Perşembe, Mayıs 9, 2024
Ana SayfaÖzel Dosyalar12 Eylül BelgeleriKenan Evren'in 1980 Anayasası'nı Tanıtma Konuşmaları - 1

Kenan Evren’in 1980 Anayasası’nı Tanıtma Konuşmaları – 1

- Advertisement -

Ankara konuşması (29.10.1982)

Devlet Başkanı Orgeneral Kenan Evren, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı dolayısıyla Ankara Hipodrom’da düzenlenen kutlama törenleri öncesinde bir konuşma yaptı.
Evren, konuşmasında hem Cumhuriyet’in 59. yılını kutladı hem de Anayasa’yı tanıttı. 

https://www.youtube.com/watch?v=tglasUVJwyg

Devlet Başkanı Orgeneral Evren’in Ankara konuşmasından…


 “Atatürk döneminde de, ondan sonra da Cumhuriyete ve onun niteliklerine ve Devletin temel yapısına karşı zaman zaman bazı saldırılar, bazı suikast teşebbüsleri olmuşsa da, bunların hiçbiri 12 Eylül öncesindeki ölçüye varmamış ve memleketi bir iç savaş tehlikesi ile, böylesine yakından karşı karşıya getirmemişti.”

 “Hiç şüphe yoktur ki, Cumhuriyete, Atatürkçülüğe Cumhuriyetin niteliklerine ve Atatürk ilke ve inkılaplarına, özetle son Türk Devletinin varlığına karşı Cumhuriyet tarihinde görülen en büyük ve kanlı suikast, 12 Eylül öncesinde vuku bulmuştur. “

 “Giderek vehamet kesbeden ve çok kanlı olacağı görünmekte bulunan iç savaş tehlikesi önünde, nöbetleşe iktidar ve muhalefet değişiklikleriyle memleketin kaderine hakim bulunan siyasi partiler, çareler, tedbirler arayacakları yerde, gerek anarşi ve terörün, gerek bu durumda kaçınılmaz bir şekilde tecelli eden çok vahim ekonomik kriz ve perişanlığın karşısında, sanki bunlar günlük, geçici olaylardanmış gibi, Devleti ve Cumhuriyeti kökünden tehdit eden olayları, birbirlerine karşı “Siyasi oyun” mevzuları addetmişlerdir. “

 “Anayasayı reddettirecektiniz de, ne yapacaktınız? Sizler ki bu memleketi, milletin gözleri önünde batırıyordunuz, sizler ki Cumhuriyet tarihinde, Cumhuriyete karşı girişilmiş en korkunç suikastın, üstelik de Devlet elinizde olduğu halde sadece seyircisi idiniz, Anayasayı reddettirmekle acaba kendiniz için ne umuyordunuz? Millet ve tarih, bunlara bu soruyu sormayacak mıdır?”

 “Yeni siyasi hayatta huzur ve sükunun sağlanabilmesi için bu eski siyasi yöneticilerin bir süre siyasi faaliyet dışında tutulmaları milli arzunun bir ifadesi olarak yeni Anayasanın geçici maddeleri arasında yer almıştır.”

 “Türkiye Cumhuriyetinin şu 59’uncu yıldönümünde, aziz Atatürk’ün ruhu, muhakkak ki bizlerle beraberdir, müsterihtir ve mesuttur.Çünkü O’nun en büyük, en kutsal eseri olan Türkiye Cumhuriyeti, bir kere daha kurtarılmıştır…”

 “1961 Anayasası ile, “Sosyal Bir Hukuk Devleti” tesis edilmiş, fakat kimisi “Sosyal Devlet” kavramını “Sosyalist Devlet” şeklinde yorumlayarak vatandaşın temel hak ve hürriyetlerinin inkarına kalkışmıştır.”

 “Kimileri çıkıp, “Hukuk Devleti” ilkesini; Devletin, her türlü eylem ve işlemlerinde Anayasa ve kanunlarla belirlenmiş bulunan hukuk düzenine saygılı olacağı anlamının tamamen aksine, kanunların da, Anayasanın da, Devletin de üzerine çıkarak kendi hislerinin ve o andaki düşüncelerinin tesiri ile her gün birbirine benzemez ve zıt uygulamalarla bir nevi “Keyfi Hukuk” şekline sokmuşlardır.”

