Perşembe, Mayıs 9, 2024
Ana SayfaÖzel Dosyalar12 Eylül BelgeleriKenan Evren'in 1980 Anayasası'nı Tanıtma Konuşmaları - 2

Kenan Evren’in 1980 Anayasası’nı Tanıtma Konuşmaları – 2

- Advertisement -

Eskişehir konuşması (4.11.1982)

Devlet Başkanı Orgeneral Kenan Evren, “1982 Anayasası’nı Devlet Adına Tanıtma Programı” ile ilgili yurt gezisi çerçevesindeki son konuşmasını 4 Kasım 1982’de Eskişehir’de yaptı. 
 
Devlet Başkanı Orgeneral Evren’in Eskişehir konuşmasından…


 “Ailenin, milletimizin temeli olduğu hakikati, bizi, milletimizi, millet varlığımızı korumak için onun temelini teşkil eden Türk ailesini korumaya sevk eder. Madem ki, aile Türk Milletinin temelidir, o halde, Türk Milletini korumak ve ebediyete kadar sürdürmek, Türk ailesini korumakla, yani milletin temelini teşkil eden bu “ilk birliği” korumakla mümkün olur.”

 “Bu ilk birlik, Türk Milletinin temelini teşkil eden ilk birim ne kadar kuvvetli olursa, Milletin temeli de o kadar kuvvetli olur. Temelleri kuvvetli, yani aile varlığı sağlam olan milletler de o nispette kuvvetlidirler.”

 “Milletimizi yıkmak isteyenler işe temelden başlamak gerektiğini görerek, evvela Türk aile tipini yıkmaya yönelmişlerdir. Yetişmekte olan gençlerimizi, ailelerinin ellerinden almaya, onları çalmaya yönelmişlerdir.”

 “Türk ailesini her yönü ile ve yeni yetişen nesillerin fikri ve manevi eğitimleri itibariyle koruyamaz ve gençlerimizi Devlet ve millet düşmanlarının ellerinden kurtaramazsak, milletimizi huzur ve sükuna, milletimizi refah ve mutluluğa kavuşturamayız.”

 “Türk evlatlarını yabancı odaklara, sapık ideolojilere, vatan ve millet düşmanlarına çaldırtmayacağız. Türk Gençliğine el atan bütün hainlerin ellerini tutacak ve kıracağız.”

 “Bir vatandaş bana telgraf çekmiş, ‘Sayın Devlet Başkanım, Kendini çok yoruyorsun, kendini üzme, bu memleket, bu millet, eğer pazar günü vereceği oylarda yüzde 100 çıkmaz da yüzde 99 çıkarsa, o yüzde bir’ diyor, ‘Yanlışlıktan’ olmuştur. ‘Kendini yorma’ diyor.”

 “Biliyoruz ki, bizim karşımızda olan gruplar da var. Menfaatleri haleldar olmuş, hapsedilmiş, bu memleketi bölmeye çalışmış, başka ideolojilerin gelmesi için çaba sarf etmiş bir sürü insan var. Elbette biz bunlardan olumlu oy beklemiyoruz. Fakat, Türk Milletinin sağduyusuna güveniyoruz. “

 “Eğer, böyle bir çoğunlukla Anayasa kabul edilirse, hem yurt içindeki bu menfi tutum içerisinde olanların ağızları kapanacak, dilleri tutulacak, hem de Avrupalı dostlarımızdan bazılarının sesleri kesilecektir.” 
 

Devlet Başkanı Orgeneral Kenan Evren’in, “1982 Anayasası’nı Devlet Adına Tanıtma Programı” çerçevesinde Eskişehir’de yaptığı konuşma şöyle: 

Sevgili Eskişehirli Hemşehrilerim,

Biliyorsunuz 1980 senesinin 19 Kasım günü yine sizlere kısa da olsa hitap etmiştim. O gün, iki üç yerde konuşma yaptıktan sonra buraya geldik ve hakikaten çok yorgunduk: Sizinle fazla konuşamamıştım ve çok üzülmüştüm. Ama bu sefer, bütün Türkiye’de geniş bir tur yaptıktan sonra, Anayasa konuşmamızın sonunu burada noktalayacağız.

