Çarşamba, Mayıs 8, 2024
Ana SayfaÖzel Dosyalar12 Eylül BelgeleriKenan Evren'in 1980 Anayasası'nı Tanıtma Konuşmaları - 1

Kenan Evren’in 1980 Anayasası’nı Tanıtma Konuşmaları – 1

- Advertisement -

Kayseri konuşması (30.10.1982)

Devlet Başkanı Orgeneral Kenan Evren, “1982 Anayasası’nı Devlet Adına Tanıtma Programı” ile ilgili yurt gezisini 30 Ekim 1982’de Kayseri’de sürdürdü. 
 
Devlet Başkanı Orgeneral Evren’in Kayseri konuşmasından…


 “1960 ve 1971 olaylarından ders almayan siyasilerimiz yurdu 11 Eylül 1980 tarihine getirdiler.”

 “Tekrar bir müdahale yapılmasını hiç arzu etmiyorduk. Bu yüzden de tarizkar mektuplar alıyor ve hatta yüzümüze karşı dahi “Ne duruyorsunuz?” diyorlardı. Asıl garibi nedir biliyor musunuz? Bunları söyleyenler arasında milletvekilleri ve senatörlerin de olmasıydı.”

 “Bize 12 Eylül’den sonra çeşitli çevrelerden çok telkinler yapıldı. Eğer bu milletin rahat ve huzura kavuşmasını ve memleketin düzelmesini diliyorsak, en aşağı 5 sene ayrılmamamızın gerektiği, hatta bunu 10 seneye çıkarmamızın en doğru hareket olacağı söyleniyordu. Ben ve arkadaşlarım, bu telkinlerin hiçbirisine kapılmadık.”

 “12 Eylül’den hemen sonra, sağcısıyla, solcusuyla bize alkış tutanlar, bu Harekatın yapılmasının zaruri olduğunu söyleyenler, baktılar ki Anayasa hazırlanmaya başlandı, baktılar ki bu Anayasada, 1961 Anayasası’nda bulunan o hudutsuz özgürlükler ve özerkliklerin bazı kısıtlamalara tabi tutulduğunu öğrendiler, etekleri tutuşarak, bu Anayasayı – kendi tabirleri ile – bombardımana başladılar.”

 “Meslek kuruluşları, bundan böyle kuruluş amaçları dışında faaliyet gösteremeyecekler; siyasetle uğraşamayacaklar; siyasi partiler, sendikalar ve derneklerle ortak hareket edemeyeceklerdir. Önlerinde meydan boştu. istedikleri gibi at oynatıyorlardı. Şimdi, bazı disipline edici, evvelce yaptıklarına mani olucu kayıtlar getirince, “Bu Anayasa çağ dışıdır” demeye başladılar.”

 “Bizim 1961 Anayasası’nı aynen kabul edeceğimizi mi hayal ediyorlardı? O zaman 12 Eylül Harekatına ne gerek vardı?”

 “Bizim vazifemiz, yurdun huzur ve güveni sarsıldıkça meydana çıkıp, kirletilen tencereyi temizleyip, tekrar pisletmeleri için yeniden aynı şartlar içinde teslim mi etmektir? Biz bu kirli tencere temizleyiciliğinden artık kurtulmak ve tam manasıyla yurt savunmasına dönük, görevlerimizin başında olmak istiyoruz.”

 “Dernekler, vakıflar, sendikalar ve kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları, kendi konu ve amaçları dışında toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleyemeyeceklerdir. Eğer o dernek, bir güzelleştirme derneği ise, onunla ilgili bir toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleyebilir. Siyasi amaçlı bir gösteri yapamaz.”

 “Biz partiler içerisinde muhtelif kolların olmasına karşıyız. Erkek – kadın ayrımı yoktur. Erkek kolu yok ki, kadın kolu olsun. Bir parti bütündür. Onun içinde kadın da vardır, erkek de vardır. Genci de vardır, ihtiyarı da vardır. Böyle bölünmelere karşıyız biz.”

 “1961 Anayasası’nın halk oylamasına sunulmasıyla bu Anayasanın halkoyuna sunulması arasında büyük bir fark vardır. O zaman, o Anayasanın arkasında bir parti vardı. Biz böyle bir partiyi arkamıza almadık. Bizim Anayasamızın dayandığı yer, partiler değildir. Zira, biliyorsunuz ki onlar kapatıldı. Biz partilerin gücüyle değil, milletin gücüyle bu Anayasayı sizin tasvibinizden geçirmek istiyoruz.” 
 

