Çarşamba, Mayıs 8, 2024
Ana SayfaÖzel Dosyalar12 Eylül BelgeleriKenan Evren'in 1980 Anayasası'nı Tanıtma Konuşmaları - 1

Kenan Evren’in 1980 Anayasası’nı Tanıtma Konuşmaları – 1

- Advertisement -

Diyarbakır konuşması (27.10.1982)

Devlet Başkanı Orgeneral Kenan Evren, “1982 Anayasası’nı Devlet Adına Tanıtma” konuşmalarının üçüncüsünü 27 Ekim 1982’de Diyarbakır’da yaptı. 
 
Devlet Başkanı Orgeneral Evren’in Diyarbakır konuşmasından…


 “Beyni yıkanmışlardan biz, hazırladığımız ve sizlerin tasvibinize sunduğumuz Anayasaya (Evet) demelerini esasen beklemiyoruz. Yine menfaatleri haleldar olan, çıkarları engellenen menfaat düşkünlerinden de beklemiyoruz.”

 “Bizi esas üzen, evvelce ellerinde Devlet güçleri varken, “Devlete kimse baş kaldıramaz, kaldıranların elleri kırılır” deyip, bu elleri bir türlü kırmaya muvaffak olamayanların ve hazırlanan bu Anayasanın, uygun bir Anayasa olmasını kabul etmelerine rağmen, sırf partileri kapatıldığı ve bir daha o koltuğa oturamayacak diye, sağa – sola, eski teşkilat üyelerine, bu Anayasaya (Hayır) deyin diye haber gönderenlerdir. “

 “Demokrasi idaresinin can noktası, vatandaşların en iyileri seçmeleri ve işbaşına getirmelerindedir. Devletin ve memleketin idaresine katılmak gibi fevkalade kutsal bir hakkın karşılığındaki külfet ve mesuliyet işte bu noktadadır. “

 “Eğer siz vatandaşlarım, Devletin ve memleketin bütün kaderinin de, temsilcilerinizi seçerken göstereceğiniz titizlikte ve dikkatte olduğunu düşünerek, ona göre hareket etmezseniz, neticesi çok hazin olur. Demokrasi işte o zaman dejenere hale gelir. Ve neticede Devletin ve memleketin her işi bozulur. Demokrasi rayından çıkar ve sonunda da demokrasi idaresi tamamen yıkılabilir.”

 “12 Eylül’den sonra çıkardığımız kanunlara ve Konsey olarak yayınladığımız bildiri ve verdiğimiz kararlara bir bakılsın. Meclisin o günkü durumu ve ondan sonra dahi, ne suretle teşekkül edebileceği besbelli bir siyasi ortam içinde, hukuk düzeni içinde, bizim bu kanun, karar ve bildirilerimizdeki bir tek hükmü, acaba hangi partinin iktidarı yürürlüğe koyabilirdi?”

 “Acaba Türk Silahlı Kuvvetleri müdahale etmese ne olur, nasıl olur, ne gibi bir mucize olur da Devlet ve memleket işleri bir düzene girebilirdi ? Bu ve buna benzer sebepler ve şartlar dolayısıyladır ki, 12 Eylül Harekatını gerçekleştirmekten başka hiçbir çare kalmamış ve yeni bir Anayasanın geçirilen bunca tecrübeden ve alınan bunca derslerden yararlanılarak yapılması, kaçınılmaz bir zaruret olmuştur. Buna bütün vatandaşlarımız ve tarih şahittir.”

 “Siyasi partiler, demokratik hayatın vazgeçilmez unsurlarıdır. Bunda hiç şüphe yoktur. Fakat yegane unsuru da değildirler. Memleketin siyasi kaderini ve milyonlarca vatandaşın siyasi hak ve hürriyetlerini sadece bir- iki parti liderinin ve sayıları toplam 50 – 60’ı geçmeyecek siyasi parti yöneticilerinin ellerine teslim edip de “Haydi siz bildiğinizi okuyun” demek, bu sefer demokratik rejimden başka bir yönden vazgeçmek, demokrasiyi başka türlü kaybetme sonucunu doğurur.”

 “Siz, hiç bizim memlekette normal usullerle parti liderinin değiştiğini ve ona körü körüne bağlı kul, köle olanların değiştiğini gördünüz mü? O halde partiler demokrasisini, partiler diktatoryası haline getirmekten alıkoyacak tedbirleri almak da bir mecburiyettir.”

