Çarşamba, Mayıs 8, 2024
Ana SayfaÖzel Dosyalar12 Eylül BelgeleriKenan Evren'in 1980 Anayasası'nı Tanıtma Konuşmaları - 1

Kenan Evren’in 1980 Anayasası’nı Tanıtma Konuşmaları – 1

- Advertisement -

Radyo televizyon konuşması (24.10.1982)

Devlet Başkanı Orgeneral Kenan Evren, “1982 Anayasası’nı Devlet Adına Tanıtma Programı”na 24 Ekim 1982’de radyo-televizyon konuşması ile başladı.
Evren, tanıtma programı çerçevesinde 11 ili kapsayan yurt gezisine çıktı. Evren, 11 ildeki konuşmalarının yanı sıra 29 Ekim 1982’de Cumhuriyet Bayramı törenleri sırasında Ankara Hipodromu’nda halka hitap etti.

Devlet Başkanı Orgeneral Evren’in Anayasayı tanıtma programı, 5 Kasım 1982’de radyo-televizyon konuşmasıyla sona erdi. 7 Kasım 1982’de, 1982 Anayasası için halkoylamasına gidildi. 
 

Devlet Başkanı Orgeneral Evren’in 24 Ekim’deki radyo-televizyon konuşmasından…

  • “Ben, sizlerin vatan ve millet sevginize güvenerek, Devlete bağlılığınıza, Cumhuriyete sadakatinize güvenerek, bu Anayasaya kefalet ediyorum, kefil oluyorum. “
  • “Bu Anayasa pek çok haksız, yersiz ve insafsız tenkitlere hedef olmakta, beri taraftan da vatandaşın zihnini çelmek için bazı çevrelerce elden gelen bütün gayret gösterilmektedir. “
  • “Bazıları, bu Anayasayı halkın gözünde küçük düşürmek ve neticede halk oylamasında reddettirmek suretiyle, 12 Eylül Hareketinin meşruiyetini de reddettirmek ve Türk Silahlı Kuvvetlerini sanki bozguna uğratarak akıllarınca memleketi sahipsiz bıraktırmaya çalışmaktadırlar.”
  • “Anayasanın reddi şöyle dursun, bu aziz topraklar üzerinde, bir tek vatansever Türk evladı kaldığı müddetçe dahi, bu ‘Türklük düşmanları’ ve bu beyinleri yıkanmış ve ‘satılmış’ hain ve soysuzlar, Türk vatanının bir karış toprağına dahi ellerini süremeyeceklerdir. Bunu, iyice zihinlerine yerleştirmeli ve hain emellerini terketmelidirler. “
  • “Güçlü iktidarlar devri açılır ve tarafsız ve güçlü bir Cumhurbaşkanının yönetimi başlarsa, eski soygunculuklar, eski vurgunculuklar eskiden olduğu şekliyle devam edemeyecektir. “
  • “Bu Anayasanın onda birini dahi hayalinden geçiremeyen, böyle bir Anayasayı rüyasında dahi görse inanmayacak olan siyasetçiler zümresinin bir süreden beri başlattıkları ve el altından gizlice, sinsice yürütmeğe çalıştıkları muhalefet kampanyasının asıl hedefi, bu Anayasa değildir, bu Anayasayı ortaya koymuş olan Türk Silahlı Kuvvetleri’dir. Bunlar, aslında bu Anayasanın reddini istemiyorlar, istedikleri şey bu Anayasanın kabulü, fakat bizim reddedilmemizdir. “
  • “Biz, Devletin, memleketin ve bu Anayasanın kaderini, Türk milletinin hayatını ve istikbalini, bir takım kötü niyetli kişilerin ve memleket düşmanlarının keyiflerine ve başıboşluğuna terkedecek değiliz. Çünkü onların arzu ettiği ve özlemini duydukları Anayasayı yapmamız mümkün değildir. “
  • “12 Eylül öncesinin olayları yeniden yaşanmak istenmiyorsa, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmesi arzu edilmiyorsa, her vatandaşın güven ve huzur dolu günler yaşaması bekleniyorsa ve netice olarak Devletçe güçlü, milletçe mutlu olmak ve rejimce demokratik hakları fert, millet ve Devlet kavramları ile bağdaşır bir biçimde ve ölçüde kullanmak isteniliyorsa, yarınlara umutla bakmak ve emin olmak ihtiyacı duyuluyorsa Anayasa’ya (Evet) denilmelidir. ” 

Devlet Başkanı Orgeneral Kenan Evren’in, “1982 Anayasası’nı Devlet Adına Tanıtma Programı”nı başlattığı radyo-televizyon konuşması şöyle: 
 