Devlet Başkanı Orgeneral Kenan Evren’in, “1982 Anayasası’nı Devlet Adına Tanıtma Programı” çerçevesinde Kayseri’de yaptığı konuşma şöyle: 

Sevgili Kayserili Vatandaşlarım,

Şükür bizi size kavuşturana. Bugüne kadar bir türlü gelememiştik. Biliyorum çok davet aldık, ama olmadı. Hatta Valiye ve Garnizon Komutanına soruyormuşsunuz, “Acaba Devlet Başkanı bize dargın mı, neden gelmiyor Kayseri’ye?” diye. Hayır, ne Valiye, ne Garnizon Komutanına, ne de size dargınım. Ben de bugüne kadar Kayserinize gelemediğimden dolayı hakikaten üzgündüm. Bu üzüntümü şimdi gidermiş oluyorum. Bütün vatan sathında yaşayan vatandaşlarımın bizde ne kadar kıymetli yerleri varsa, sizlerin de aynı derecede bir yeri, bir değeri vardır.

Sevgili hemşehrilerim, Anayasayı tanıtma gezisine çıkmadan evvel yaptığım programımda, buraya da yer vermek suretiyle şimdiye kadar yerine getiremediğim görevimi, böylece yerine getirmiş oluyor ve içimde bir rahatlık hissediyorum.

Dün bütün Türkiye sathında mu önder Atatürk’ün kurup, bize emanet ettiği Cumhuriyetimizin 59’uncu yıldönümünü, milletçe büyük bir coşku içerisinde kutladık. Hepimiz mutluyuz.

Gerçi dün yaptığım konuşmamda bütün vatandaşlarımın bu mutlu günlerini kutladım, ama, burada bir kere daha sizlerin Cumhuriyet Bayramını kutluyor ve hepinize Cumhuriyet idaresi altında rahat, huzur ve güven içerisinde ömür boyu mutlu yarınlar diliyorum.

Sevgili Kayserililer,

Atatürk bize bu Cumhuriyeti armağan etti, emanet etti. Hayatta iken çok partili demokrasiye geçmek için iki tecrübe yaptı. iyi netice alamayınca vazgeçmek zorunda kaldı. Vazgeçmeseydi, taptaze, gencecik olan Cumhuriyet idaresi de tehlikeye düşebilecek ve memleket parçalanabilecekti.

Eğer erken vefat etmeyip de daha uzun yaşasaydı, muhakkak ki zamanı geldiğinde çok partili sisteme geçecekti. İşte O’nun arzu edip de, gerçekleştiremediği bu çok partili sisteme, İkinci Cihan Harbinden hemen sonra, 1946 senesinde geçildi. Geçildi ama, ne badireler geçirdik, ne çalkantılar oldu. İçinizde genç yaşta olanlarınız bunları bilmezler. O günleri yaşayanlar çok iyi hatırlarlar. Onlar tarihe maloldu. Biliyorsunuz, sonunda, 27 Mayıs 1960 Harekatı yapıldı. Yapılmasaydı ne olurdu? Belki de daha, millet, çok partili hayata alışık değildi. Millet birbirine girdi, baba ile evlat bile birbiriyle konuşmaz oldu. Camiler ve köylerdeki kahveler dahi ikiye bölündü. Binaenaleyh, bu idare tarzına paydos diyelim denilebilecek ve o zamana kadar demokrasi için verilen mücadele boşa gidebilecekti.

İşte bunu önlemek, Silahlı Kuvvetlere düşmüştü. Düşmüştü ama, bu hareket alttan geldiği için de memleket 22 Şubat ve 21 Mayıs tehlikelerini atlattı.

Nihayet, 1961 Anayasası yapıldı ve tekrar normal, çok partili döneme dönüldü. 1967 senesine kadar bir şey olmadı. Olmadı ama, bu memleketi ve milleti parçalamak, bölmek isteyen dış ve iç güçler Anayasayı çok iyi incelemişler, onun açık kapılarını tespit etmişler ve bu açık kapılardan sızmaya başlamışlardı. En müsait yeri de üniversitelerimizde bulmuşlardı. Ufak ufak talebe hareketleri şeklinde başlayan, derslere girmeme, boykotlar, okul işgalleri, yollarda toplu yürüyüşler, gittikçe hızını artırarak sonunda bir sağ – sol çatışması haline dönüşmüştü.