 “Siyaset yapmak, siyasi partilerin ehliyeti dahilinde ve onlara aittir. Siyasi parti mahiyet ve hüviyetinde olmaksızın ve siyası partilerin tabi bulunduğu düzenlemeler içinde ve bir siyasi parti statüsünde olmaksızın hiçbir kurum siyaset yapamaz.”

 “Nitekim, siyasi partiler de sendikacılık, dernekçilik yapamayacaklar; meslek teşekkülü veya vakıflara ayrılan işlere girişemeyeceklerdir. Herkes kendi çerçevesi içinde işleyecektir. Böylece her teşekkül kendisinin ne olduğunu bilmiş olacaktır.”

 “Bu Anayasaya göre, siyasi partiler kadın kolu, gençlik kolu ve benzeri gibi ayırımcılık yaratan yan kuruluşlar meydana getiremezler ve yurt dışında teşkilatlanıp faaliyette bulunamazlar. Ne demek gençlik kolu, kadın kolu? O zaman bir de ihtiyar kolu, orta yaşlı kolu kurulsun. Böyle şey olur mu?” 

Devlet Başkanı Orgeneral Kenan Evren’in, “1982 Anayasası’nı Devlet Adına Tanıtma Programı” çerçevesinde Diyarbakır’da yaptığı konuşma şöyle: 
 

Sevgili Diyarbakırlı Hemşehrilerim,

Hepinizi evvela sevgi ile en iyi dileklerle selamlıyorum. Sözüme evvela civar illere gidemeyişimin sebebi ile başlamak istiyorum. Gönül arzu ediyordu bütün vilayetlere uğramayı, ama hava meydanlarının olmayışı, bize bu imkan vermedi. Bu bakımdan Mardin’e, Siirt’e, Bitlis’e, Hakkari’ye, Muş’taki bütün vatandaşlarıma buradan selam ve sevgiler yolluyorum.

Önümüzdeki sene muhakkak oralara uğrayacağız. Hiç merak etmesinIer, onlarla görüşeceğiz, onlarla kucaklaşacağız.

Sevgili Diyarbakırlı kardeşlerim,

12 Eylül Harekatından bir ay sonra, 14 Ekim 1980 günü yine Diyarbakır’a gelmiş ve yine bu meydanda, bu kürsüden sizlere hitap etmiş ve en uzun konuşmamı da burada yapmıştım, hatırlarsınız. O gün bizlere karşı gösterdiğiniz büyük alaka ve misafirperverliğinizi hala hafızalarımızda muhafaza ediyoruz. Bugün bizlere karşı gösterdiğiniz bu sıcak ilgi ve karşılamanızdan dolayı yine hepinize teşekkür ediyor ve sevgiler sunuyoruz. O gelişimizde hatırlarsanız, uçaktan indikten hemen sonra Türk Hava Yollarına ait bir uçak .Diyarbakır’a kaçırılarak meydana indirilmişti. Aynı gün bizim vurucu timlerin gerçekleştirdiği bir operasyonla anarşistler yakalanmış ve adalete teslim edilmişti. Onlar cezalandırıldılar. Şimdi hapiste cezalarını çekiyorlar.

Hamdolsun o tarihlerde yurdun muhtelif bölgelerinde cereyan eden anarşik olaylar bugün ortadan kalktı. Birçok şehir, kasaba ve köylerden can ve mal korkusuyla yerini yurdunu terk edip başka şehirlere göç edenler, bugün artık yok. Hatta evvelce göç etmişler de tekrar yuvalarına dönüyorlar ve döndüler. “Devlet, bu gibi anarşistlerin ve teröristlerin hakkından gelecektir”. demiştim ve geldi. Ama yine demiştim ki, “Yeter ki sizler yardımcı olunuz”. Görüyorsunuz, milletçe el ele verince bütün güçlükleri yenmek nasıl mümkün oluyormuş.

Şunu hiçbir zaman hatırınızdan çıkarmayınız ki, Türk Milletine karşı hakiki dostluk hissi taşıyan ülkeler adedi fazla değildir. Bu milletin birlik ve beraberlik içerisinde kalkınmasını, bir büyük devlet olmasını hiçbir zaman arzulamayan ülkeler de vardır. İşte o gibi güçler her fırsatı değerlendirecekler, Türkiye’nin yine 12 Eylül öncesine düşmesi için her türlü çabayı sarf edeceklerdir. Yalnız dış güçler değil, içimizde dolaşan ve bu dış güçlere yardakçılık yapanlar da az değildir. Bunlar müsait zaman kollarlar. Normal düzene geçiş hazırlıklarının başladığı  bugünlerde de, o hain iç güçler, dış ortakları ile birlikte faaliyete geçmişlerdir.