Aziz Yurttaşlarım,

12 Eylül 1980 günü sizlere hitap ettiğimden bu yana iki yılı geride bırakmış, üçüncü yıla girmiş bulunuyoruz. Bu süre içinde çeşitli yer ve zamanlarda açıkladığım “Demokratik parlamenter düzene geçiş” takvimindeki aşamaları, tespit ettiğimiz tarihlerden de önce gerçekleştirdiğimizi gördünüz. Ne vaad etmiş isek hepsi teker teker yerine getirilmiştir. Şimdi de halkoyuna sunulacak yeni Anayasa ile aziz milletimizin huzurunda bulunuyoruz. Bu Anayasanın Türk milleti tarafından kabul ve tasvibini müteakip, yeni partiler kanunu hazırlanacak ve böylece memleketimizde tekrar siyasi partiler teşekkül etmiş olacaktır. Hemen arkasından çıkarılacak yeni seçim kanunu ile de 1983 yılının sonbaharında veya 1984 ilkbaharında genel seçimlere gidilerek, Türkiye Büyük Millet Meclisi teşekkül edecek ve bu suretle milletimizin hayatında, yeni bir demokrasi dönemi başlayacaktır.

İki yıl önce 12 Eylül 1980 günü sizlere bu mikrofon ve ekrandan söylediklerim, hiç şüphesiz, hafızalarda tazeliğini korumaktadır. Gerek o konuşmamda, gerek ondan sonraki basın toplantısı ve yurt gezilerimdeki konuşmalarımda, millet ve memleketimiz için ne kadar korkunç bir gelecek hazırlandığını, iktidar boşluğu yaratılarak Türk Devletinin ne kadar vahim bir hayati tehlike ile karşı karşıya bırakıldığını izah etmiştim. Vatansever her Türk, göz göre göre içine düşülmüş bulunan o kan ve ateş deryasından yegane çıkış ve kurtuluş ümidini, Türk Silahlı Kuvvetlerinin harekete geçmesinde aramıştı.

12 Eylül öncesinde, zamanın iktidarlarını bu konuda uyardık ve korkunç gidişi her vesile ile tekrarladık. Uyarılarımız, zamanın Cumhurbaşkanına 27 Aralık 1979’da benim ve Kuvvet Komutanı arkadaşlarımla, Jandarma Genel Komutanının imzasını taşıyan bir muhtıranın verilmesi ile doruğuna ulaştı. Fakat bu uyarının bile Devlet ve memleketin kaderini elinde tutanlar üzerinde en küçük bir etkisi görülmedi. Bilakis memlekette anarşi ve terör gittikçe yaygınlaştı ve yoğunlaştı. Nihayet bu tehlikeli ve korkunç durum o noktaya geldi ki; vatandaşlarımız, bizim, yani Silahlı Kuvvetlerin duruma müdahalede geç kaldığını bile açık açık yazıp söylemeğe başladılar.

Hepinizin çok iyi bildiği gibi her gün ortalama yirmi vatandaşımız anarşik olay ve terör hareketleri yüzünden hayatını kaybediyordu. Verdiğimiz kurbanların sayısı çoktan beş bini aşmış, yaralanan ve sakat kalanlar ise onbeş bine ulaşmıştı. Hayat felce uğramış, vatandaşın can ve mal güvenliği tamamen ortadan kalkmıştı. Başta Parlamento olmak üzere Devlet organları çalışamaz bir hale gelmişti. Devlet altı aydır Cumhurbaşkansız kalmış, ne zaman seçileceği de belirsiz idi. Siyası partiler ise hala kısır bir çekişme içerisinde, sen-ben kavgası ile çok kıymetli ve sayılı günleri heba etmekte idi. ideolojik sebeplerle, vatan topraklarını parçalamak ve Türk Milletini mezhep ve türlü kışkırtmalarla birbirine kırdırmak hesaplarıyla, Devletimiz Cumhuriyet tarihinin en büyük ve en hain suikastına uğramak üzereydi.

12 Eylül Hareketinin hangi sebepler ve ne gibi şartlar içerisinde bir mecburiyet halini aldığı bir an bile unutulmamalıdır. Zira geçmiş unutulursa, bugünü yeterince anlamak mümkün olamaz. Geçmişten, tarihten ibret alınmazsa, geçmişin derslerinden yararlanılamazsa, geleceği düzenlemek imkanı da bulunamaz. Tarih iyi bilinmeli ve ondan ibret alınmalıdır. Tarihten ibret alınmazsa, o tarih elbette tekerrür eder. Geçmişin tekrarlanmamasını, tarihin tekerrür etmemesini isteyenler, geçmişten, tarihten ders ve ibret almağa mecburdurlar. Aksi halde tarihin ve onun tekerrürünün elinden kurtuluş yoktur.

Fakat, maalesef öyle gözüküyor ki, içimizden bazıları, 12 Eylül öncesinin felaketlerini unutmuş görünüyorlar.