Sevgili Vatandaşlarım,

Bir yerde bir hareket, yani bir aksiyon varsa, mukabil bir hareket, yani reaksiyon da muhakkak olacaktır. İşte üniversitelerde sol hareketler başlayınca, karşısında sağ hareketler de başladı ve sonunda silahlı çatışmalara kadar dönüştü.

Ne gariptir ki, üniversitelerde bu olaylar olurken ve içeride yani üniversitenin içerisinde adam öldürülür, öğrenciler birbirleriyle kıyasıya dövüşürlerken, üniversitelerin idaresinden mesul kişiler üniversite içine devletin polis kuvvetini sokmuyorlardı. Çünkü Anayasada üniversitelerin özerk olduğu yazılıydı. Orası yani üniversite, Türkiye Cumhuriyeti’ne ait bir üniversite değil de sanki başka bir ülke toprakları içerisinde bir üniversiteydi.

Olaylar gittikçe büyüyüp, adam öldürmeler, diplomat kaçırmalar çoğalıp, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmezliği ve kamu güvenliği tehlikeye girince, 12 Mart’ta zamanın Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanları, Cumhurbaşkanına, Parlamento ya ve yönetime bir uyarı mektubu verdiler. Görev yine Silahlı Kuvvetlere düşmüştü.

Anayasada yapılan bazı değişiklikler ve çıkarılan kanunlar ve alınan sıkı güvenlik tedbirleri sayesinde memleket tam huzur ve sükuna kavuşmuşken, sanki başka yapılacak bir iş yokmuş gibi, o zamanın yönetimi bir Af  Kanunu çıkardı ve hapishanelere giren o azılı anarşistler ve teröristler, daha tecrübeli olarak sahneye atıldılar, yeniden teşkilatlanmaya başladılar.

Olaylar olayları kovaladı, 1960 ve 1971 olaylarından ders almayan siyasilerimiz nihayet yurdu 11 Eylül 1980 tarihine getirdiler. Yine memleket idaresinde söz sahibi olanlar, milletten vekalet alarak Meclise gelenler, geçmişten, yani tarihten ders almamışlardı. Memleket yine elden gidiyordu. Bu vatanın bekçisi, koruyucusu Silahlı Kuvvetler, bu sefer eskisinden çok daha fazla sabır göstermişti. Tekrar bir müdahale yapılmasını hiç arzu etmiyorduk. Bu yüzden de tarizkar mektuplar alıyor ve hatta yüzümüze karşı dahi “Ne duruyorsunuz?” diyorlardı.

Asıl garibi nedir biliyor musunuz? Bunları söyleyenler arasında milletvekilleri ve senatörlerin de olmasıydı. İşin garibi buydu. Biraz daha sabredelim desek, memleket elimizden kayıp gidecekti. Buna Türk Silahlı Kuvvetleri göz yumamazdı, yummadı ve milletin arzusuna uyarak, 12 Eylül Harekatını gerçekleştirdi.

Bize 12 Eylül’den sonra çeşitli çevrelerden çok telkinler yapıldı. Eğer bu milletin rahat ve huzura kavuşmasını ve memleketin düzelmesini diliyorsak, en aşağı beş sene ayrılmamamızın gerektiği, hatta bunu 10 seneye çıkarmamızın en doğru hareket olacağı söyleniyordu. Ben ve arkadaşlarım, bu telkinlerin hiçbirisine kapılmadık. Zira, biz bu milletin artık kafi siyasi tecrübeye sahip olduğunu biliyorduk.

Bugüne kadar çıkartılmamış kanunlar çıkartılır ve Anayasa da Türk Milletine uygun bir şekle getirilirse, asgari üç sene içerisinde tekrar demokratik parlamenter sisteme dönebileceğimize inanıyorduk. Programımızı da ona göre yapmıştık. Nitekim, bugüne kadar 409 kanun çıkarılmış ve en mühimi de, bizi bir daha 12 Eylüllere getirmeyecek bir Anayasa hazırlanmıştır .

Sevgili vatandaşlarım, bugüne kadar iki sene içerisinde, 409 kanun çıkarıldı. 12 Eylül’den evvelki bir sene içerisinde ise 49 kanun çıkarılmıştı, siz bu ikisi arasındaki mukayeseyi kendiniz yapın.

12 Eylül’den hemen sonra, sağcısıyla, solcusuyla bize alkış tutanlar, bu Harekatın yapılmasının zaruri olduğunu söyleyenler, baktılar ki Anayasa hazırlanmaya başlandı, baktılar ki bu Anayasada, 1961 Anayasası’nda bulunan o hudutsuz özgürlükler ve özerkliklerin bazı kısıtlamalara tabi tutulduğunu öğrendiler, etekleri tutuşarak, bu Anayasayı – kendi tabirleri ile – bombardımana başladılar. O kadar yazdılar ve söylediler ki, eski Anayasanın aynı olan maddelerine bile saldırmaya  başladılar.