 “1961 Anayasası’ndaki kuvvetler ayırımı ilkesi, beklenenin tersine bir kuvvetler çatışmasına dönüşmüştür.”

 “Yeni Anayasada kuvvetler ayırımını, Devlet organları arasında üstünlük sıralaması anlamına gelmeyip, belli Devlet yetkilerinin kullanılmasından ibaret ve bunlarla sınırlı medeni bir iş bölümü ve işbirliği olduğu ve üstünlüğün ancak Anayasa ve kanunlarda bulunduğu temel prensibine bağlamış bulunuyoruz.” 
 

Devlet Başkanı Orgeneral Kenan Evren’in, Ankara Hipodromu’nda yaptığı konuşma şöyle: 

Sevgili Vatandaşlarım, Aziz Ankaralılar,

Bugün sizlere hitabım iki maksatlı olacaktır.

Birinci maksadım huzur, güven ve gelecek için büyük umutlarla dolu olarak idrak ettiğimiz Cumhuriyetimizin 59 uncu kuruluş yıldönümü dolayısıyla Ankaralılar ile birlikte bütün vatandaşlarıma tebriklerimi ve mutluluk dileklerimi sunmak,

İkinci maksadım ise, 7 Kasım’da oylarınıza sunulacak olan yeni Anayasa metninin vatandaşlarımıza tanıtılması maksadı ile bir kısım illerimize yaptığım ve yapacağım ziyaretlerdeki Devlet görevimi, sevgili Ankaralı hemşehrilerim için de yerine getirmek olacaktır.

Böylece asıl diyeceklerime; Cumhuriyetimizin kuruluşunun 59’uncu yıldönümünün aziz milletimize kutlu olması dileği ile başlıyorum.

Birinci Cihan Savaşı sonunda, toprakları bölünüp ülkesi parçalanmış ve hatta, anavatan yer yer işgal altına alınarak, halkı esarete mahkum edilmiş ve Devleti, iç ve dış düşmanların tahripleriyle bilfiil çökertilmiş bulunan Türk varlığını ve anayurdunu kurtarmak, Türk milletinin “Devleti ve ülkesi ile bölünmez bütünlüğünü” tekrar kurmak ve bağımsızlığına tekrar kavuşturmak için, ölümsüz önderimiz, eşsiz kahraman Atatürk’ün başlattığı Milli Hakimiyet ve Kurtuluş Savaşı sonunda, milletimiz, Devlet idaresi tarzlarının en mükemmeli olan Cumhuriyet idaresine sahip kılınmış ve “Türkiye Devletinin Hükümet Şekli, Cumhuriyettir” hükmü, 59 yıl önce bugün ilk Cumhuriyet Anayasasında yer almıştır.

Gerçekten, yüzyıllar boyunca süren mücadeleler sonunda millet iradesini kullanarak, kendi kaderini tayin yetkisini kendi eline alan ve bu suretle “Milli Egemenlik” devrini açan büyük Türk milletinin, Cumhuriyetten başka bir idare biçimi altında yaşayabilmesi düşünülemezdi.

Felaketlerin en büyüğüne uğradığı ve bütün dünyanın, onun kurtuluşundan ümidini kestiği bir zamanda, kendi bağrından Atatürk gibi bir evlat çıkaran ve kendi kaderini kendi eline alıp, vatanın bütünlüğünü, hürriyet ve istiklalini, yeniden binlerce ve onbinlerce şehit vererek kurtarıp, kendi milli Devletini kuran Türk milletinin, millet egemenliğini, artık hiç kimse ile paylaşabilmesi mümkün değildi. Halkın, halk tarafından ve halk için idaresi demek olan Milli Egemenlik Devri, Hürriyetçi Demokrasi Devri demektir.

Hürriyetçi demokrasi idaresi ise, ancak Cumhuriyet ile taçlanır ve tamam olur.

Bu sebepledir ki, 29 Ekim 1923’de Cumhuriyetin ilanı ile Türk Milleti, hürriyet ve istiklalini tam olarak gerçekleştirmiş, kendi tabiatına, kendi hayat anlayışına ve hürriyet aşkına en uygun olan yönetim biçimini bulmuş ve aziz Atatürk’ün söylediği gibi, ilelebet payidar olmak üzere, Cumhuriyeti kurmuş ve sonsuza dek yaşatmaya ant içmiştir.