Hele normal düzene geçtikten sonra bu faaliyetlerini daha çoğaltacaklardır. Bundan hiç şüpheniz olmasın. Bunların yaptıklarını, bundan sonra yapacaklarını da biz istemeye istemeye de olsa normal karşılıyoruz. Zira bunlar, kendilerini artık muayyen bir ideolojiye angaje etmişler, beyinlerini yıkamışlardır. Bu gibilere ne yapsanız, ne söyleseniz para etmez. Onların kafalarını kesseniz inandıkları bu sapık ideolojilerden ayıramazsınız. Gerçi bunların içinde olup da, sonradan hakikati görüp anlayanlar, doğru yolu görenler de mevcuttur. Bunu inkar edemeyiz. Fakat bunlar maalesef azınlıkta kalmaktadırlar. Bu gibi beyni yıkanmışlardan biz, hazırladığımız ve sizlerin tasvibinize sunduğumuz Anayasaya (Evet) demelerini esasen beklemiyoruz.

Yine menfaatleri haleldar olan, çıkarları engellenen menfaat düşkünlerinden de beklemiyoruz. Hayal aleminde gezen, Türkiye’nin şartlarını bilmeyen, Türkiye’yi ikiyüz sene evvel demokrasiye geçmiş ülkeler gibi kabul ederek  “Onların Anayasalarına uymuyor” diye, bizim hazırladığımızı beğenmeyenler gibi, iyi niyetli olup da bu milleti tanımayanların da menfi oy verebileceklerini düşünüyor, bundan da üzüntü duymuyoruz.

Bizi esas üzen, nedir biliyor musunuz sevgili vatandaşlarım? Bizi üzen, evvelce ellerinde Devlet güçleri varken, “Devlete kimse baş kaldıramaz, kaldıranların elleri kırılır” deyip, bu elleri bir türlü kırmaya muvaffak olamayanların ve hazırlanan bu Anayasanın, uygun bir Anayasa olmasını kabul etmelerine rağmen, sırf partileri kapatıldığı ve bir daha o koltuğa oturamayacak diye, sağa – sola, eski teşkilat üyelerine, bu Anayasaya (Hayır) deyin diye haber gönderenlerdir. Bizim esas üzüldüklerimiz bunlardır. Biliyorum sizler böyle telkinlere papuç bırakmazsınız, sağ duyunuzu kullanacaksınız. Fakat bunların yaptıklarım bilesiniz diye söylüyorum. Her gün televizyon karşısına çıkarak, arzıendam ettikleri ve yemek zamanı televizyonlarını kıracak kadar sinirli anların yaşandığı o günlere bu millet bir daha dönmek istemiyor artık.

Hatırlarsınız, 14 Ekim 1980 günü burada konuşurken, bir vatandaşımız “Paşam bir daha partiler olmasın” diye bağırmış, ben de kendisine “iyi ama partisiz demokrasi olmaz” demiştim. O zaman, o toplantıda bulunan arkadaşlarım, vatandaşlarım, bunu hatırlarlar. Biliyorum, o vatandaşım, demokrasiye inanmadığından dolayı onu söylemedi. Ancak, birbirleri ile kavga ede ede, birbirlerine küfür ede ede, milleti o hale getirdiler ki, nihayet işte “öyle demokrasi olacağına, olmasın daha iyi” dedirttiler. Vatandaşlarımızı da “Partiler olmasın” diye bağırmak zorunda bıraktılar.

Sevgili Diyarbakırlılar,

Biliyorsunuz bundan evvel Trabzon’da, Erzurum’da, daha ziyade temel hak ve ödevler, bunların sınırlandırılması şartları, kötüye kullanılmaması üzerindeki bazı Anayasa hükümleri hakkında ileri sürülen tenkitlere değindim ve yeni Anayasamız ile eskisi arasındaki farkları izah ettim.

Bugün de sizlere siyasi haklar ve ödevler ile siyasi parti faaliyetleri hakkında bilgi vereceğim.

“Bir siyasi toplumda vatandaşların temel hak ve hürriyetlerinden en önemlileri, hangileridir” diye sorulsa, hiç şüphe yok ki kişi dokunulmazlığından sonra, Devletin yönetimine katılma hakkı, bunun hemen arkasında yer alır. Zira, Devletin ve memleketin yönetimine katılmak suretiyledir ki, vatandaşlar diğer haklarını da kendileri tanzim edebilirler.