Trabzon’da başladık, Eskişehir’de tamamlıyoruz. Ben şimdi sizlerden bir şey rica edeceğim. Şu pankart taşıyan arkadaşlara teşekkür ediyorum. Fakat o pankartların arkasında bulunanlar görmediği için pankartları indirelim. Hepsini okuduk, teşekkür ederiz. Ama arkadaki vatandaşlar göremiyor. Ben de onları göremiyorum.

Sevgili Eskişehirli kardeşlerim, 19 Kasım 1980’de yorgun olduğumu söylemiştim. Ama bugün o yorgunluk üzerimde yok. Çünkü sizlerden aldığımız güç bize güç katıyor ve biz yorgunluklarımızı unutuyoruz. Bir çokları bana soruyor, “Paşam o kadar yer dolaşıyorsunuz, yorulmuyor musunuz?” diye. Ciddi olarak söylüyorum ki, yorulmuyorum. Çünkü büyük bir görev yapıyorum. Bu görevi yapmanın huzuru içindeyim ve sizlerden gördüğümüz bu geniş ilgiden dolayı da bütün yorgunluklarımızı unutuyoruz.

Bu şehirlerde yaptığım konuşmaları burada noktalıyoruz ama, yarın biliyorsunuz son konuşmamı radyo ve televizyonda yapacağım ve bir gün sonra da Anayasa oylamasına bütün vatandaşlar gidecek. Burada da Anayasa üzerinde bir iki nokta üzerinde duracağım. Bunlardan birisi aile ve diğeri de özel mülkiyetin korunmasıdır. Şimdi sizlere bu konuda bilgiler takdim edeceğim sevgili vatandaşlarım.

Büyük Atatürk, millet dediğimiz varlığı şöyle tarif eder:

“Millet öyle bir topluluktur ki, bunu meydana getiren fertler zengin bir hatırat mirasına sahiptirler.Yani müşterek ve zengin bir geçmiş onların ortak malıdır, ortak hatıralarıdır. Böyle ortak hatıralar mirasına sahip olan bu insanlar, bu hatıraları korumakta azim ve irade sahibidirler ve ortaklaşa hayatı sürdürmek hususunda kesin kararlıdırlar.

Yine bu insanlar geçmişteki sevinç ve kederlerde nasıl ortak iseler, gelecekteki sevinç ve kederlerde de ortak olmayı, kalmayı kabul etmişlerdir. Bu insanların ortak ümitleri, ortak idealleri vardır”.

İşte böylece Atatürk’ün söylediği gibi, aynı dili konuşan, bu dille anlaşan, bu dil sayesinde ortaklaşa bir kültürü geliştiren ve hayatlarını bu “Ortak kültür” içerisinde birleştiren insanlar, toplumların en gelişmiş, en yüksek ve en kuvvetlisi olan milleti oluştururlar.

Gerçekten insanların şu veya bu şartların zorlamasıyla veya rastgele bir araya gelmiş bulunmaları ile bir millet teşekkül etmez. Millet, geçmiş hayatta ortaklık ister. Millet yaşanmakta bulunulan hayatta da ortaklık ister. Millet gelecek için fikir, ideal ve isteklerde de ortaklığı icap ettirir. Böylece de insan toplumlarının en güçlü, en kuvvetli, en mükemmel şekli olan millet teşekkül eder. Fakat unutmamak gerekir ki, bir millet doğrudan doğruya fertlere dayanmazdan önce, fertlerin meydana getirdikleri aileye dayanır.

Aile, insanların meydana getirdikleri ilk ve en esaslı toplum birimidir. Aile, insanın ilk sığınağıdır ve ilk “Dayanışma şeklidir”.

Millet kavramının henüz teşekkül etmediği çağlarda ve toplumlarda, insanlar aileden sonra, ailelerin birleşmesiyle oluşan kabile veya aşiret gibi üst toplumları oluşturuyorlardı. Millet kavramı henüz teşekkül etmediği için kabile ve aşiret gibi aile üstü toplumlar, kendi aralarında ancak siyasi bağlarla birleşerek ilkel tipte devletler kurabiliyorlardı. Fakat millet ve milliyet kavramları gelişince, ailelerle millet arasındaki topuluk çeşitleri eridi, ortadan kalktı. Ve fertler teşkil ettikleri ailelerle, doğrudan doğruya millet dediğimiz o üstün insan topluluğunun unsurlarını, parçalarını meydana getirdiler.