Bugün, genç Cumhuriyetimizin 59 uncu yıldönümünü kutluyoruz. Fakat dünya durdukça, Türk Milleti hürriyet ve istiklali ile var olacak, yaşayacak ve gelecek nesillerin Türk evlatları daha nice yıllar, Cumhuriyetimizin yıldönümlerini hürriyet, istiklal, demokrasi, huzur ve mutluluk içinde kutlayacaklardır. Çünkü büyük Atatürk’ün değerlendirdiği gibi Türkiye Cumhuriyeti her manası ile büyük Türk Milletinin öz ve aziz malıdır.

Aziz Atatürk’ün söylediği gibi, Cumhuriyet fazilettir. Cumhuriyet, faziletli evlatlar yetiştirir. Cumhuriyet, faziletli evlatlarının elinde korunur, onların elinde payidar olur, yükselir ve yücelir.

Türkiye Cumhuriyeti, ilelebet payidar olacak, yükselecek ve yücelecektir. Çünkü, Türk Milleti, onu yükseltecek ve yüceltecek  faziletli vatan evlatlarını her zaman yetiştirmiş, her zaman yetiştirebilecek, faziletli büyük bir millettir.

Atatürk yanılmıyor.

Türk Milleti, 59 yıldır, Cumhuriyete ve onun Anayasalaşmış niteliklerine yönelen her saldırının karşısına milli birlik ve beraberliği ile çıkmış, her fedakarlığı göze alarak ve göstererek, Türkiye Cumhuriyeti’ni liyakatle korumuştur.

Bunun en son ve en büyük örneği 12 Eylül 1980 Harekatıdır.

Atatürk döneminde de, ondan sonra da Cumhuriyete ve onun niteliklerine ve Devletin temel yapısına karşı zaman zaman bazı saldırılar, bazı suikast teşebbüsleri olmuşsa da, bunların hiçbiri 12 Eylül öncesindeki ölçüye varmamış ve memleketi bir iç savaş tehlikesi ile, böylesine yakından karşı karşıya getirmemişti. Hiç şüphe yoktur ki, Cumhuriyete, Atatürkçülüğe Cumhuriyetin niteliklerine ve Atatürk ilke ve inkılaplarına, özetle son Türk Devletinin varlığına karşı Cumhuriyet tarihinde görülen en büyük ve kanlı suikast, 12 Eylül öncesinde vuku bulmuştur.

Şöyle anlatayım :

27 Mayıs 1960 müdahalesi sonucu, ülkemize bütün müesseseleri ve hukuku ile, daha ileri bir demokrasi idaresi getireceği, temel hak ve hürriyetleri daha iyi belirleyerek teminat altına alacağı, kuvvetler ayrımı esasını, İkinci Cihan Savaşı sonrasının demokrasi gelişmelerine daha uygun bir surette gerçekleştireceği ümidi ile, şüphesiz iyi niyetlerle, fakat pek çok hükümleri eksik ve gedik bırakılarak kabul edilen 1961 Anayasasının, bu açık kapıları ve boşlukları, Cumhuriyete ve onun niteliklerine düşman mihraklarca süratle istismar edilmeye başlanmıştır.