Evet sevgili vatandaşlarım, bazıları, bugünün sulh ve sükun, nizam ve asayiş ortamı içinde, huzura kavuştuklarından beri, 12 Eylül öncesini unutmuş gibidirler. Bunların bir kısmı, herhalde hafızalarının zayıf olması yahut 12 Eylül öncesinde bizzat bir felakete uğramamış bulunmaları sebebiyle “Geçmişi” unutmuşlardır. Gene bunların bir kısmı, memleket tekrar bir kan ve ateş deryasına düşse bile Türk Silahlı Kuvvetlerinin nasıl olsa, memleketi bir kere daha o felaketten kurtaracağına güvenerek, Devlet ve toplum hayatında tarihin tekerrür etmesini önlemek için almağa çalıştığımız tedbirleri, kendi kişisel yahut zümre çıkarları doğrultusuna yöneltmeğe uğraşmaktadırlar. Bazıları da, Türk vatandaşlarına, 12 Eylül öncesinde yaşadığı cehennem hayatını ve çektiği elem ve kederleri, içine düştüğü çırpınış ve ümitsizliği unutturmak suretiyle, Devletin, millet ve memleketin geleceği için almağa çalıştığımız ve tarihin tekerrürünü önleyecek tedbirleri, vatandaşlarımızın gözünden düşürmeğe çalışmaktadırlar ki, Türkiye’yi yeniden aynı noktaya getirsinler.

Fakat siz, aziz vatandaşlarım, sizler!.. O geçmiş, kanlı, ateşli, ölümlü, ıstıraplı, üzüntü ve ümitsizliklerle dolu, can korkusu altında ve “Memleket elden gidiyor” çırpınışlarıyla, eviniz, evlatlarınız, kendiniz ve vatanınız için endişe ve korkular içinde yaşadığınız o kara günleri eğer bir daha yaşamak istemiyorsanız, geçmiş zamanın sebeplerini unutmamalısınız.

O kara günleri, o kan ve ateş içindeki günleri unutmayınız ki, o günler bir daha yaşanmasın. O ümitsizliklerle dolu felaketli günleri, o her gün bombaların, silahların patladığı, kahvelerin, lokantaların, bankaların, sokakların, evlerin makineli tüfeklerle tarandığı, o her gün ortalama 20 anarşi kurbanının cenazesinin kaldırıldığı günleri unutmayınız ki, o günlere karşı tedbir bulunabilsin ve o günler bir daha geri gelmesin.

Aziz Vatandaşlarım,

Kanunen, Türk Silahlı Kuvvetlerinin birinci vazifesi, Türk Yurdunu ve Anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyetini kollamak ve korumaktır. Ancak son 12 Eylül Harekatı da dahil olmak üzere, Silahlı Kuvvetlerimizin görevi sadece kardeş kavgalarını önlemek veya ülkenin ve milletin bütünlüğüne yahut düpedüz Devletin varlığına yönelen hayati tehlikeyi ortadan kaldırmakla sona ermemiştir. Devlete yeni bir Anayasa vermek, veya mevcut Anayasada esaslı bir takım değişikliklerin yapılmasını istemek mecburiyeti, geçmişte de doğmuştur. Nitekim şimdi de, 1961’de meydana getirilen Anayasanın 1971 sonlarında Silahlı Kuvvetlerin de temennileriyle gerçekleştirilen fakat bir takım oyunlarla tam olarak yapılamayan değişikliklere rağmen bir türlü başarılı olamadığı görülmüş ve 1961 Anayasasının ortadan kaldırılmasına ve yeni bir Anayasanın meydana getirilmesine kesin ihtiyaç hissedilmiştir.

Aslında, bir Anayasanın yaşama gücünü, herşeyden önce onu yorumlayacak ve uygulayacak olanların tutum ve anlayışlarında bulacağı doğrudur. Hatta yeryüzünde demokrasinin beşiği sayılan fakat yazılı Anayasası bile bulunmayan büyük bir ülke bile vardır. Ve o ülkede, yazılı olmayan o Anayasanın hukuk kitaplarında derlenmiş bulunan esaslarını, hiç kimse anlamından ve amacından saptırmağa yeltenmediği halde, pek ayrıntılı olarak ve son derece dikkatle kaleme alınmış yazılı Anayasaların sık sık amaçlarından saptırıldığı ve kurallarının çiğnendiği yahut hükümlerinin kötüye kullanılmış olduğu ülkeler de vardır ve hatta daha da çoktur. Bununla beraber, geçirdiği siyasi hayatın ve tecrübelerin bizimki gibi, yazılı bir Anayasaya mutlak surette ihtiyaç hissettirdiği bir ülkede, “Her iş insanın kendisinden başlar ve gene kendisinde biter” diyerek, Anayasa meselesini bir tarafa bırakmak imkanı yoktur. özellikle, hür demokratik rejimi, başka bazı ülkelere göre yeni kurmuş sayılan ülkemizde, yaşanan tecrübelerden ders almamak ve Anayasaların nerelerden ve hangi noktalardan açık vermekte ve aksamakta olduğunu tespit ettikten sonra, daha iyi, daha mükemmel ve milli bünyeye daha uygun bir Anayasa arayışının peşini bırakmak, şüphesiz mümkün değildir.