Onun için bugün Türk Milletinde fertler, bunların teşkil ettiği aileler ve sonra bizzat millet vardır.

İşte bu sosyolojik gerçek karşısındadır ki, yeni Anayasamızın 41’inci maddesi, “Aile Türk Milletinin temelidir” demektedir.

Ailenin, milletimizin temeli olduğu hakikati, bizi, milletimizi, millet varlığımızı korumak için onun temelini teşkil eden Türk ailesini korumaya sevk eder. Madem ki, aile Türk Milletinin temelidir, o halde, Türk Milletini korumak ve ebediyete kadar sürdürmek, Türk ailesini korumakla, yani milletin temelini teşkil eden bu “ilk birliği” korumakla mümkün olur.

Ailenin temeli ise evlenmekle, yani evlilik birliği ile atılır. Bu evlilik birliği içinde meydana gelecek yavrulara, yani milletimizin yeni fertleriyle aile tam şeklini ve kuvvetini kazanır. Ana – baba ve çocuklardan meydana gelen bu ilk birlik, Türk Milletinin temelini teşkil eden ilk birim ne kadar kuvvetli olursa, Milletin temeli de o kadar kuvvetli olur. Temelleri kuvvetli, yani aile varlığı sağlam olan milletler de o nispette kuvvetlidirler.

Kaldı ki, Türk toplumunda bilhassa köy hayatımızda ve kısmen de kasabalarımızda aile aynı zamanda bir üretim birimi de oluşturur. Köylerimizde ve bir dereceye kadar da kasabalarımızda, gerek tarımda, gerek hayvancılıkta, gerek el sanatlarında olsun ailece çalışılır. Ailenin bütün fertleri cinsiyetlerine, yaşlarına ve güçlerine göre, bu üretim faaliyetine katılırlar. Bu tipteki üretici aileler, şehirlerimizdeki diğer ailelerden daha kalabalıktırlar. Birlikte çalışmak ve birlikte üretici olmak, bu ailelerin fertleri arasındaki bağları daha da kuvvetlendirir. Çünkü hayatları, geçimleri, refahları daha ahenkli, daha sıkı şekilde, elbirliği etmelerine bağlıdır. Daha fazla dayanışma göstermelerine bağlıdır.

Türk ailesi, ister köy hayatında, ister şehir hayatında olsun, aslında kuvvetli bir ailedir. Çünkü sadece biyolojik ve hissi dayanışma içinde değildir. Sadece kanunların ve hukukun düzenlemesine de bağlı değildir. İslam dini, aile hayatını da tanzim eden kurallar getirmiştir. O halde aile fertleri bütün diğer bağlara ilaveten, dini emirler ve dini duygular sebebiyle de birbirlerine bağlılık gösterirler.

Aile bir milletin temelini teşkil ettiğine ve Türk ailesi de bu türlü bağlarla, fertlerinin birbiri ile kaynaştığı kuvvetli tip, kuvvetli bir milli temel teşkil ettiğine göre, milletimizi yıkmak isteyenler işe temelden başlamak gerektiğini görerek, evvela Türk aile tipini yıkmaya yönelmişlerdir. Yetişmekte olan gençlerimizi, ailelerinin ellerinden almaya, onları çalmaya yönelmişlerdir. Türlü sapık fikirler ve ideolojiler aşılanarak aile bağlarından, aile görenek, gelenek ve töresinden çalınan, adeta aile hayatını hissi bakımdan terk ederek, dışarıda millet ve devlet düşmanı örgütlerin eline düşürülen gençlerimiz, maalesef şimdi o alçak liderlerinin kendilerine işlettikleri suçların cezasını çekmekte, hesabını vermektedirler.