Yaklaşık on yıl süren bir uygulama sırasında, 1961 Anayasasının gerçekten kişi hürriyetini, sosyal ve siyasi hakları ve hürriyetleri 1924 Anayasasında görülmedik bir genişlik getirmesine mukabil, hak ve hürriyet gibi bir nimetin karşılığındaki “Sorumluluğa” yer vermediği de ortaya çıkmıştır. Aynı suretle, hak ve hürriyetlere karşılık Devlete ve Cumhuriyete, kendi kendisini koruyabilme imkanlarını bahşetmediği de görülmüştür. 1961 Anayasası ile, “Sosyal Bir Hukuk Devleti” tesis edilmiş, fakat kimisi “Sosyal Devlet” kavramını “Sosyalist Devlet” şeklinde yorumlayarak vatandaşın temel hak ve hürriyetlerinin inkarına kalkışmıştır. Kimileri çıkıp, “Hukuk Devleti”  ilkesini; Devletin, her türlü eylem ve işlemlerinde Anayasa ve kanunlarla belirlenmiş bulunan hukuk düzenine saygılı olacağı anlamının tamamen aksine, kanunların da, Anayasanın da, Devletin de üzerine çıkarak kendi hislerinin ve o andaki düşüncelerinin tesiri ile her gün birbirine benzemez ve zıt uygulamalarla bir nevi “Keyfi Hukuk” şekline sokmuşlardır. Vatandaş, uymak mecburiyetinde olduğu hukukun hangi gün, nasıl bir hukuk olduğunu bilememiştir. Hakimler, hangi hadiseye hangi hukuk kuralım nasıl tatbik edeceklerini şaşırmışlardır. Millet kendi milli iradesi ile belirlediği hukuk düzenini tanıyamaz olmuştur. Devlet kendisinin Anayasa ve kanun olarak “Yazdığı” hukuk kurallarının hiçe sayıldığını görmüştür.

Vatandaş hak ve hürriyetlerinin teminat altına alınması ve Devlet faaliyetlerinin “Gelişmiş hürriyetçi demokrasi” esaslarına daha uygun biçimde düzenlenmesi için öngörülen kuvvetler ayırımı ilkesi, 12 Eylül 1980 tarihindeki konuşmamda belirttiğim gibi, beklenenin tersine bir kuvvetler çatışmasına dönüşmüştür. Devlet organlarının, Devlet yetkilerini nasıl kullanacaklarım belirleyen “iş bölümü” ve “işbirliği”  ilkesi, bu organların birbirlerine üstünlük iddia ve mücadeleleri haline gelmiştir.

Sevgili Vatandaşlarım,

Devlet yetki ve görevlerinin hukuk düzeni içinde işlemesini önemli ölçüde tahrip etmiş bulunan bir anlayışı ortadan kaldırmak için, yeni Anayasada kuvvetler ayırımını, Devlet organları arasında üstünlük sıralaması anlamına gelmeyip, belli Devlet yetkilerinin kullanılmasından ibaret ve bunlarla sınırlı medeni bir iş bölümü ve işbirliği olduğu ve üstünlüğün ancak Anayasa ve kanunlarda bulunduğu temel prensibine bağlamış bulunuyoruz. Kimse Anayasada gösterilenlerin üstüne çıkamayacaktır.

Türlü kurumlara tanınan özerklik; ülkede, Devlet diye bir üstün otoritenin varlığını reddetme şeklinde yorumlanmıştır. ödenekleri milletten toplanan vergilerle sağlanan, görecekleri kamu hizmeti Devletçe tespit edilen esaslara göre yerine getirilmek icap eden bu özerk kuruluşların yönetici şahıs ve heyetleri, kendilerine Anayasa ve kanunlarla ve sırf gördükleri hizmet için tanınan ve bahşedilen Devlet yetkilerini, sanki kendi şahıslarına mahsus zati ve ferdi haklar gibi görmeye ve o yolda kullanmaya kalkışmışlardır.

Yeni Anayasada özerklik kavramı Devlet aleyhinde faaliyette bulunmaya, Devlete karşı gelmeye, Devlet içinde Devletçikler yaratmaya, keyfiliğe, başıboşluğa ve sorumsuzluğa yer vermeyecek şekilde geliştirilmiş ve ilgili kurum ve kuruluşlar için, görev ve teşkilat esasları saptanmıştır. Artık Devletin radyosundan, televizyonundan Devleti batırmaya imkan ve fırsat verilmeyecektir. Geleceğimizin teminatı Türk gençliğinin ilim mabetleri üniversitelerimize bir daha anarşi giremeyecektir.

Her Devletin, temel organlarından biri olan, fakat 1961 Anayasası ile ikinci plana itilerek “Yetkisiz ve çalışamaz” bir duruma sokulmuş bulunan yürütme ve idare teşkilat ve faaliyeti, yetmişli yılların sonlarına doğru üzerine düşen hizmetleri ifa edemez hale girmiş, idarenin yürütmesi gereken kamu hizmetini ve gerçekleştirmesi icap eden kamu menfaatini düşünen kamu hizmetlisine rastlamak, büyük bir mazhariyet halini almıştır.