Sanki bu Anayasanın hiçbir olumlu ve iyi maddesi yokmuş gibi, yazdılar da yazdılar. Dikkat ederseniz, bu geziye çıkıncaya kadar, bu konuda konuşmadım. Yalnız, birkaç yerde,  “Acaba 1961 Anayasasının aynını veya ondan daha fazla özgürlükleri ve özerklikleri ihtiva eden bir Anayasa mı bekliyorlardı?” diye konuştum. Biliyorsunuz bu gezim sırasında Anayasada mevcut bir kısım hükümleri izah ettim. Burada da birkaç noktaya daha temas edip, eleştirileri cevaplayacağım.

Sevgili Kayserili Kardeşlerim,

1961 Anayasamızda Olağanüstü Hal Durumu kabul edilmişti. Bu, 1961 Anayasamızda da vardı. Ancak, bu olağanüstü hal, sel baskını, zelzele ve yangın gibi tabii afetlere inhisar ettirilebiliyordu.

1961 ‘den beri bir türlü buna ait kanun çıkarılamadığından, o hallerde dahi, olağanüstü durum ilan edilemiyordu. Böyle bir Olağanüstü Hal Kanunu olmayınca da, yurdun bir veya birkaç yerinde cereyan eden anarşik olaylar üzerine Sıkıyönetim ilan etmek mecburiyetinde kalınıyordu.

Şimdi hazırlanan bu Anayasa ile olağanüstü hal kabul edilmiş ve ikiye ayrılmıştır.

Birisi, tabii afet ve ağır ekonomik bunalım sebebine dayanıyor, diğeri ise şiddet olaylarının yaygınlaşması ve kamu düzeninin ciddi şekilde bozulması sebebine dayanıyor.

Her iki halde de Cumhurbaşkanının başkanlığında toplanacak olan Bakanlar Kurulu, yurdun bir veya birkaç bölgesinde veya bütününde olağanüstü hal ilan edebilecek, fakat, hemen bu kararı Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin onayına sunacaktır.

Meclis isterse olağanüstü hal süresini değiştirebilir, kaldırabilir ve her defasında, dört ayı geçmemek üzere, Bakanlar Kurulunun istemiyle uzatabilir.

Bakanlar Kurulu, olağanüstü hal süresince kanun hükmünde kararnameler çıkarabilir. Ancak, bu kararnameler yine aynı gün Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sunulur. Meclis isterse, bu kararnameyi değiştirebilir, kaldırabilir.

Bu olağanüstü halin ilanında vatandaşlara getirilecek yükümlülükler, temel hak ve hürriyetlerin nasıl sınırlandırılacağı veya nasıl durdurulacağı, kamu görevlilerine ne gibi yetkilerin verileceği, olağanüstü yönetim usulleri, çıkarılacak bir kanunla düzenlenecektir.

Böylece sık sık sıkıyönetim ilanına gerek kalmayacaktır. Evvela olağanüstü hal ilan edilecek, olağanüstü hal ile olaylar önlenemezse o takdirde sıkıyönetim ilan edilecektir.

Bu husus, eski Anayasamızda bir noksanlık idi ve her gelen iktidar bu noksanlıktan yakınırdı. Yakınırdı ama, Anayasada bir değişiklik için de hiçbir girişimde bulunmazdı. Hoş, girişimde de bulunsa, muhalefetteki partiler muhakkak karşısına çıkarlardı. iktidar onu bildiğindendir ki, girişimde bulunamazdı. Çünkü, bizde yerleşmiş bir gelenek var. Muhalefet demek, iktidarın her yaptığına muhakkak hayır diyecek, onun karşısına dikilecek bir parti demektir.

O, kanunun veya kanun değişikliğinin millet yararına olduğuna inansa da muhalefet edecektir. İşte onun için bir türlü Olağanüstü Hal Kanunu çıkarılamamıştır.

Sevgili Hemşehrilerim,

Biraz da meslek teşekküllerinden bahsetmek istiyorum sizlere. Toplum hayatımızda, bazı mesleki faaliyetler, o derece önemlidir ki, bunlar fertler tarafından tek başlarına yürütülen faaliyetlerden olmakla beraber, birer kamu hizmeti gibidir.