Geçirilen acı tecrübelerin ışığında Anayasadaki nelerin hangi aksaklıktan ve milli bünyeye hangi noktada uyumsuzluktan ileri geldiği, şüphesiz aranarak tespit edilmelidir. Cumhuriyetimizin bizzat Atatürk tarafından konulmuş temel özellikleri, en önde gelen nitelikleri, Anayasada açıkça ve bilerek veya bilinmeyerek meydana gelecek her türlü yanlış anlamaya mani olacak surette ifade edilmelidir. Milletimiz, Cumhuriyet ile birlikte siyasi ve hukuki hayat tarzı olarak “Hür demokratik rejimi” seçmiştir. Bu rejimin Anayasadaki ifadesi tam mıdır? Esasları açık seçik biçimde konulmuş mudur? Hür demokratik rejim için gerekli devlet düzeni, Anayasada icabettiği şekilde tespit edilmiş midir? Hür demokratik rejim için varlıkları şart olan Devlet organları, sağlam ve dayanıklı bir biçimde kurulmuş ve bunların bir taraftan kendi görev ve yetkileri, diğer taraftan birbirleriyle ilişkileri olumlu ve verimli bir Devlet faaliyetine uygun surette düzenlenmiş midir? Fertlerin doğuştan sahip bulundukları bir takım temel hak ve hürriyetler ile, Devletin idaresine katılma yolundaki siyasi hakları ve gerçekleştirilmesini azami imkanlar dahilinde Devletten bekleyecekleri sosyal haklar ve münasebetler, uygun bir biçimde tanzim edilmiş midir?

Hiç şüphesiz bir Anayasada göz önünde tutulması gereken ilk hedefler, ülkenin ve milletin bölünmez bütünlüğü, Devletin güçlü varlığı ve fertlerin mutluluğudur. Bizim nazarımızda bir Anayasa ülkenin ve milletin bütünlüğünü, Devletin varlığını ve gücünü, vatandaşların azami mutluluğunu gerçekleştirmeğe elverdiği ölçüde başarılıdır. Fakat bu böyle olmayıp da, Anayasa, ancak bir kısım vatandaşların işine geliyorsa, bazı hürriyetler, vatandaşların ancak bir kesimi için gerçekleşip diğer kesimler bundan yeterince yararlanamıyorsa, türlü açık kapılardan geçilerek Anayasanın öngördüğü ilkeler zümreler lehine çiğneniyor veya ihmal edilebiliyorsa, Anayasanın Devlet için tespit ettiği nitelikler mahiyet ve maksatlarından saptırılabiliyorsa, Anayasanın kurduğu Devlet organları birbiriyle çekişiyor ve bunların görevleri birbirine karışarak memleket ve vatandaş bunun ıstırabını yaşıyorsa, o Anayasaya iyi bir Anayasa demek mümkün değildir.

Yönetenlerden ve yönetilenlerden milletçe beklediklerimizin yerine getirilebilmesi için, evvela Anayasamızı bünyemize uydurmalı ve onun kötüye yorumlanıp kötü uygulanmasını önleyecek bütün tedbirleri almalıyız.

Üzülerek söylemek mecburiyetindeyiz ki, 12 Eylül öncesinde, memleketimizin kaderini nöbetleşe eline alan veya bu kaderin tayinine katılan siyasi partilerimiz, zamanın Anayasasındaki bazı aksaklıkları gördükleri halde, elbirliği ederek bunları giderememişlerdir. Anayasayı memleketin gerçek ihtiyaçlarına uygun, hürriyetleri kötüye kullandırıcı değil bilakis herkesi aynı hürriyetlerden eşitlikle yararlandırıcı; Devleti güçsüz bırakıcı değil, halkın mutluluğu namına bilakis güçlendirici çareler üzerinde görüş birliğine varamamışlardır. Daha açıkçası, 1961 Anayasasının aksaklıklarını ve boşluklarını, bu Anayasanın, amaçlarından saptırılarak kötüye yorumlanan ve uygulanan birçok esaslarını, birbirlerine karşı “Muhalefet konuları” olarak istismar etmeyi tercih etmişlerdir. 1961 Anayasası 12 Mart döneminde Silahlı Kuvvetlerin temennileri doğrultusunda hemen hemen üçte bir ölçüde değişikliğe uğramış iken, siyasi partilerin, bu dönem dışında ve kendi aralarında mutabık kalarak yaptıkları Anayasa değişiklikleri ancak 5 maddeye inhisar edebilmiş, bunların ikisi siyasi af, biri orman suçlarının affı ve gene, ikisi de, seçim ertelenmesi gibi usul ve şekil değişikliklerinden öteye geçememiştir.