12 Eylül öncesinde memleketimizin içine düşürüldüğü durumu, gözler önüne getiriniz. Sevgili vatandaşlarım, bizzat bazı olayların şahidi olmamış bulunabilirsiniz. Fakat, onları da basından takip ettiğiniz ve öğrendiğiniz gibi, televizyon ekranlarında da korkunç faciayı kendi gözlerinizle gördünüz, seyrettiniz. Körpe dimağlar esir edilmiş, yeni yeni yetişmekte olan aile fertleri, temiz Türk evlatları, bazı okullarda ve ne yazık ki bizzat örgütçülük yapan bazı öğretmenlerin ve idarecilerin ellerinde, bir kısım yayınlar kendilerine verilerek, şurada – burada, irili-ufaklı gruplar halinde toplanıp, okulda ders görür gibi, derslere tabi tutulup eğitilerek, sonra yeraltı örgütlerinde görevlendirilip, ellerine silah tutuşturularak, kendi vatanlarını bölmeye, kendi devletlerini yıkmaya çalışanların hizmetinde hatta bazen bizzat kendi aile fertlerinin dahi üzerine sevk edilmişlerdir.

Bunlara para verilmiş, silah verilmiş, bir mağarada veya yeraltına kazdıkları ve üstünü örttükleri sığınaklarda yaşayabilmeleri için yiyecek, giyecek eşya ve malzeme tedarik olunmuş ve ailelerini terk edip, kırlara çıkan bu gençler, evlenmeyi reddeden, aile mefhumu tanımayan, yalnızca şehevi hislerini tatminini düşünen gözü kanlı birer eşkıya haline getirilmişlerdir. Bunlar, normal evlenmeyi de reddetmişler, kendilerine göre bir evlenme türü icat etmişlerdir. Ve ismine de “Devrim nikahı” demişlerdir. Kanuni evlenmeyi de kabul etmezler, evlenmeyi de reddederler. Bu hale getirilmişlerdir.

Bunlar memleketin bir tarafından öte tarafına gruplar halinde veya teker teker sevk edilmişler, hatta komşu bazı ülkelere kaçırılarak orada terörist ve anarşist olarak yetiştirilmek üzere, eğitime tabi tutulmuşlar ve kendi ailelerinin ve kendi milletlerinin üzerine saldırtılmışlardır.

O halde görüyorsunuz ki, Türk ailesini her yönü ile ve yeni yetişen nesillerin fikri ve manevi eğitimleri itibariyle koruyamaz ve gençlerimizi Devlet ve millet düşmanlarının ellerinden kurtaramazsak, milletimizi huzur ve sükuna, milletimizi refah ve mutluluğa kavuşturamayız.

Bu sebeple yeni Anayasamızın pek çok yerinde aile ve gençlerin korunması için tedbirler öngörmeye yöneldik.

Anayasadaki işimiz sadece ailenin korunmasına ilişkin bir tek hükümle bitmiyor. Anayasamızın çeşitli maddelerinde genel ahlakın korunması yolunda yer alan hükümlerin başlıca hedefi Türk ailesinin ana, baba ve evlatlar olarak sağlamlığını korumaya yöneliktir.

Bunun içindir ki, gençliğin korunması için Anayasaya özel hükümler koyduk.

Atatürk’ün Türk İstiklal ve Cumhuriyetini en kutsal görev olarak kendisine emanet etmiş bulunduğu Türk gençlerini ve gençlerimiz yoluyla Türk ailesini korumak için Devlet, elinden gelen her fedakarlığı gösterecek, hiçbir gayreti ve tedbiri esirgemeyecektir.

Çünkü, milletimizin geleceği, gençlerimizin yetişme tarzlarına bağlıdır. Gençlerimizi müspet ilim anlayışı içinde yetiştireceğiz. Atatürk ilkelerini bilir, tanır ve uygulamaya yetenekli bir biçimde yetiştireceğiz.

Gençlerimizi milli kültürümüz içinde yetiştireceğiz. Gençlerimize milli tarih şuurumuzu mutlaka vereceğiz ve onlara tarihi ile iftihar etme duygusunu aşılayacağız. Başkalarının tarihi ile değil, kendi tarihi ile övünmesini öğreteceğiz ve yine gençlerimizi Türk töresi içinde yetiştireceğiz. Türk geleneklerine göre yetiştireceğiz. Yani onları, yabancı kültürlere, yabancı törelere çaldırmayacağız.