1961 Anayasasının kabulünden yaklaşık 10 yıl sonra, Cumhuriyetin ve niteliklerinin vahim bir tehlikeye düştüğü görülerek Silahlı Kuvvetlerce 12 Mart 1971 ‘de verilen muhtıra ile demokrasiye inancın ve bağlılığın bir kanıtı olarak Anayasal demokratik organlara dokunulmadan sadece Anayasada gerekli değişiklikler yapılarak, Cumhuriyetin tehlikeden kurtarılması istenilmiştir. Muhtıranın sonucu olarak Anayasada geniş ölçüde bir değişiklik yapılmış, zihniyetlerin de değişeceği umularak, 1961 Anayasasının ikinci uygulama dönemine geçilmiştir. O dönemde hürriyetleri kötüye kullanarak, Atatürk’ün bizlere emanet ettiği ve nice can ve kan pahasına kurulmuş bulunan Cumhuriyeti, ülkesi ve milleti ile bölüp parçalayarak, sınıf kışkırtmacılığı ile vatandaşı birbirine düşman ederek ortadan kaldırmayı amaçlayan ve suçları mahkemelerce sabit görülüp mahkum edilenler, üç yıl sonra bir Af  Kanunu ile salıverilmiş, böylece Anayasa değişikliklerinin hiçbir işe yaramadığı ve zihniyetlerde de en ufak bir değişme olmadığı görülmüştür.

Mesela, Devlet Güvenlik Mahkemelerinin kurulması, Anayasanın açık emri olduğu halde, bunları tesis eden kanun, şekli bir sebeple Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiş, kurulan mahkemeler kısa sürede o tadan kalkmış, yeniden kurulmaları için teşebbüse geçildiği zaman da, bu mahkemelerle hiçbir ilişiği bulunmaması gereken başta belirli şahıslar olmak üzere toplum ve hizmet kesimleri, grevler, direnişler ve sokak hareketleri ile ayaklandırılmış, Anayasa emrine rağmen, bu mahkemeler kurulamamıştır. Bu karanlık günlerden alınan dersler sonucu. sendikaların siyası amaç güdemeyecekleri, siyasi faaliyette bulunamayacakları, siyasi partilerden destek göremeyecekleri, onlara destek olamayacakları, derneklerden kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ve vakıflarla siyasal amaçlı ortak harekette bulunamayacakları yeni Anayasada yeni hükümler olarak yer almıştır. Bu süreyi Cumhuriyet tarihinin en zayıf, en aciz ve istikrarsız Hükümetler dönemi olarak niteleyebiliriz. Nitekim Devleti ve Cumhuriyeti yok etmeğe kararlı, büyük kısmı dış düşmanlardan silah ve para yardımı alan ve her türlü himayeyi gören bölücü güçler, sınıf çatışmalarından mezhep çatışmalarına kadar her türlü tahrikçilikte, Cumhuriyet tarihinin görmediği bir yıkıcılığa girişmişlerdir. Devlet ve toplum hayatında yeniden başlatılan anarşi, silahlı teröre dönüşmüş, kamu hizmetlerinde hayır kalmamış, Devlet organları çalışamaz hale girmiş, vatandaşın can ve mal emniyeti, tamamıyla ortadan kalkmıştır .

Bu durum karşısında ve giderek vehamet kesbeden ve çok kanlı olacağı görünmekte bulunan iç savaş tehlikesi önünde, nöbetleşe iktidar ve muhalefet değişiklikleriyle memleketin kaderine hakim bulunan siyasi partiler, çareler, tedbirler arayacakları yerde, gerek anarşi ve terörün, gerek bu durumda kaçınılmaz bir şekilde tecelli eden çok vahim ekonomik kriz ve perişanlığın karşısında, sanki bunlar günlük, geçici olaylardanmış gibi, Devleti ve Cumhuriyeti kökünden tehdit eden olayları, birbirlerine karşı “Siyasi oyun” mevzuları addetmişlerdir. Vatandaş, “Memleket elden gidiyor, Devlet nerede?”diye feryat ederken, onlar, birbirlerine karşı günlük siyasi oyunlarını, bir de büyük bir marifetmiş gibi televizyon ekranlarında milletimizin karşısına fütursuzca çıkarak sürdürüp durmuşlardır. Hele iktidar olabilmek için parlamento aritmetiği üzerindeki oyunları, partilerin birbirinden milletvekili kaydırmalarını parlamento tarihimizin en yüz kızartıcı olayları olarak hatırlamamak mümkün müdür?