Gerçekten tarihte de bu böyle olmuştur. insanlar evvela kişiliklerine dokunulmamasını istemişlerdir. Hatta bu husustaki hak ve hürriyetlerine klasik haklar bile denilmiştir. Bildiğiniz gibi demokrasilerde vatandaş, devletin ve memleketin yönetimine katılır, Devletin Anayasasının meydana gelişinde söz sahibi olur. Yasama organını teşkil eden milletvekillerini seçmek suretiyle, kanun ve nizamın da nasıl olması gerektiğini bu milletvekilleri aracılığıyla kendisi belirler. Devletin diğer organlarını ve görevlilerini doğrudan doğruya seçmez, onların belirlenmesini milletvekillerine bırakır. İşte vatandaşın, Devletin ve memleketin yönetiminde söz sahibi olmasına imkan veren haklara, siyası hak ve hürriyetler diyoruz.

Bu hak ve hürriyetlerin demokrasi denilen idare tarzına en uygun bir biçimde kullanılabilmesi için birinci şart, vatandaşın çekimser davranmayıp bütün seçimlere katılması ve her zaman Devletin ve memleketin gidişatı üzerindeki fikirlerini, görüşlerini söyleyebilmesidir. O halde, demokrasinin birinci şartı katılmadır. Yani vatandaşın siyası haklanın kullanmaya özen göstermesi, istekli olmasıdır.

Ancak mutlu bir toplum hayatı için vatandaş, siyasi hak ve hürriyetlerine karşı, büyük sorumluluğunu da asla unutmamalıdır.

Haklar ve hürriyetler bir nimettir. Her nimetin karşılığında da mutlaka bir külfet vardır. Demokrasinin gerçekten mutlu bir yönetim olabilmesi, demokratik bir idare altında vatandaşların hakikaten mutlu olabilmeleri kendi ellerindedir. Bu mutluluğa ulaşabilmesi için her vatandaş memleket meseleleri ile daima meşgul olmalıdır. Memlekette ne olup bittiğini devamlı ve dikkatli bir şekilde kollamalıdır. “Seçim zamanında temsilcilerimi seçtim. Artık onlar ne yaparlarsa yapsınlar, gelecek seçim gününe kadar ben memleket meseleleri ile artık meşgul değilim” dememelidir. Fakat sürekli bir siyasi mücadele içine de girmemeli; siyasi tartışmayı, çekişmeyi bir yana bırakmalı; evde, işyerinde, sokakta, her gün siyasi meselelerle uğraşıp kendini bu kavganın içine de atmamalıdır.

Buna mukabil, zaman zaman seçtiği milletvekillerinden izahat almalı, onlara sual sormalı ve kendi görüşlerini bildirmelidir. Aynı zamanda sürekli şekilde milletvekillerinin iyi çalışıp çalışmadıklarını, başarılı, ehliyetli, kabiliyetli, enerjik kişiler çıkıp çıkmadığını da gözetlemelidir. Zira unutmamak gerekir ki, demokrasi idaresinin can noktası, vatandaşların en iyileri seçmeleri ve işbaşına getirmelerindedir. Devletin ve memleketin idaresine katılmak gibi fevkalade kutsal bir hakkın karşılığındaki külfet ve mesuliyet işte bu noktadadır. Eğer siz vatandaşlarım, Devletin ve memleketin bütün kaderinin de, temsilcilerinizi seçerken göstereceğiniz titizlikte ve dikkatte olduğunu düşünerek, ona göre hareket etmezseniz, neticesi çok hazin olur. Demokrasi işte o zaman dejenere hale gelir. Ve neticede Devletin ve memleketin her işi bozulur. Demokrasi rayından çıkar ve sonunda da demokrasi idaresi tamamen yıkılabilir.

Milletimiz büyük ve köklü bir millettir. Büyük milletler, kurdukları kültür ve medeniyeti, edindikleri dersleri, geçirdikleri tecrübeleri, bunlardan çıkardıkları sonuçlan sürekli şekilde yeni yetişen nesillere aktarırlar. Giderek büyüyen bu tecrübeler ve bu tecrübelerden elde edilen fikirler ve dersler, nesilden nesile intikal ettikçe farkına bile varılmadan fertlerin kalplerinde, zihinlerinde bir aklıselim, bir hüsnüselim halinde yer eder.