Sevgili vatandaşlarım, Türk töresi ve gelenekleri içinde yetişecek gençlerimiz, Türk toplumunun uyumlu ve bu toplumun istikbal, refah ve saadetine doğru sürükleyici ve sevk edici birer unsuru olacaklardır ileride…

Milletinin bütün özelliklerini bilen, milli tarihini bilen, o tarihin acı ve tatlı bütün olaylarıyla şuuruna varan, böyle köklü, böylesine eski ve köklü bir tarihin evlatları olmanın şuur ve iftiharı içinde gençlerimiz, Türk İstiklal ve Cumhuriyetinin hakkıyla koruyucusu, savunucusu ve yücelticisi olacaklardır.

Yine, gençlerimizi istisnasız her türlü kötü alışkanlıktan kesinlikle koruyacağız. Alkolizmden, uyuşturucu ve keyif verici madde kullanmaktan, seks manyaklığından, kumardan, cehaletten, kültürsüzlükten, saygısızlık eğilimlerinden kurtaracağız. Her ne pahasına olursa olsun, gençlerimizi yurdumuzun çevresini saran ve içeriye nüfuz etmeye çalışan ve yavaş yavaş maalesef nüfuz etmekte olduğunu gördüğümüz bu afetlerin hepsinden, hepsinden mutlaka koruyacağız.

Türk gençleri boş zamanlarını beyhude geçirmeyeceklerdir. Boş zamanlarını beden ve fikir gücü ve sağlığı kazanacak şekilde geçireceklerdir. Onlara her yönde bilim, sanat ve beceri öğretmenin yollarını ve okullarını açacağız. Onlara her türlü fedakarlığı göstererek, eğitim ve öğretim hayatlarında her yönden koruyacağız.

Türk evlatlarını yabancı odaklara, sapık ideolojilere, vatan ve millet düşmanlarına çaldırtmayacağız. Onları biz yetiştireceğiz, biz koruyacağız. Onları, tertemiz ailelerine ve asil milletimize her bakımdan layık insanlar olarak bu topluma kazandıracağız. Bu kutsal gaye uğruna, Devlet olarak ailelerle, ana – babalarla sıkı işbirliğine gireceğiz. Türk Gençliğine el atan bütün hainlerin ellerini tutacak ve kıracağız. Bu hususların hiçbirinde ihmale müsamaha etmeyeceğiz.

Geçmiş yıllardaki ihmallerin acısını ne kadar ağır çekmekte olduğumuzu hepimiz biliyoruz. Yanlış yollara sapmış ama kurtarılması mümkün görülen gençlerimiz, evlatlarımız var. Onları kurtaracağız. Sayıları az da olsa, kurtarılmasına imkan kalmamış gençlerimiz var. Onlar için yalnız aileleri gözyaşı dökmüyor, Milletçe hepimiz gözyaşı döküyoruz. Fakat ne çare ki, hiçbirimizin elinden artık yapılabilecek bir şey gelmiyor. Milletimizin, memleketimizin, Devletimizin varlığı ve bütünlüğü her şeyden üstündür diyoruz.

Geçmiş yıllardaki aldırmazlıkların, hainlik derecesine varmış bazı yersiz ve gereksiz hoşgörülerin, ihanet noktasına kadar gelmiş ihmallerin ziyan ettirdiği gençlerimize şüphesiz acıyoruz. Fakat ne çare ki, bazı gençlerimizi artık kurtaramıyoruz. Onun içindir ki, bundan sonra milyonlarca Türk evlatlarının bir tekini bile çaldırtmamak, kaybetmemek, ziyan etmemek için imkanlarımız ve gücümüzün üstüne çıkan her şeyi yapmak mecburiyetindeyiz. Onları koruyacak, çaldırtmayıp yetiştirecek, Türk Milletinin temeli olan ailelerine ve Türk Milletine mutlaka kazandıracağız.

Bu konuda serhat şehrimiz Edirne’de de söylediğim gibi, kıymetli öğretmenlerimizin ve çok kıymetli ailelerin ve ana – babaların Devlete yardımcı olmalarını istiyoruz. Elbirliği ile bu çocuklarımızı kurtaracağız. Bu konuda yalnız Devletin gücü yetmeyebilir. Ama elbirliği yaparsak, devlet – aile ve öğretmen elbirliği yaparsa, bu çocuklarımızı muhakkak kurtarmış oluruz.