Avukatlık, hekimlik, eczacılık, çeşitli branşlarda mühendislik ve bunlara benzer diğer başka faaliyetler, alelade mesleki dernekler eline de terk edilmemiştir. Devlet bunları kamu tüzelkişisi niteliğindeki mesleki kuruluşlar içinde toparlamış ve tanzim etmiştir.

Bunların kendilerine mahsus kanunları vardır. Bu kanunlarla kendilerine tanınmış devlet yetkileri ve imtiyazları vardır. Gerçi bunların hepsi birer meslek kuruluşudur, ama, kamu tüzelkişisi olmaları dolayısıyla devletin unsurları, parçaları durumundadırlar.

12 Eylül’den önce bunların bazıları da rayından çıkmıştı. Tamamen kanunlarında gösterilen mesleki gayeler ve faaliyetler içinde olmaları gerekirken, siyasi ve hatta ideolojik maksatlar peşinde koşan ve bu türlü faaliyetlere girişenler çok görülmüştür. Bunlardan bir kısmını, küçük bir grup eline geçirmiş, ondan sonra da akla, hayale gelmez oyunlarla, hep kendi ellerinde muhafaza etmiş, siyasi partilere, ideolojilere peşkeş çekmişlerdir. Mesleğin diğer mensupları, bu kendi teşekküllerini, o küçücük grupların elinden çoğu kere kurtaramamışlardır. Yöneticileri seçecek olan Genel Kurul toplantıları, o suretle tertiplenmiştir ki, pek çok meslek mensubu bu toplantılara katılamamış, katılsa bile çekindiğinden oy kullanamamış veya kasten uzayıp giden toplantıların sonuna kadar beklemeye imkan göremeyip ayrılmış, onlar ayrılır ayrılmaz da siyasetçi veya ideolojik küçük grup, derhal yöneticilerin seçimlerine geçerek, meslek teşekkülünün üzerindeki hakimiyetlerini sürdürmüşlerdir.

Mesela, 2500 üyesi olan bir meslek teşekkülü, 100 – 150 kişilik bir grup tarafından bu türlü oyunlarla, senelerce zaptedilmiş vaziyette tutulmuş ve böylece siyasete ve ideolojiye alet edilmiştir.

Devlet Güvenlik Mahkemelerinin kurulması için bir kanun mu hazırlanıyor, bu meslek teşekküllerinin hemen hepsinin başkanları veya başkan yardımcıları, bütün meslek teşekkülü adına beyanat verip, bu kanun tasarısına karşı çıkar. Ve işin en garip tarafı ise bu beyanatın, radyo ve televizyondan verilmesidir. Bunlar sanki meslek teşekkülü değil de, birer siyasi parti temsilcileri. Aynı onlar gibi hareket ederler. Şimdi yeni hazırlanan ve sizin tasvibinize sunulan Anayasa bu konuyu da ele almış ve bu kuruluşların, yalnızca belli bir mesleğe mensup olanların müşterek ihtiyaçlarını karşılayan, mesleki faaliyetlerini kolaylaştıran, mesleğin genel menfaatlerine uygun olarak gelişmesini sağlayan, meslek mensuplarının birbirleriyle ve halk ile olan ilişkilerinde dürüstlüğü ve güveni hakim kılmak üzere meslek disiplini ve ahlakını koruyan, birer kuruluş olmasını ve ancak bu yönde çalışmasını hükme bağlamıştır.

Bundan sonra bu kuruluşlar seçimlerini hakim önünde ve gizli oyla yapacaklar ve bütün mensuplarının seçime katılması için gerekli tedbirleri alacaklardır.

Devletin kamu kurumu ve kuruluşlarında çalışanlarla, kamu iktisadi teşebbüslerinde çalışanların, bu meslek kuruluşlarına girmeleri mecburi tutulmamıştır.

Bundan evvel, eğer, bu meslek teşekküllerine girmezse, oraya üye olmazsa, mesleğini yapamazdı.

Devlette çalışan, kamu kurumunda çalışanlar, bu gibi teşekküllere girmek mecburiyetinde değildirler. İster girer, ister girmez.

Yine bu meslek kuruluşları, bundan böyle kuruluş amaçları dışında faaliyet gösteremeyecekler; siyasetle uğraşamayacaklar; siyasi partiler, sendikalar ve derneklerle ortak hareket edemeyeceklerdir. Bu konuda bazı kötü niyetli kişiler, menfi propaganda yapıyorlar. Yani “Sizler artık siyaset yapamayacaksınız” diyorlar. Hayır, kuruluş olarak, meslek teşekkülü olarak yapamaz. Herkes, bir siyasi partiye girmekte, şahsen siyasetle uğramakta serbesttir. Ama kuruluş olarak, o kuruluş olarak siyasetle uğraşamaz.