Millet, büyük ve köklü bir millet olunca, her zaman devlet kurmuş, büyük işler başarmış, insanlık tarihine damgasını vurmuş, tarihe yön vermiş bir millet olunca, onun bütün fertlerinde bir Devlet tecrübesi, bir Devlet kavramı teşekkül eder. Sade vatandaşın tahsili olmasa, hatta okuma yazması bulunmasa bile, onda bir devlet fikri, bir devlet kavramı, bir devlet tecrübesi mevcuttur. O sade vatandaş bir dağ köyünde yaşasa bile, Türk milletinin bir ferdi olarak, devlet kavramına, devlet fikrine sahiptir. Çünkü büyük bir milletin evladıdır ve o milletin büyük tecrübelerinin mirasçılarından biridir. O vatandaşın aklıselimi vardır, bir sevgisi, bir hissedişi, bir hissiselimi vardır.

İşte sevgili vatandaşlarım, bundan dolayıdır ki, içten ve dıştan asırlar ve asırlarca nice düşmanlıklara, nice suikastlere ne kadar acı ve ümitsiz görünen mağlubiyetlere rağmen Türk Milleti hiçbir zaman yıkılmamış, hiçbir zaman çözülüp dağılmamış, her zaman toparlanmasını, hür ve bağımsız devletini kurarak, kendi bayrağı altında yaşamasını bilmiştir.

Bugünkü Türkiye Cumhuriyeti bu şekilde kurulmadı mı? Eğer Türk milletinin bu hasletleri olmasa, büyük önder Atatürk, tek başına bir fert olarak veya birkaç arkadaşıyla birlikte giriştiği hareketi muvaffakiyete ulaştırabilir miydi? Denebilir ki, Atatürk de olmasaydı bu millet, Kurtuluş yoluna ulaşamazdı.

Dünyada nice toplumların, nice bir kısım milletlerin sürekli bir vatan veya istiklal mücadelesi içinde bulunduklarını görüyorsunuz. Hatta bunların bazıları pek büyük imkanlara rağmen mücadelelerini yıllar ve yıllarca bir türlü başarıya ulaştıramıyorlar. Onlara sebebini sorduğunuzda şöyle diyorlar: “Sizin talihiniz vardı. çünkü bir Mustafa Kemal sizin önünüze düştü, başınıza geçti, sizi kurtardı”. Bu söz elbette doğrudur. Yalnız, kendilerinin bir Atatürk yetiştirememelerinin sebeplerini gözden kaçırıyorlar.

Unutmamak gerek, Atatürkler de ancak onları anlayacak ve onların elinde harekete geçebilecek kabiliyetteki milletlere nasip olur. Her millet Atatürk yetiştiremez.

Atatürk bu memleketi, bu milleti kurtarmış, Cumhuriyeti kurmuş, inkılapları yapmış ve ortaya çıkardığı eseri gençliğe ve bu milletin fertlerine emanet ederek aramızdan ayrılmıştır.

Türk vatandaşları bu demokratik rejimde, siyasi haklarını, sahip oldukları büyük vebal ve mesuliyet duygusu içinde kullanmakta kusur ederlerse, bunun günahı da kendilerine ait olur. Fakat ne çare ki, bazen ufak- tefek yanılmalar vuku buluyor. Ama bu yanılmaların sonuçlan da maalesef büyük olabiliyor.

Şu son yıllarda ve 12 Eylül öncesinde geçirdiğimiz tecrübelere bakın. Devlet ve memleket içerden ve dışardan tertiplenen korkunç bir suikast ile karşı karşıya kalmış; her gün 20 – 30 vatandaşımızın anarşist kurşunlarıyla sokaklarda can vermiş olması adeta normal bir hale gelmiş; memleket, kurtarılmış bölgelere ayrılmış; Türk Bayrağı yerine yabancı veya uydurma Devlet bayrakları çekilmiş; vatandaşlar için ne evlerinde, ne işyerlerinde huzur ve güven kalmamış; herkesi bir can korkusu almış; çocuklar, gençler okullarına gidemez olmuşlar; emniyet kuvvetleri içinde taraf tutmadan mütevellit bölünmeler başlamış ve emniyet kuvvetlerinin bizzat kendisi, karakolları bile basıldığından, sığınacak üstün bir kuvvet aramaya başlamış; memlekette huzur ve asayişin zerresi kalmadığı gibi, üstelik bir ümit ışığı da kalmamış; siyasi partiler birbirlerine girmişler; Devlet, başsız; parlamento ortada duruyor, ama Cumhurbaşkanı seçmeye muktedir değil. Parlamento bu yüzden kanun yapamıyor. Hükümetler iş yapamaz durumda. Bir avuç milletvekili çıkmış, nerede siyasi ikbal veya menfaat görürse o tarafa gitmek suretiyle hükümetler devriliyor. Yenisi kurulup, o da bir müddet sonra sallanmaya başlıyor. Memlekette anarşi ve terör gittikçe azmış, müthiş bir felaket halini almış. iktisadi durum perişan, hiçbir ümit ışığı kalmamış, kimse ne yapacağını bilmiyor, ama bir sürü siyaset oyunları, dolapları mütemadiyen çevriliyor. Halk her türlü ümidini kaybetmiş, kendi başının çaresini arıyor. Ya şehri terk ediyor veya yurdu terk ediyor. Biz, 12 Eylül Harekatına, biliyorsunuz bu şartlardan dolayı mecbur olduk. El altından yapılan menfi propagandalarda “Silahlı Kuvvetler niçin müdahale etti? Onlar sadece anarşiyle mücadele etselerdi, üst tarafını biz hallederdik” gibi bir iddia öne sürülüyor.

