemli dönüm noktasıdır.
  • Ekonomik ve İklimsel Stres: Küçük Buz Devri’nin getirdiği tarımsal kıtlıklar 🌾❌, salgın hastalıklar 🦠 ve sosyo-ekonomik belirsizlikler, halkı bu felaketlerin kaynağını doğaüstü güçlerde aramaya itmiştir. Cadılar, ekşi sütten ölen buzağıya, mahsulü vuran doluya kadar her türlü kötü talihin sorumlusu ilan edilmiş, böylece toplumsal öfke ve kaygı somut bir hedefe yönlendirilmiştir.
  • Teolojik Demonizasyon: Reform ve Karşı-Reform hareketlerinin teolojik gerilimi, Şeytan’ın gücünü ve görünürlüğünü abartmıştır. Cadılar, artık basit halk şifacıları değil, bizzat Şeytan’ın ordusundaki casuslar 😈🕵️‍♀️ olarak görülmüşlerdir. Bu demonizasyon, suçu en büyük cürüm (*crimen exceptum*) seviyesine taşıyarak tüm hukuki korumaları kaldırmıştır. 🛡️❌

Kurbanın Profili ve Bayağı Kötülük: Kepler’in Annesinin Dramı 👵

Cadı avları, çoğunlukla toplumun en marjinal ve savunmasız kesimlerini hedef almıştır: yaşlı, yoksul, dul veya bekar kadınlar. 🧕 Onların suçu, resmi Kilise ve tıp otoritesinin kontrol edemediği, kadim bir bilginin taşıyıcısı olmalarıydı.

Johannes Kepler’in annesi Katharina Kepler’in davası (1615-1621), bu toplumsal dinamiklerin en çarpıcı örneğidir. Dünyanın en parlak bilim adamlarından 🔭 birinin annesi dahi, komşuluk çekişmeleri, kişisel kinler ve bir “cadı avcısı” (*hexenspürer*) fanatizminin kurbanı olmaktan kurtulamamıştır. Kepler’in hukuki dehası ve sebatkarlığı, annesinin işkenceden kurtulmasını sağlamış olsa da, bu dava bize, ahlaki çöküşün sınıfsız ve acımasız olduğunu gösterir. Oğlu tarafından bile tam olarak anlaşılamayan yaşlı bir kadının eksantrik davranışları, çağın en büyük kötülüğüyle ilişkilendirilmiştir. Katharina’nın işkence odasında sergilediği kararlılık: “Bana ne isterseniz yapınız, kanımın hepsini aktıp tüketseniz bile itiraf edecek bir şey bilmiyorum; öleyim daha iyi.” Bu sözler, masumiyetin, zorbalığa karşı son siperi olduğunu gösterir. 💪

Psikolojik Çöküş: Telkin, Histeri ve Muhayyel İtiraflar 🧠

Sihirbazlık davalarının en şaşırtıcı ve ürkütücü yanı, sanıkların büyük bir kısmının gönüllü olarak, hem de en fantastik detaylarla itirafta bulunmasıdır. İskoçyalı Isobell Gowdie’nin itirafları, Şeytan’la buluşmalarını, alakarga ve kedi kılığına 🐈‍⬛ girmesini, Peri Kraliçesi ile karşılaşmasını büyük bir detaycılıkla anlatmıştır. Bu itiraflar, ne işkencenin ne de basit bir yalanın ürünüydü; bunlar, toplumsal telkinin (*suggestion*) ve kolektif histerinin kurbanı olan zihinlerin ürünüydü.

Toplumun ve mahkemenin, Şeytan’ın faaliyetlerine dair inancı o kadar şiddetliydi ki, sorgulayıcılar bilinçli veya bilinçsiz olarak bu inançları sanıklara aktarıyorlardı. Paranoyak, histerik veya psikolojik rahatsızlıkları olan bireyler, kendi halüsinasyonlarını ve sanrılarını, mahkemenin ve toplumun kendilerine sunduğu hazır anlatı kalıbına (*Sabbat* veya *Elfame*) uydurarak mantıklı bir çerçeveye oturtuyorlardı. Sanık, işlemediği ve işlemesi mümkün olmayan bir suçu itiraf ederek, vicdan azabı çekiyor ve bu hayalî suçun gerçekliğine inanıyordu. 🤯 Bu durum, hukuk sisteminin sadece adaleti değil, bizzat insan aklını ve vicdanını da parçaladığının en kesin kanıtıdır. Hâkimler, bu davalarda hakikati aramak yerine, kendi inançlarını doğrulayan bir fikri sabitin peşinden koşuyorlardı.

Tarihsel Miras ve Medeniyetin Ölçütü 🏛️

Cadı avlarının sonlanması, bir anda gerçekleşen bir pişmanlıktan çok, hukuk felsefesinin zorlu bir zaferidir. 🏆 On sekizinci yüzyıl Aydınlanma Çağı’nın getirdiği akılcılık, Beccaria gibi hukuk düşünürlerinin ceza hukukunu yeniden temellendirmesiyle, sihirbazlık suçu hukuk sisteminin dışına itilmiştir. Rasyonel delil, suçun maddî temeli ve sanığın iradesinin incelenmesi gibi ilkeler, hayalî suçların mahkemelerde barınmasını imkansız kılmıştır. İngiltere’nin 1735’te bu kanunları yürürlükten kaldırması, akılcılığın hurafeye karşı kazandığı sembolik bir zaferdir. 🌟

Netice itibarıyla, sihirbazlık aleyhindeki bu davalar, hukuk sisteminin dokunulmazlığına dair tehlikeli bir yanılsamayı yerle bir etmiştir. Bu davalar, bize adaletin, siyasi ya da toplumsal baskı karşısında ne kadar kırılgan olduğunu gösterir. Mahkemelerin, halkın yaygın korkularına ve kanaatlerine hizmet etmeye kalkıştıkları her an, hakikati meydana çıkarma yeteneğini kaybedeceklerini ispatlamıştır. Bu nedenle, bir toplumun medeniyet seviyesi, ne zenginliği ne de bilginin inkişafıyla değil; en zayıf bireyine, en tuhaf suçlama karşısında dahi sunduğu hukuki güvencenin derecesiyle ölçülmelidir. ⚖️ Cadı mahkemeleri tarihi, bu güvencenin korunması için sürekli bir eleştirel uyanıklığın ve rasyonel muhakemenin ne kadar hayati olduğunu bize kanlı bir miras olarak bırakmıştır.

Bunları da Okuyabilirsiniz!

Ankahukuk Sitesi
Ankahukuk Sitesihttp://www.ankahukuk.com
Ankahukuk Sitesi kurucusu ve yöneticisi

Cevap Bırak

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz
Captcha verification failed!
Captcha kullanıcı puanı başarısız oldu. lütfen bizimle iletişime geçin!