Siyasi partiler, artık açıkça zaruret ve mecburiyet haline gelen asgari bir Anayasa değişikliği üzerinde dahi hiçbir zaman kendi aralarında anlaşamamışlardır. Hatta 12 Mart döneminde gerçekleştirilmesi mümkün olabilmiş Anayasa değişiklikleri bile neticede verimsiz ve işlemez bir hale getirilmiş, bu değişikliklerin hiçbirinden, Devlet ve memleket namına olumlu hiçbir sonuç alınabilmesine imkan bırakılmamıştır.

İşte bu sebepledir ki, 12 Eylül Harekatını gerçekleştiren Türk Silahlı Kuvvetleri, memleketi 12 Eylül öncesi ortamına sürükleyen sebepler arasında görmekte bulunduğu Anayasa meselesini, kökünden ele almak mecburiyetinin idrakı içinde işbaşına gelmiştir. Zira bilinmelidir ki, Silahlı Kuvvetlerimizin asli görevi olan “Türkiye Cumhuriyetini Kollamak ve Korumak” ancak felaketlerden sonra, yani sadece iş işten geçtikten sonra ifa olunacak bir zabıta görevi telakki edilemez.

Türkiye Cumhuriyeti, bugünkü Türk Devleti demektir. Bu Devlet, ülke ve milletiyle, Anayasası ve rejimiyle, 12 Eylül Harekatının vuku tarihinde, son 30 yıl içinde üç defa hayati tehlike karşısında kalmış ve hele üçüncü ve son tehlike hepsinden de vahim olmuştur. Bu durumda Silahlı Kuvvetlerimizin görevi, memleketin üzerine çökmekte olan felaketi bertaraf ettikten sonra, artık dördüncü bir müdahaleye ihtiyaç ve mecburiyet bırakmayacak bütün tedbirleri de alıp tamamlamaktır. işte bu yönde, tedbirlerin en önemli olanlarını, şimdi bir Anayasa metni halinde aziz milletimizin tasvibine sunmaktayız.

Gereken tedbirleri vaktiyle kendileri alabilmek gücünde olmayanlar, şimdi kalkıp da, “Tedbir bizim işimizdir. Silahlı Kuvvetler gelir, memleketi içine düşürdüğümüz durumdan kurtarır ve çekilip kışlasına döner. Memleket tekrar tutuşurmuş, tutuşmazmış, o bizim bileceğimiz iştir. Anayasa hazırlamak, Devletin ve milletin geleceğini düşünmek yalnız bize düşer, başkasını ilgilendirmez” diyemezler.

Böyle bir fikri, bu yolda bir iddiayı mantık ve izan sahibi hiç kimse kabul edemez.

Türk Silahlı Kuvvetlerinin asli görevi, Türkiye Cumhuriyetini kollamak ve korumak olunca da, Türk milletinin bağrından çıkan ve onun ayrılmaz bir parçası olan Türk Silahlı Kuvvetlerinin 30 yılda üç defa müdahale mecburiyetini müteakip, memleketin geleceği meselesini de düşünmesi ve bu meseleyi bütün vatanseverliği ve ciddiyet, dikkat ve özeniyle ele alması bir zarurettir.

Hiç şüphe yoktur ki, şimdiye kadar ispatlandığı ve bu sefer de, aziz vatandaşlarımızın gözleri önünde ispatlanmakta olduğu gibi esas en çoğu ile kışlasında olan Silahlı Kuvvetlerimiz tümü ile kışlalarına döneceklerdir. Fakat, ülkenin, Devletin, rejimin, vatan ve millet bütünlüğünün bundan sonra artık bir “Dördüncü müdahaleye” asla ihtiyaç ve mecburiyet göstermeyeceğini sağlama bağladıktan sonra dönecektir.

Türkiye Cumhuriyetini, gerçekçi bir anlayışla kollamak ve korumak gibi kutsal bir görevin de ancak bu suretle yerine getirilmiş sayılacağı hususunda aziz milletimizin, bizim düşünce ve kararımızı paylaşacağından ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin asli görevinin manasını bu suretle yorumlayacağından ve tasvip edeceğinden emin bulunuyoruz.

Danışma Meclisi ile birlikte hazırlayıp aziz milletimizin kabul ve tasvibine sunduğumuz yeni Anayasamızı eline alacak olan her Türk vatandaşının, bu Anayasaya evet demek için kendi kendisine şu soruları soracağını biliyorum:

Devletimiz bu Anayasa ile güçleniyor mu? Bu Anayasa Devlete kuvvet, memlekete huzur ve sükun getirecek mi? Evlatlarımız okullarına can korkusu olmaksızın gidip gelebilecekler mi? Evlatlarımız okullarında huzur ve sükun içinde eğitim – öğretim görebilecekler, derslerine çalışabilecekler mi? Bizler bürolarımızda, dükkanlarımızda, tezgahlarımızda, işyerlerimizde,  Devletin, kanunların, nizamların himayesinde, ekmek paramızı kazanabilmek için rahat ve huzur içinde çalışabilecek miyiz? Evlerimizden işyerlerimize gelip giderken bizi gene kurşunlayanlar, yaylım ateşine tutanlar çıkacak mı, çıkamayacak mı? Akşamları evlerimizin penceresinde bir kurşuna hedef olmadan korkusuz oturabilecek miyiz? Geceleri yatağımızda anarşistler kapımızı kırmadan, evimizi basmadan, bombalamadan uyku uyuyabilecek miyiz? ülke ekonomisinde büyük yeri olan fabrikalarımız, işletmelerimiz işgal ve tahrip korkusu olmadan verimli çalışabilecekler mi?

Vatandaşlarımız soracaklardır : Aramızda mezhep kışkırtıcılığı olmadan, ayni ve tek olan Allah’a inanmış Müslümanlar olarak, mezheplerimiz her ne olursa olsun, tam bir İslam kardeşliği içinde yaşayabilecek miyiz? Dinimiz, diyanetimiz, ibadet ve ayinlerimizi yerine getirebilecek miyiz? Yoksa bizi hala mezhep ayrılığıyla kınayanlar, birbirimize düşürüp kırdıranlar, bu türlü melanetler için gene zemin ve fırsat bulabilecekler mi?

Vatandaşlarımız yine soracaklardır : Binlerce yıllık milletimizin bütünlüğü korunacak mı? Yoksa milletimiz sınıf, zümre gibi ayrımlarla böldürüp birbirine düşman edilebilecek mi? Bin yıllık vatanımızın bütünlüğü korunacak mı? Yoksa bize hayat ve ekmek veren yurdumuzu bölüp parçalayarak yeni Devletler, beylikler, “Kurtarılmış bölgeler” kurmağa kalkanlar çıkacak mı? Vatanımızı düşmanlarımıza peşkeş çekmek için bölüp, parçalayıp bizi evsiz, topraksız, yurtsuz bırakmak için köylerimizi basanlar, kasabalarımızı yakanlar, şehirlerde mahalle ve sokaklarımızı bombalayanlar, evlerimizi kurşunlayanlar çıkacak mı? Devlet gücünün bile girmeğe cesaret edemediği kurtarılmış sokaklar, kurtarılmış mahalleler, kurtarılmış şehirler yine olacak mı? Her Allahın günü fidan gibi delikanlılarımız, evlatlarımız, kardeş kavgaları içinde, ellerine verilmiş türlü silahlarla birbirlerini vuracak, kan revan içinde birbirlerinin canına kastedecekler mi? İleride yine bir zaman gelecek, her gün 20 – 30 anarşi ve terör kurbanı delikanlılarımızın cenaze namazını kılacak mıyız?

Ve nihayet vatandaşlarımız soracaklardır : Düzen ve huzuru iç ve – dış düşmanlarımızla bozulmuş bir toplumda ekonomik düzenin de temelinden sarsılıp, yokluğun, aşırı pahalılığın ve enflasyon canavarının yeniden canlandığını görecek miyiz? 
Vatandaşlarımızın en başta soracakları elbette bunlar olacaktır… Şu Anayasa metnini eline aldığı ve sandık başında ona oy vermeğe gittiği gün, her bir vatandaşımızın, yerden göğe haklı olarak, kendi kendisine ve gıyabımızda da bize soracağı ilk sualler şüphesiz ki, bunlar olacaktır ve olmalıdır da…

Ben bu suallere, güvençle, inançla şöyle cevap veriyorum:

Aziz vatandaşlarım; sizler titiz ve dikkatli olur ve bu Anayasayı korursanız, Anayasanın çıkarılmasını emrettiği kanunların çıkarılıp çıkarılmadığını takip ederseniz, bu Anayasa ile kurulacak Devlet ve Hükümetlerinize vatan ve millet sevgisiyle destek olursanız, bir daha 12 Eylül öncesindeki o felaketli günleri yaşamayacaksınız.

Bu Anayasa pek çok haksız, yersiz ve insafsız tenkitlere hedef olmakta, beri taraftan da vatandaşın zihnini çelmek için bazı çevrelerce elden gelen bütün gayret gösterilmektedir. Kendi mesleğinizle ilgili bir iki yerini beğenmemiş olabilirsiniz. Ancak onun niye öyle yapıldığını iyi değerlendirirseniz doğruyu bulursunuz. 177 maddesi bulunan bir Anayasada birkaç maddeyi beğenmeyip, Anayasanın tümüne hayır demenin doğru bir hareket tarzı olmadığını takdir edersiniz.

Ben, sizlerin vatan ve millet sevginize güvenerek, Devlete bağlılığınıza, Cumhuriyete sadakatinize güvenerek, bu Anayasaya kefalet ediyorum, kefil oluyorum. Kışkırtmalara, zihin bozucu, fikir çelici maksatlı ve yanlış telkinIere kulaklarınızı tıkayınız.