12 Eylül’den sonra çıkardığımız kanunlara ve Konsey olarak yayınladığımız bildiri ve verdiğimiz kararlara bir bakılsın. Meclisin o günkü durumu ve ondan sonra dahi, ne suretle teşekkül edebileceği besbelli bir siyasi ortam içinde, hukuk düzeni içinde, bizim bu kanun, karar ve bildirilerimizdeki bir tek hükmü, acaba hangi partinin iktidarı yürürlüğe koyabilirdi?

Acaba Türk Silahlı Kuvvetleri müdahale etmese ne olur, nasıl olur, ne gibi bir mucize olur da Devlet ve memleket işleri bir düzene girebilirdi ? Bu ve buna benzer sebepler ve şartlar dolayısıyladır ki, 12 Eylül Harekatını gerçekleştirmekten başka hiçbir çare kalmamış ve yeni bir Anayasanın geçirilen bunca tecrübeden ve alınan bunca derslerden yararlanılarak yapılması, kaçınılmaz bir zaruret olmuştur.

Buna bütün vatandaşlarımız ve tarih şahittir.

Sevgili vatandaşlarım, siyasi partiler olmaksızın demokratik bir siyasi hayat mümkün değildir. Bunda hiç şüphe yok. Zira artık bu derece genişlemiş toplumlarda vatandaşların Devlet yönetimine katılmaları, 80 hanelik bir köyde bir vatandaşın muhtarlığa veya ihtiyar heyetine seçilebilmesi kadar kolay bir hadise değildir. Aslında her vatandaş, tek başına da şüphesiz siyasi faaliyette bulunabilir. Fakat, aynı görüş, düşünce ve isteklerdeki vatandaşların bir siyasi parti halinde toplanıp teşkilatlanmaları, başarı kazanabilmenin şartı haline gelmiş gibidir. Siyasi parti üyesi olmasalar dahi, -ki pek çok insan böyledir, bir siyasi partiye üye değildir- modern demokraside vatandaşlar siyasi haklarım partilerin yardımı ve aracılığıyla kullanabilmektedirler. Ancak, bu durumda da vatandaşın siyasi hak ve hürriyetlerinden soyutlanarak demokrasinin bir partiler diktatöryasına dönüşmesi, demokratik rejimin kaybolması demektir. Siyasi partiler, demokratik hayatın vazgeçilmez unsurlarıdır. Bunda hiç şüphe yoktur. Fakat yegane unsuru da değildirler. Memleketin siyasi kaderini ve milyonlarca vatandaşın siyasi hak ve hürriyetlerini sadece bir- iki parti liderinin ve sayıları toplam 50 – 60’ı geçmeyecek siyasi parti yöneticilerinin ellerine teslim edip de “Haydi siz bildiğinizi okuyun” demek, bu sefer demokratik rejimden başka bir yönden vazgeçmek, demokrasiyi başka türlü kaybetme sonucunu doğurur.

Siz, hiç bizim memlekette normal usullerle parti liderinin değiştiğini ve ona körü körüne bağlı kul, köle olanların değiştiğini gördünüz mü? O halde partiler demokrasisini, partiler diktatöryası haline getirmekten alıkoyacak tedbirleri almak da bir mecburiyettir.

Demokrasiyle idare olunan bir ülkede partilerin o demokrasinin vazgeçilmez unsurları olabilmeleri için kendi iç yapı ve faaliyetlerinde de gerçekten demokratik esaslara uygun biçimde kurulmaları ve çalışmaları lazımdır .