Ayrıca, bu meslek kuruluşları devletin idari ve mali denetimine tabi olacaktır. Bugüne kadar bunlar hiçbir denetime tabi olmazlardı. Eğer bu kuruluşlar, amaçları dışında faaliyet gösterirlerse, sorumluların görevlerine mahkeme kararıyla son verilebilecektir.

Türk Devletinin, varlık ve bağımsızlığının, ülkenin ve milletin bölünmez bütünlüğünün, toplumun huzurunun korunması ve devletin Anayasada belirtilen temel niteliklerini tehdit edici faaliyetlerin önlenmesi maksadıyla gecikmesinde sakınca bulunan hallerde, mahallin en büyük mülki amiri, bu organları geçici olarak görevden uzaklaştırabilecektir.

Bu uzaklaştırma kararı, üç gün içinde mahkemeye bildirilecek, mahkeme de bu kararın uygun olup olmadığını en geç 10 gün içinde karara bağlayacaktır.

İşte bir kısım kişilerin karşı çıktıkları noktalar bunlardır. Zira, 1961 Anayasası’nda bu kısıtlamaların hiçbirisi yoktu. Hatta şu kayıt vardı: “idare, seçilmiş organları bir yargı mercii kararına dayanmaksızın geçici veya sürekli olarak görevden uzaklaştıramaz”. Böyle bir kayıt vardı. Başka hiçbir kayıt yoktu. Önlerinde meydan boştu. istedikleri gibi at oynatıyorlardı.

Evet, at oynatıyorlardı. Şimdi, bazı disipline edici, evvelce yaptıklarına mani olucu kayıtlar getirince, “Bu Anayasa çağ dışıdır” demeye başladılar.

Bu Anayasanın hiçbir maddesi, doğru dürüst çalışan, kuruluş maksadı dışına çıkmayan, memleketi bölmek ve parçalamak isteyen örgütlerle işbirliği yapmayan, terörist ve anarşistleri arasında barındırmayan hiçbir kuruluşa, hiçbir kısıtlama getirmemektedir.

Eğer yukarıda saydığım faaliyetlerin içinde bulunacaklar ise neden çekiniyorlar? Neden gocunuyorlar? Anlamak mümkün değil.

Demek ki, gizli bazı emelleri var. Bizim 1961 Anayasası’nı aynen kabul edeceğimizi mi hayal ediyorlardı? O zaman 12 Eylül Harekatına ne gerek vardı?

Bizim vazifemiz, yurdun huzur ve güveni sarsıldıkça meydana çıkıp, kirletilen tencereyi temizleyip, tekrar pisletmeleri için yeniden aynı şartlar içinde teslim mi etmektir?

Biz bu kirli tencere temizleyiciliğinden artık kurtulmak ve tam manasıyla yurt savunmasına dönük, görevlerimizin başında olmak istiyoruz. Dünyanın içinde bulunduğu siyasi ve ekonomik durumu görüyorsunuz. Her gün, dünyanın bir veya birkaç yerinde tehlikeli durumlar meydana çıkıyor. İçinde bulunduğumuz Ortadoğu’nun hali de hepinizce malum. Yarının daha iyi olacağından endişeliyiz.

Bölgede bazı güçlerin atacakları yanlış bir adım, bütün bölgeyi kan ve ateş deryasına dönüştürebilir. Böyle bir durumda biz, içerdeki pisletilen tencereyle mi uğraşacağız?

Sevgili Hemşehrilerim, Sevgili Vatandaşlarım,

Şimdi biraz da toplantı ve gösteri yürüyüşleri ile ilgili bölümden bahsetmek istiyorum. 1961 Anayasamız’da bununla ilgili yalnız şu kadarcık bir hüküm vardı:

“Herkes önceden izin almaksızın, silahsız ve saldırısız toplanma ve gösteri yürüyüşü yapma hakkına sahiptir. Bu hak ancak, kamu düzenini korumak için kanunla sınırlanabilir”.

1980’den önceki yıllarda, en çok kötüye kullanılan haklardan birisi de bu idi. Bilhassa, İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyük şehirlerimizde, hemen hemen her hafta bir toplantı ve gösteri yürüyüşü yapılırdı.

Biz bu hakkı da Batıdan aldık. Ancak, Batıdaki bu hak bizdeki gibi kullanılmıyor.