Hiç şüphe yoktur ki, günü gelince, millet ve tarih kendilerine şu kaçınılmaz sualleri soracak ve yakalarına yapışarak cevap isteyecektir: “Ne yapıyordunuz beyler?” diyecektir. “Ne düşünüyordunuz.. Memleketin halini görmüyor muydunuz? Basın ve vatandaş feryat etmekte idi, işitmiyor muydunuz? Silahlı Kuvvetler, Milli Güvenlik Kurulunda en sert, en ciddi şekilde ikazlarda bulunuyorlardı, duymuyor muydunuz? Zamanın Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanları sizlere muhtıra veriyorlardı, okumuyor muydunuz? Ne umuyordunuz? Ne bekliyordunuz?”…

Hiçbir ilgi, hiçbir endişe, hiçbir telaş eseri göstermediğinize göre, hiçbir tedbir düşünmediğinize, hazırlamadığınıza ve anlamadığınıza göre, nereden ne gelecek, nasıl bir şey olacak, nasıl bir mucize gerçekleşecek de, memleketin şu feci gidişi duracak ve iyiliğe dönecek diye bekliyordunuz?. Hiçbir şey yapamıyorsanız, istifa etmeyi de mi düşünmüyordunuz?”

Tarih, bunlardan bunu sormayacak mı?

Elbette tarih görevini yapacaktır aziz vatandaşlarım, ancak biz tarihin tekerrür etmemesi için yeni Anayasaya bir takım yeni güvenceler koyduk. Öncelikle hiçbir düşünce ve mülahazanın Türk milli menfaatlerinin, Türk varlığının Devleti ve ülkesiyle bölünmezliği esasının, Türklüğün tarihi ve manevi değerlerinin Atatürk milliyetçiliği ilke ve inkılapları ve medeniyetçiliğinin karşısında korunma göremeyeceği ve laiklik ilkesinin gereği kutsal din duygularının, Devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılamayacağı temel kavramını Anayasaya hakim kıldık.

Buna ilaveten siyasi ahlakın müesseseleştirilebilmesi için de yeni Anayasaya koyduğumuz hükümlerle, partisinden istifa ederek başka bir partiye giren veya bu şekilde bakanlar kurulunda görev alan Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin, üyeliklerinin düşmesine Meclisin üye tam sayısının salt çoğunluğu ile karar verilebilecektir. Partisinden istifa eden milletvekili bir sonraki seçimde istifa tarihinde mevcut herhangi bir partinin genel merkez organlarınca aday gösterilemeyecektir.

Ayrıca Anayasa Mahkemesince temelli kapatılan siyasi parti üyesi milletvekillerinin üyeliği de sona erecektir.

Bugün dahi kılı kırk yararak, bunca göz nuru dökerek Cumhuriyetin, Devletin, hürriyetçi demokrasinin, vatan bütünlüğünün, millet bölünmezliğinin velhasıl Türk varlığının huzur ve selamet içinde mutlu günlere kavuşması için hazırlanmış yeni Anayasayı, el altından sinsi propagandalarla sabote ederek, vatandaşın gözünden düşürerek sadece şahsi ihtiraslarını ve kinlerini tatmin etmek için reddettirmeğe çalışan bu efendilere, gene bir gün gelecek, tarih ve millet sormayacak mıdır?

“Anayasayı reddettirmeye çalıştınız… Kazara buna muvaffak olabilseydiniz, bundan ne gibi bir netice, nasıl bir hayır umuyordunuz?. Anayasayı reddettirecektiniz de, ne yapacaktınız? Sizler ki bu memleketi, milletin gözleri önünde batırıyordunuz, sizler ki Cumhuriyet tarihinde, Cumhuriyete karşı girişilmiş en korkunç suikastın, üstelik de Devlet elinizde olduğu halde sadece seyircisi idiniz, Anayasayı reddettirmekle acaba kendiniz için ne umuyordunuz?”