Bu Anayasaya karşı, daha onun esasları ve hükümleri açıklanmadan önce dahi bir karşı propaganda kampanyası açıldığı gibi, şahit olduğunuz üzere, 17 Temmuz günü, Anayasa ön – tasarısı metninin Danışma Meclisi Anayasa Komisyonunca açıklanmasını müteakip ve 3 – 4 saat bile geçmeden başlatılmış bir muhalefet kampanyası da görülmüştür. Ön- tasarıyı okumadan, anlamadan, hükümlerinin birbirleriyle bağlantısını ve sebeplerini bile kavramağa vakit bulamadan başlatılmış bir kampanya… Anayasa Komisyonu, Danışma Meclisini ve hatta bizi sindirmek ve yıldırmak üzere açılmış bir kampanya…

Bu muhalefet propagandasının sebeplerini çeşitli gruplara ve zümrelere göre şu suretle tasnif edebiliriz:

Bazıları, bu Anayasayı halkın gözünde küçük düşürmek ve neticede halk oylamasında reddettirmek suretiyle, 12 Eylül Hareketinin meşruiyetini de reddettirmek ve Türk Silahlı Kuvvetlerini sanki bozguna uğratarak akıllarınca memleketi sahipsiz bıraktırmaya çalışmaktadırlar. Eğer muvaffak olurlarsa, sahipsiz kalacak zannettikleri bu memleketi akıllarınca bölüp parçalayacaklar, vatanımızı kimbilir kaç kısma ayırarak, milletimizi parçalayıp, onun bağımsızlığını ve hürriyetini elinden alarak, bu ebedi Türk yurdunda, esir ve kukla bir takım devletçikler kurarak Türkiye Cumhuriyetini haritadan sileceklerdir.

Karşı propagandalarla besledikleri ve bekledikleri “Tatlı hayalleri” budur. Türk milleti bölünüp esir edilecek, Türk vatanı parçalanıp bir takım kukla Hükümetler kurulacak, Atatürk’ün Türkiye Cumhuriyeti yeryüzünden kaldırılacaktır.

Bunlara verilecek cevabı biz 12 Eylül’de ve ondan sonrasında vermiştik. Şimdi bir kere daha tekrarlayalım: Anayasanın reddi şöyle dursun, bu aziz topraklar üzerinde, bir tek vatansever Türk evladı kaldığı müddetçe dahi, bu “Türklük düşmanları” ve bu beyinleri yıkanmış ve “Satılmış” hain ve soysuzlar, Türk vatanının bir karış toprağına dahi ellerini süremeyeceklerdir. Bunu, iyice zihinlerine yerleştirmeli ve hain emellerini terketmelidirler.

Anayasayı reddettirmek için, diğer bir anti – propaganda kampanyasını başlattıranlar da, kendi çevrelerinin ve zümrelerinin menfaatlerinin bu Anayasadaki hükümlerle zedeleneceğini, bütün vatandaşların üzerindeki “Dokunulmaz ve imtiyazlı durumlarına” halel geleceğini, milletin ve Devletin sırtından sağladıkları çıkarlarının bozulacağını, belki de çalıp çırptıkları milyarlık vurgunların kendilerinden hesabının sorulacağını, canlarına ot tıkanarak işlerinin yokuşa sürüleceğini düşünenlerdir. Bu gibilerinin vatanın bütünlüğü, Türk milletinin bölünmezliği, Türk evlatlarının istikbali, gelecekteki refah ve saadetleriyle bir ilişkileri yoktur. Bunlar şimdiye kadar vurdukları vurgunları, yaptıkları soygunları, aynen devam ettirmeyi becerip beceremeyeceklerinin telaşı içine düşmüşlerdir. Bunlar pek iyi bilmektedirler ki, güçlü iktidarlar devri açılır ve tarafsız ve güçlü bir Cumhurbaşkanının yönetimi başlarsa, eski soygunculuklar, eski vurgunculuklar eskiden olduğu şekliyle devam edemeyecektir. Bunlar için en karlı ortam, milletin birbirini kırdığı, aciz Hükümetlerin “Sözde iktidar” mevkilerinde ne yapacaklarını şaşırmış bir halde, olaylara seyirci kaldığı, anarşinin, terörün, kargaşanın kol gezdiği ve kendilerinin anarşistleri, anarşi örgütlerini “Maaşa bağlayabildikleri” dönemlerdir. İşte bunlar da, bu sebeple Anayasaya ve bize karşı cephe almış ve bütün güçleriyle bir muhalefet kampanyası açmışlardır. Bunlar zannetmektedirler ki, şayet Anayasa reddedilecek olursa, o eski aciz şaşkın ve zayıf Hükümetler devri geri gelecek ve kendileri de o hükümetler üzerindeki ipoteklerini sürdürerek hıyanetlerine, soygunlarına, vurgunlarına devam edebileceklerdir.