Sevgili hemşehrilerim, biraz da size Anayasamızda mülkiyet ve miras haklarına dair yer alan esaslardan bahsetmek istiyorum.

Bildiğiniz gibi, mülkiyet kutsal bir haktır. Değil yalnız insanlarda, fakat başka yaratıklarda bile mevcut bulunan bir histir, duygudur. İçgüdüden gelme olsa bile bir kavrayıştır. Bilirsiniz leylekler gider, ertesi sene gene aynı yuvasına konar. Kırlangıçlar gene gelir yuvasını bilir. Demek ki, mülkiyet onlarda da var.

Mülkiyet hakkı hiçbir zaman ortadan kaldırılamaz. Yok edilemez. Mülkiyeti ortadan kaldırmak için yola çıkan rejimlerin hepsi, zaman içinde az veya çok mülkiyete dönmek ve onun zaruret ve mecburiyetlerini kabul etmek durumunda kalmışlardır.

Ancak şu var ki, çağdaş dünyamızda mülkiyet, insanların canlı veya cansız mallar üzerinde sınırsız, mutlak bir hakimiyeti şeklinde kabul edilmemektedir. Eski toplumlarda mülkiyet öylesine sınırsız bir hak olarak tanınırdı ki, mal sahibi malını isterse kullanır, dilerse kullanmadan bırakır ve hatta o malın değeri ne olursa olsun onu yakıp, yıkabilir, bütünü ile tahrip edebilir ve ortadan kaldırabilirdi. Bugün artık böylesine mutlak ve sınırsız bir mülkiyet anlayışı mevcut değildir. Zira her mal artık milli servetin bir parçası haline gelmiştir.

O mal, ya başka malların üretilmesine yarar, o halde o yolda kullanılmalıdır. Yahut o mal, insan emeği ile veya insanların ihtiyaçlarını giderecek biçimde, kendiliğinden meydana gelmiştir. Bu takdirde de insanların ihtiyacı için kullanılmalıdır.

Mesela hiç kimse keyfi öyle istediği için kendi öz malı da olsa evini barkını, çiftini, çubuğunu, bahçesindeki tarlasındaki ürününü yakamaz, yıkamaz, “Mal benim değil mi, canım öyle istedi” diye otomobilini bir uçurumdan aşağıya salıveremez. Denizdeki teknesini keyif için batıramaz. Çünkü bunların hepsi, milli servetimizin bir parçasıdır, milli üretimimize bir katkıda bulunmaktadır. Ama, bunun için bizde, kişilerin özel mülküne el koyup o mülkü onun elinden çekip almak yoktur.

Bizim koyduğumuz kural şudur; mülkiyet hakkının kullanılması, toplumun yararına aykırı olmamalıdır. Yani herkes kutsal saydığımız mülkiyet hakkını topluma yararlı biçimde kullanmalıdır. Hiç kimse ben “Şu memleketin, şu kadar verimli, şöylesine geniş toprağını aldım; burada çok ürün yetişir ama ekmeyeceğim, kimseye de ektirmeyeceğim, öyle olduğu gibi bırakacağım, herkes kendi başının çaresine baksın” diyemez.

Böyle bir durumda mal sahibi malını toplum yararına aykırı kullanmış olur. Halbuki toplumun o maldan elde edilecek ürüne ihtiyacı kesindir. Mal kalır. İnsan ise gelip geçicidir. Ne demiş Yunus Emre, “Mal sahibi, mülk sahibi, hani bunun ilk sahibi?” diye soruyor. İlk sahibi bu dünyayı, bu kainatı, yaratandır. Yarattığı malın mülkün onlardan istifade edecek kullarının ihtiyaçlarına yöneltilmesini, Yaratan istememiş mi? Sizlere en çok bilinen bir hususta misal vereyim Dinimizde tarımsal bakımdan bir mecburiyet yokken, meyve veren bir ağacı kesmek haram değil midir? Bu haramdır, günahtır. Çoğu zaman da bir suçtur. Hatta bir düşman toprağı ele geçirilse, o topraktan düşmana ait bulunan meyveli ağaç bile kesilmez. Meyveli olduğu takdirde düşmanın malına bile dokunulmaz. Dinimiz bunu böyle emretmiyor mu ?”