Gösteri yürüyüşü yapanlar, ellerinde pankartlarla yolun sağındaki kaldırımdan ikişerli kollarla yürürler ve hiç kimseyi rahatsız etmeden, şehir düzenini ve trafiğini aksatmadan sona erdirirler. Batıda bunları gördük biz, görüyoruz.

Bir de bizdekine bakınız. Eğer o gün bir toplantı ve gösteri yürüyüşü varsa, bir kere o şehrin bütün emniyet kuvvetleri, hatta civar illerden getirilen emniyet kuvvetleriyle, askeri birlikler seferber edilmişlerdir. Çünkü her an bir olay çıkabilir. Her an yakma, yıkma olayı çıkabilir. Her an kavga çıkabilir. Nitekim, geçmişte bunlar çok olmuştur.

Yeni Anayasamızda, bununla ilgili ne gibi hükümleri getirdik, şimdi onları söyleyeceğim.

Bir kere, yine herkes önceden izin almaksızın, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü yapabilecektir. Ancak, istediği yerde değil. Gerekirse şehir düzeninin bozulmasını önlemek amacıyla idari merci, gösteri yürüyüşünün yapılacağı yer ve güzergahı tespit edebilecektir.

Ayrıca, kamu düzenini ciddi şekilde bozacak olayların çıkması veya milli güvenlik gereklerinin ihlal edilmesi veya Cumhuriyetin ana niteliklerini yok etme amacım güden fiillerin işlenmesinin kuvvetle muhtemel bulunması halinde, kanunun belirleyeceği yetkili mercii, -ki bu yetkili mercii muhakkak mülki amir olacaktır,- belirli bir toplantı ve gösteri yürüyüşünü yasaklayabilecek veya iki ayı aşmamak üzere erteleyebilecektir.

Ayrıca, dernekler, vakıflar, sendikalar ve kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları, kendi konu ve amaçları dışında toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleyemeyeceklerdir.

Bir misal vereyim: Eğer o dernek, bir güzelleştirme derneği ise, onunla ilgili bir toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleyebilir. Siyasi amaçlı bir gösteri yapamaz. Pahalılıkla mücadele derneği kurulmuşsa ve eğer herhangi bir şey pahalılanmış, hayat pahalılanmışsa bununla ilgili gösteri ve yürüyüşü o dernek yapabilir. Başka dernek bu toplantıyı yapamaz. İşte bunun manası budur.

İşte, sevgili vatandaşlarım, bu maddeye de sataşmalar var. Sebebi malum. Eskiden olduğu gibi mütemadiyen tansiyonu gergin tutmak ve halkı bizar edip, “lanet olsun, böyle düzen olacağına her gün tetik üzerinde durup yaşayacağımıza, hangi rejim gelirse gelsin, yeter ki rahat ve huzur içinde yaşayayım” dedirtmektir. Vatandaşa bunu dedirtmektir.

Sanki onların özledikleri o rejim gelse, böyle gösteri yürüyüşü yapabileceklermiş gibi, bunu maşa olarak kullanıyorlar.

Şimdi, o melunca emellerine ulaşamayacaklarını anlayınca, tabii buna da karşı çıkacaklardır. Nitekim çıkıyorlar.

Sevgili vatandaşlarım, Diyarbakır konuşmamda siyasi partilerin gençlik kolu, kadın kolu gibi kollarının olmayacağını söylemiştim. Bu konuda – şimdi burada kadınlarımız da var – yanlış propaganda yapıyorlar. Diyorlarmış ki, “Artık bundan sonra kadınlarımız siyasetle uğraşamayacaklar”.

Hayır, biz partiler içerisinde muhtelif kolların olmasına karşıyız. Erkek – kadın ayrımı yoktur. Erkek kolu yok ki, kadın kolu olsun. Bir parti bütündür. Onun içinde kadın da vardır, erkek de vardır. Genci de vardır, ihtiyarı da vardır. Böyle bölünmelere karşıyız biz. Hatta kadınlarımızın partilerde vazife almasından sevinç duyarız. Bir çok ülkelerde başbakanlar dahi kadınlardan, Devlet Başkanı kadınlardan. Bizde niye olmasın? İnanmayınız bu gibi propagandalara.

Sayın kardeşlerim, sizlere de Anayasamızın birkaç hükmünü izah ettim. Bizler bu Anayasayı hazırlarken, geçmişten büyük ders aldık. Hangi hususlarda sıkıntı çekmiş isek, onları giderici bazı tedbirler öngördük.