Yeni Anayasamızın vatandaşlarca meydana getirilecek bütün teşekküller için kabul ettiği bir ilke vardır. İster parti, ister dernek, ister sendika, ister okul, ister meslek teşekkülü olsun, her teşekkül kendi maksat ve gayesine uygun ve bahusus görev alanı içinde kalacaktır. Yani parti partiliğini, dernek dernekliğini, vakıf vakıflığını, sendika sendikalığını bilecektir. Dernek kılıfında parti, parti kılıfında dernek, sendika kılıfında meslek teşekkülü ve vakıf kılıfında başka bir teşekkül olmayacaktır.

Siyaset yapmak, siyasi partilerin ehliyeti dahilinde ve onlara aittir. Siyasi parti mahiyet ve hüviyetinde olmaksızın ve siyası partilerin tabi bulunduğu düzenlemeler içinde ve bir siyasi parti statüsünde olmaksızın hiçbir kurum siyaset yapamaz.

Nitekim, siyasi partiler de sendikacılık, dernekçilik yapamayacaklar; meslek teşekkülü veya vakıflara ayrılan işlere girişemeyeceklerdir. Herkes kendi çerçevesi içinde işleyecektir. Böylece her teşekkül kendisinin ne olduğunu bilmiş olacaktır.

Yeni Anayasamıza göre, bölge esasına dayanan siyasi parti kurulamaz. Bir veya birkaç sosyal sınıfa, belli cemaate, bir zümreye dayanan, belli bir dini, dili, mezhebi, ırkı, cinsiyeti esas alan siyasi partiler kurulamaz. Çünkü böyle olursa, bölücülük olur. Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne aykırı düşer. Kurulan partiler bütün Türkiye sathında vatandaşlara hizmet götürmek zorundadır. Muayyen bir bölgeye, muayyen bir zümreye hitap edemez. O zaman, o teşekkül de parti değil, dernek olur.

Yine yeni Anayasamıza göre, siyasi partiler yabancı devletlerden, milletlerarası kuruluşlardan, milletlerarası sendika, dernek ve gruplardan herhangi bir suretle emir, talimat ve mali yardım alamazlar.

Bu ecnebi teşekküllerin kararlarıyla hareket edemezler. Aksi takdirde yabancı bir kuruluşun emri ve diktası altına girer. Milletlerarası anlaşma, ancak devletler arasında olur.

Yine bu Anayasaya göre, siyasi partiler kadın kolu, gençlik kolu ve benzeri gibi ayırımcılık yaratan yan kuruluşlar meydana getiremezler ve yurt dışında teşkilatlanıp faaliyette bulunamazlar. Ne demek gençlik kolu, kadın kolu? O zaman bir de ihtiyar kolu, orta yaşlı kolu kurulsun. Böyle şey olur mu?

Daha genç yaşta, lise çağında çocukları, alıyorlar, partilere sokuyorlar, onları birer militan gibi etrafa dağıtıyor, daha o yaşta çocuğun kafasına partizanlık sokuyorlar. Bütün bu söylenenlere aykırı hareket eden siyasi partiler Anayasa Mahkemesinin kararıyla kapatılabilir. Böyle kapatılan bir siyasi partiye mensup milletvekillerinin varsa Hükümet üyelerinin bu sıfatları da kapatma kararının ilanı ile birlikte sona erer.

Ayrıca, partisinden istifa eden bir milletvekili, başka bir partiye de geçemez. O dönemin sonuna kadar ancak bağımsız olarak kalabilir.

Bakın sizde ne kadar bundan bıkmışsınız. Bu hususları tasvip etmiyorsunuz ki, alkışlarla karşılıyorsunuz.

Sevgili hemşehrilerim, Anayasadaki siyasi partilerle ilgili hükümlere fazlaca değinmemin sebebi, konuşmamın  başında söylediğim gibi, 14 Ekim 1980’de, burada sizlere hitap ederken, bir vatandaşımın –kim bilir, ne sıkıntılar çekti de –“Paşam partiler olmasın” diye haykırmasındandır.

Bu gibi düşünen çok vatandaşım bulunabilir. O devirde kızgınlık dolayısıyla söylenen bu sözün sahibi, zannediyorum şimdi normal bir ortam içerisinde çok daha başka türlü düşünebilmektedir. Bu millet partisiz devirleri de görmüş geçirmiştir. Diktatörlük bu milletin yaradılışına uygun düşmüyor. Dünyada demokrasi daha başlamamışken, zaten başka türlü idare şekli olmadığından, mecburen milletler krallık, padişahlıkla idare edilmişti. Ama demokrasiyle idare edilen ülkeler çoğaldıkça Türkiye’nin bunun dışında bulunması düşünülemezdi. Zira Atatürk geldi de, bize bu idare şeklini, Cumhuriyet idaresini armağan etti.