İşte sevgili vatandaşlarım, bütün bu düşünceler ve zaruretlerdir ki, milli serveti korumak ve milletin ihtiyacı olan bu ürünlerin her türlüsünü bu milli servetten almak, yahut bir malı başka bir milli ihtiyacın giderilmesine tahsis etmek için Anayasamız, bundan evvelki Anayasanın da söylediği gibi, mülkiyetin toplum yararına aykırı olarak kullanılmasını yasaklıyor. Mülkiyet hakkını kutsal olarak kabul etmekle beraber, kamu yararı gerektirdiğinde bu hakkın sınırlanabileceğini de tabiatıyla kabul ediyor.

O halde toplum yararına aykırı olarak kullanılmadıkça, bir kimsenin malına dokunulamaz. Mülkiyet hakkına da ilişilemez.

Fakat toplum yararı gerektirdiği takdirde bir mala ancak karşılığı verilmek şartıyla ve toplum yararı için kullanılmak üzere el atılabilir. Buna kamulaştırma denir. Kamulaştırma çok eski bir usuldür ve bir zarurettir.

Bizim bir de toprak meselemiz var. Nüfusumuz artıyor, o halde tüketim ihtiyacımız da artıyor. Toprağımız ise bellidir ve sabittir. Toprak artmaz. üstelik bizde, ormansızlık veya bitki örtüsünün tahribi sonucunda rüzgar, yağmur ve sellerle toprağımız erozyona uğruyor. Yani aşınıyor. Topraklarımızın üzerindeki verimli tabaka, tarıma elverişli olan kısım, sellere kapılarak derelere, çaylara, ırmaklara, nehirlere sürüklenip gidiyor.

Ormanı bol ve tahrip edilmemiş olan, toprağının üzerinde bitki örtüsü bulunan memleketteki ırmaklara, nehirlere bakarsanız, onların suları berrak akar. Dönüp bizim memleketimizdeki ırmaklara, nehirlere bakarsanız, hepsi çamur halinde akar. İşte o nehirde akıp giden çamurun sebebi, ormansızlıktan dolayı topraklarımızın yağmur ve sel suları önünde denizlere sürüklenip gitmesi ve kaybolmasıdır.

Nüfusumuz çoğalıyor, toprağımız belli, topraksız köylümüz var. Bu durumda biz, topraklarımızı en çok verim alabilecek bir şekilde işletmeli, ekip biçmeliyiz. Birinci maksat budur.

Bunun için Devlet kendi eliyle, topraksız çiftçiye toprak dağıtacak ve her zaman için de bütün çiftçilere topraktan daha çok, daha değerli, ürün almak için gereken bütün yardımları yapacaktır.

Eğer toprak dağıtmak için kamulaştırma yoluna gidilirse, toprağı kamulaştırılacak olan mal sahiplerine verimli şekilde işletilecek ölçüde toprak bırakılacaktır. Yoksa birine toprak verirken, ötekini topraksız hale getirmek yoktur. Buna bilhassa dikkat edilecek, toprak sahibine bırakılan toprağın verimli bir şekilde işletilmesini engelleyici bir durum yaratılmayacaktır. Kendisine toprak verilen çiftçi bu toprağı bölemeyecektir. Toprakların memleketin muhtelif bölgelerindeki verimlerine ve özelliklerine göre, değerince işletilebilmesi için en küçük birimlerin ne miktarda olacağı tespit edilecektir. Kendisine toprak verilen çiftçinin de aldığı bu topraktan geçinebilmesi için gereken ölçüde dağıtım yapılacaktır.

Hiç kimsenin toprağına karşılıksız el atılmayacaktır. Hiç kimse kendiliğinden kalkıp da bir başkasının toprağında hak iddia edemeyecektir. Dağıtım Devlet eliyle tespit edilen asgari verim ölçüleri içinde, şartları, usulleri kanunlarla belirtilmek suretiyle yapılacaktır.