Hayır… Katiyyen hayır… Bunlara da, alıştıkları o hıyanet, soygun ve vurgun hayatını bir an önce unutmalarını tavsiye ederim.

Bir üçüncü zümre, şimdi milletimizin onayına sunmakta olduğumuz bu Anayasanın onda birini dahi hayalinden geçiremeyen, böyle bir Anayasayı rüyasında dahi görse inanmayacak olan bir siyasetçiler zümresidir. Bunların bir süreden beri başlattıkları ve el altından gizlice, sinsice yürütmeğe çalıştıkları muhalefet kampanyasının asıl hedefi, bu Anayasa değildir, bu Anayasayı ortaya koymuş olan Türk Silahlı Kuvvetleri’dir. Bunlar, aslında bu Anayasanın reddini istemiyorlar, istedikleri şey bu Anayasanın kabulü, fakat bizim reddedilmemizdir. Biz reddedilirsek, kendileri gelecek ve hayallerinden bile geçiremedikleri mükemmellikte bir Anayasanın, yürütme kuvvetine tanıdığı yeni yetkilerle akılları sıra memleketi kıskıvrak avuçlarına alacaklar ve istedikleri gibi yöneteceklerdir.

Aziz Vatandaşlarım,

Türk Silahlı Kuvvetleri, 12 Eylül 1980’de, otuz yıllık bir dönem içinde, üçüncü defa iktidara müdahale etmek mecburiyetinde kalmıştır. Her seferinde de Silahlı Kuvvetler kışlasına dönmüştür ve bu sefer de dönmek üzeredir. Fakat, rejimi, demokrasiyi, Devleti her on senede bir rayından çıkaran ve hele bu sefer, Devletimizi, Cumhuriyet tarihinde eşi görülmemiş bir yok olma tehlikesi ile karşı karşıya bırakmış bulunanlar, Türk milletinden af dileyecekleri yerde, şimdi karşımıza çıkıp da “Geldiniz, anarşiyi yok ettiniz, terörün belini kırdınız, bölücülüğü ortadan kaldırdınız. Fakat artık işiniz bitmiştir. Siz çekilip, kışlanıza gidiniz, bizim Devletimizi bize bırakınız” derlerse, biz bunu böyle bir mantık sebebiyle kabul edemeyiz. Bu Devlet ve bu memleket, sahipsiz değildir. Bu Devlet de, bu memleket de, ezeli ve ebedi Türk milletinindir ve Türk Silahlı Kuvvetleri de, sadece, ayrılmaz bir parçası olduğu Türk milletinin iradesinde ve emrindedir.

Biz, aziz milletimizden aldığımız güven ve inançla, bu Devlet için yeni bir Anayasa hazırlamış ve onu milletimizin onayına sunmuş bulunuyoruz. Ancak, bir hususun çok iyi bilinmesinde yarar vardır:

Biz, Devletin, memleketin ve bu Anayasanın kaderini, Türk milletinin hayatını ve istikbalini, bir takım kötü niyetli kişilerin ve memleket düşmanlarının keyiflerine ve başıboşluğuna terkedecek değiliz. Çünkü onların arzu ettiği ve özlemini duydukları Anayasayı yapmamız mümkün değildir. Esasen nasıl bir Anayasa yapılırsa yapılsın mutlaka eleştirenler bulunacaktır. Hatta bu Anayasayı eleştirenlerin dahi birbirleriyle uyuşamadıkları bir gerçektir.

Bu itibarla hazırlanan Anayasanın, halkoyu sonucunda bir miktar (Red) oyu olması bizim için sürpriz değildir. Önemli olan Türk milletinin büyük çoğunluğunun bu Anayasaya (Evet) demesidir. 12 Eylül öncesinin olayları yeniden yaşanmak istenmiyorsa, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmesi arzu edilmiyorsa, her vatandaşın güven ve huzur dolu günler yaşaması bekleniyorsa ve netice olarak Devletçe güçlü, milletçe mutlu olmak ve rejimce demokratik hakları fert, millet ve Devlet kavramları ile bağdaşır bir biçimde ve ölçüde kullanmak isteniliyorsa, yarınlara umutla bakmak ve emin olmak ihtiyacı duyuluyorsa Anayasa’ya (Evet) denilmelidir.

Aziz Vatandaşlarım,

Yarından itibaren çıkacağım yurt gezisinde, her gün aynı saatlerde Televizyon ve Radyolardan sizlere seslenerek oyunuza sunacağımız yeni Anayasamızın çeşitli yönlerini sizlere tanıtacağım.

Hepinize huzur ve güvenlik içinde mutlu yarınlar diler, sevgi ve saygılar sunarım. 

İçeriğimize yorumda bulunmak ister misiniz?

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

İlginizi Çekebilir

Siteden...

İlgili İçerikler