O, “Türk Milletine en yaraşır idare şekli Cumhuriyettir” demişti. Biz o emanete ihanet edemeyiz. Bir zamanlar Avrupalı dostlarımızdan bazıları bizim verdiğimiz sözlere inanmadılar. Daha doğrusu inanmak istemediler ve zannettiler ki, Türk Silahlı Kuvvetleri bu yönetimi devam ettirmek niyetindedir. Türk Silahlı Kuvvetlerinin hiçbir mensubu diktatörlük heveslisi değildir. Zira onlar öyle bir eğitimden geçirilirler ki, Atatürk’ün bu emanetine sımsıkı sarılır, ona sahip çıkarlar. Bunun aksi davranış içerisinde olanlar hiç acımasız bu camiadan uzaklaştırılırlar.

Nitekim, 1976 yılından sonra Silahlı Kuvvetlerimize yeni katılan genç subay ve astsubaylara hulül ederek, onları Atatürkçü yoldan ayırmaya muvaffak olanlar tespit edilmiş ve bunlara uyanlar derhal bu temiz ocaktan uzaklaştırılmışlardır.

Esasen diğer bütün kuruluşlarımız da Silahlı Kuvvetler gibi, bu konuda çok titiz ve hassas davranmış olsalardı, devlet daireleri 12 Eylül’den evvelki duruma düşmezlerdi.

Gerçi oralara bilerek ve isteyerek öyle kimseler yerleştirmişlerdi. Bu da bir hakikat. Bunu inkar etmemeli. Buna müsaade ve müsamaha edenlerin kimler olduğunu sizler de bizim kadar biliyorsunuz. Onun için daha fazla söylemiyorum.

Yurt sathındaki çeşitli konuşmalarımda ifade ettiğim gibi, görüyorsunuz ki, demokrasiye Avrupalı dostlarımız istediği için değil, Türk milletine en yaraşır bir idare şekli olduğu için geçiyoruz. Bu dostlarımız, bu Avrupalı dostlarımız, bu konuda bizi daha rahat bıraksalardı, yapacaklarımızı belki de daha kısa zamanda yapabilecektik.

Sevgili vatandaşlarım, sizleri bir hayli ayakta tuttuk, bu güneş altında. Gerçi daha çok söyleyeceklerim var. Ama onları da diğer şehirlerdeki vatandaşlarıma bırakıyorum.

Son olarak şunu söylemek istiyorum. Biz sizlere en uyan ve yurdu tekrar 12 Eylül’e getirmeyecek olan, kötü niyetli ve bu memleketi parçalamak isteyenlere fırsat vermeyecek, her zaman sıkıyönetim ilanına gerek bırakmayacak, iyi niyetli olanlara, anarşi, terör ve bölücülükle ilişkisi olmayanlara hiçbir engel teşkil etmeyen, hürriyetçi, demokratik ve parlamenter sisteme dayalı bir Anayasa takdim ediyoruz.

Sağdan, soldan vaki olacak yalan ve maksatlı haberlere inanmayınız. Nasıl bugüne kadar sizlere vaat ettiklerimizi zamanında yerine getirmiş ve icraatımızda bir isabetsizIiğe uğramamış isek, bu Anayasanın hazırlanmasında da bir isabetsizliğe uğramadığımızı söyleyebilirim. Eğer bize inanıyor ve güveniyorsanız, mesele yoktur. Hepiniz 7 Kasım’da Anayasa oylamasında görevinizi yapınız, sandık başına gidiniz.

İstikbal, Türkiye için parlaktır. Bu Anayasa Türkiye Devletini ve Türk milletini daha güçlendirecek ve böylece uluslararası alanda da saygısı daha da artacaktır.

Sevgili vatandaşlarım, bu parlak ve nurlu günlerle, ömrünüzü tamamlamanızı dileyerek, hepinize şahsım, Konsey üyesi arkadaşlarım ve Başbakan adına en iyi dilekler sunuyor, hepinizi sevgi ile kucaklıyorum.

Hepiniz sağolun, varolun. 

İçeriğimize yorumda bulunmak ister misiniz?

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

İlginizi Çekebilir

Siteden...

İlgili İçerikler