Biraz evvel de ifade ettiğim gibi, kötü niyetli olmayan, kanun ve nizamlara saygılı kişi ve kuruluşlar için bu Anayasa, hak ve hürriyetlerde hiçbir kısıtlama getirmemektedir. Onlar, her türlü hak ve hürriyetlerden istifade edebileceklerdir. Bu hak ve hürriyetleri tahrip etmek veya ülkeyi kargaşa ortamına çekmek isteyenlere de mani olacak ve ensesinden tutup kanunun gösterdiği mercie teslim edecektir.

Bilmem sizleri kafi derecede aydınlatabildim mi?

Sizleri de bir hayli ayakta tuttum. Ancak, hepinizin sahip olacağı ve tasvibinizle yürürlüğe girecek olan bu Anayasayı doğru olarak anlatmak benim görevimdi. Ben de sizler kadar yoruluyorum. Ama bu yorgunluk vatan ve millet uğruna çekildiği için bana huzur vermektedir.

Gerekirse, arkadaşlarımla beraber bu yolda hayatımızı dahi feda edebiliriz. Feda olsun. Bu yaştan sonra bir insan ne bekleyebilir ki? Bir fani için en büyük mutluluk, vatan ve milletine yararlı hizmet yapmaktır. Bunu yapabiliyorsak ne mutlu bizlere.

Bir noktaya daha dikkatinizi çekmek isterim. 1961 Anayasası’nın halk oylamasına sunulmasıyla bu Anayasanın halkoyuna sunulması arasında büyük bir fark vardır. O zaman, o Anayasanın arkasında bir parti vardı. Biz böyle bir partiyi arkamıza almadık. Bizim Anayasamızın dayandığı yer, partiler değildir. Zira, biliyorsunuz ki onlar kapatıldı. Biz partilerin gücüyle değil, milletin gücüyle bu Anayasayı sizin tasvibinizden geçirmek istiyoruz.

Kapatılan partilerin üst yönetici durumunda olanlar ve bilhassa lider kadrosu, eski teşkilat mensupları vasıtasıyla bu Anayasaya menfi oy verilmesi için propaganda yaptırmaktadırlar. Merak etmeyin, bunlardan haberimiz var. Bunlara mani olmak isteseydik, elimizde çeşitli imkanlar vardı. Fakat istemedik. İstemedik çünkü; istedik ki onların bu menfi tutumlarına rağmen, bu Anayasa büyük bir ekseriyetle tasvip görsün ve onlar da yaptıklarından, eğer pişmanlık duyma hisleri varsa, pişman olsunlar, utansınlar.

Biz hiç kimseyi arkamıza alıp, destek aramadık. Bizim desteğimiz sizlersiniz. Sizler, bu millet, bizi göreve çağırdı. Sizlerin isteğine uygun olarak bu Harekatı gerçekleştirdik. Zannediyorum ki, bize karşı olan güveninizi sarsacak bir durum yaratmadık.

Biz diyoruz ki : Bu Anayasa uzun süre Türkiyemize rahat ve huzur getirecektir. Biz buna inanıyoruz. Sizlerin de inanmanızı rica ediyoruz.

Şimdi biraz evvel, Vali ve Belediye Başkanınız bana şehrin fahri hemşehrilik beratını ve anahtarım takdim ettiler. Altın anahtar değil ha, bronz anahtar. Bundan büyük bir mutluluk duyduk. Ben de sizlerin hemşehriniz olmakla, Kayserili olmakla büyük kıvanç duyuyorum.

Kayserililer her sahada çalışkandır ve bütün Türkiye sathında Kayserililerin çalışkanlığı bilinmektedir. Bu çalışkanlığınızı devam ettirirseniz, Kayseri örnek bir şehir olacaktır. Ayrıca, yeni Anayasayı pirinç plaketler üzerine yazmışlar, bana hediye ettiler. Ondan da büyük bir memnuniyet duydum. İnşallah bu Anayasanın o pirinç kadar ömrü uzun olur, memlekete huzur ve güven getirir. Biz huzur ve güven getireceğine inanıyoruz. Sizlerin de inanmanızı rica ediyoruz.

Hepinize şahsım, Konsey üyesi arkadaşlarım ve Başbakan adına sevgiler, saygılar sunuyorum. Sağolunuz. 

Ankahukuk Sitesi kurucusu ve yöneticisi

İçeriğimize yorumda bulunmak ister misiniz?

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

İlginizi Çekebilir

Siteden...

İlgili İçerikler