Toprak sahibini de koruyacağız. Topraksız çiftçiyi de toprağa kavuşturacağız. Fakat asıl mesele, bundan sonra topraktan en uygun ürünü, en bol şekilde almak meselesidir. Bunun için Devletin ne türlü yardımlarda bulunacağını, nasıl bir teşkilat ile bu yardımı çiftçinin ayağına götüreceğini tespit edeceğiz. Mesele yalnız topraktan alınabilecek azami ürün meselesi de değildir.

Türkiye’de büyük bir iktisadi güç ve imkan olan hayvancılık da geliştirilmelidir. Bu hayvancılık konusuna da Edirne’de değindim. Meralarımızı, çayırlarımızı tarla haline getirmeyelim. Ondan sonra biz de başka ülkelerden hayvan satın almak zorunda kalırız. Bizden sonra gelen nesiller, eğer hayvan almak zorunda kalırsa, bizlerin hepimize beddua ederler.

Bu alanda da, bu hayvancılık alanında da Devletin planlı ve programlı bir biçimde ve istikrarlı bir surette yardımları tespit edilecek ve gerçekleştirilecektir.

Sevgili vatandaşlarım, sizlere, bir milletin esasını teşkil eden, temelini teşkil eden aile ve mülkiyet hakkı üzerinde de bu bilgileri vermiş bulunuyorum.

Başlangıçta da söylediğim gibi, böylece şehirlerimizde yaptığımız konuşmayı da burada bitiriyorum. Ancak, bir noktaya temas edeceğim. Gerçi bugün öğleden evvel İstanbul’da buna değindim amma, burada da buna kısaca değineceğim.

Bir vatandaş bana telgraf çekmiş, uzun uzun. Çok geldi ya, bunlardan bir tanesi, “Sayın Devlet Başkanım” diyor, “Kendini çok yoruyorsun, kendini üzme, bu memleket, bu millet, eğer pazar günü vereceği oylarda yüzde yüz çıkmaz da yüzde doksandokuz çıkarsa, o yüzde bir” diyor, “Yanlışlıktan” olmuştur. “Kendini yorma” diyor. Ben o vatandaşıma bu iyi niyetinden bu hüsnüniyetinden dolayı sizlerin huzurunda teşekkür ediyorum. Ama, yine biliyoruz ki, bizim karşımızda olan gruplar da var. Menfaatleri haleldar olmuş, hapsedilmiş, bu memleketi bölmeye çalışmış, başka ideolojilerin gelmesi için çaba sarf etmiş bir sürü insan var. Elbette biz bunlardan olumlu oy beklemiyoruz. Fakat, Türk Milletinin sağduyusuna güveniyoruz. Türk Milletinin, bu memlekete sahip olacağına inanıyoruz ve bu inancımızla Anayasamızın da çoğunlukla kabul edileceğini düşünüyoruz.

Eğer, böyle bir çoğunlukla Anayasa kabul edilirse, hem yurt içindeki bu menfi tutum içerisinde olanların ağızları kapanacak, dilleri tutulacak, hem de Avrupalı dostlarımızdan bazılarının sesleri kesilecektir. Gerçi bugüne kadar, biz, koparılan bunca fırtınalara ses vermedik. Doğru bildiğimiz yolda yürüdük. “Filan ülke bunu diyormuş, falan ülke bunu diyormuş” diye kendimizi bu gibi şeylere kaptırmadık. Ama, onların seslerinin de kesilmesi lazım.

Şimdi biraz da Sayın Valinizden il’in problemleri hakkında bilgi alayım. Ondan sonra da uçağımıza binip Ankara’ya dönelim.

Ben bu geceyi burada geçirmek istiyordum. Fakat, sabahleyin saat 10.00’da Ankara’da bulunmak zorundayım. Onun için burada kalamıyorum. Başka bir zaman gelip kalacağım. Eğer biraz daha konuşacak olursam, yarın radyo ve televizyon konuşmasında sesim çıkmaz sonra, anlayamazsınız.

Hepinize, bu içten tezahüratınız ve samimiyetiniz için şahsım, Konsey Üyesi arkadaşlarım ve Başbakan adına teşekkür ediyorum. Size mutlu yarınlar diliyorum. Ve hepinize Allahaısmarladık diyorum. Sağolun… 

İçeriğimize yorumda bulunmak ister misiniz?

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

İlginizi Çekebilir

Siteden...

İlgili İçerikler