Millet ve tarih, bunlara bu soruyu sormayacak mıdır?

Acaba ne cevap vereceklerdir?.

Bunlar kadar basireti bağlanmış insanları bu millet görmemiştir.

Basiretleri dün bağlı idi.. Bugün de hala bağlıdır.

Ve düşününüz ki bunlar, istikbalde de, bu memleketi sadece ve sadece kendilerinin idare edebileceklerine inanmaktadırlar. Zira Tanrı bu yeteneği sadece bu kişilere bahşetmiştir !

Salahiyetli ve mesuliyetli “siyasi yöneticiler” olarak yapmaları gereken pek çok görevi yerine getirmeyen, memleketin süratle felaket uçurumuna doğru gidişine karşı tamamen lakayı kalan, şahıslarının ve partilerinin siyasi menfaatlerini, Devletin ve memleketin menfaatleri üstünde tutmuş olan eski siyasi liderlerin ve bunların yakın yardımcılarının, şimdilik cezai müeyyidelere bağlanmamış olsa bile ülkenin 12 Eylül 1980 öncesi duruma gelmesindeki siyasi ve vicdani sorumlulukları inkar ve gözardı edilemez. Bunların, açılacak yeni devirde de siyasete devam etmelerinin, yeni Anayasanın getirmeye çalıştığı siyasi bünye ve fonksiyonların kurulmasına ve yaşatılmasına imkan vermeyeceği aşikardır.

Yeni siyasi hayatta huzur ve sükunun sağlanabilmesi için bu eski siyasi yöneticilerin bir süre siyasi faaliyet dışında tutulmaları milli arzunun bir ifadesi olarak yeni Anayasanın geçici maddeleri arasında yer almıştır.

Aziz yurttaşlarım,

Sizlerin böyle mutlu bir yıldönümünde, bu hazin manzarayı gözlerinizin önüne bir daha sererek acılarınızı tazelemek istemezdim.

Fakat unutmayınız ki, biz toplum ve millet olarak daha epey bir müddet 12 Eylül’den önce çektiğimiz ıstırabı zaten unutamayız… Ve, memleketimize gerçekten mutlu bir gelecek hazırlamak ve gerçekleştirmek istiyorsak, aslında da katiyen unutmamalıyız.

Bugün, Cumhuriyetin 59’uncu yıldönümünü kutluyoruz. Şahsen sizlerin ve bizlerin, daha böyle kaç mutlu yıldönümü kutlayacağımızı, ömürlerimizin daha kaç yıldönümüne yeteceğini hiçbirimiz bilemeyiz.

Ama hepimiz biliriz ki, bizler gelip geçici iken, Türk Milleti ve Türkiye Cumhuriyeti, dünya durdukça payidar olacak ve yaşayacaktır…

Bugün bizlere düşen en büyük vatan görevi, insan olarak, Türk olarak, analar ve babalar olarak düşen en kutsal görev, memleketimizin, milletimizin, genç nesillerin, evlatlarımızın, yavrularımızın istikbalini düşünmek ve onlara mutlu bir istikbal hazırlamaktır.

Bunun yegane çaresi, Devlete ve memlekete sahip olmak, sahip çıkmaktır.

Bu yönde, bugün için elinizdeki ilk imkan, atılacak ilk adım, Anayasa için 7 Kasım’da mutlaka sandık başına gidip vicdanınızın sesine göre oylarınızı kullanmanızdır.

Türkiye Cumhuriyetinin şu 59’uncu yıldönümünde, aziz Atatürk’ün ruhu, muhakkak ki bizlerle beraberdir, müsterihtir ve mesuttur.

Çünkü O’nun en büyük, en kutsal eseri olan Türkiye Cumhuriyeti, bir kere daha kurtarılmıştır… Ve sizlerin iradenizle, milli iradenin koruyuculuğuyla, artık bundan sonra bir defa daha kurtarılmasına da ihtiyaç kalmadan güçlü, kuvvetli, huzurlu, mutlu ve müreffeh yaşayacaktır.

Bütün vatandaşlarıma sevgiler, saygılar sunuyorum. 

İçeriğimize yorumda bulunmak ister misiniz?

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

İlginizi Çekebilir

Siteden...

İlgili İçerikler