Perşembe, Mayıs 9, 2024
Ana SayfaÖzel Dosyalar12 Eylül BelgeleriKenan Evren'in 1980 Anayasası'nı Tanıtma Konuşmaları - 2

Kenan Evren’in 1980 Anayasası’nı Tanıtma Konuşmaları – 2

- Advertisement -

Antalya konuşması (31.10.1982)

Devlet Başkanı Orgeneral Kenan Evren, “1982 Anayasası’nı Devlet Adına Tanıtma Programı” ile ilgili yurt gezisi çerçevesinde 31 Ekim 1982’de Adana’dan sonra Antalya’da da bir konuşma yaptı. 
 
Devlet Başkanı Orgeneral Evren’in Antalya konuşmasından…

 “Önümüzde yapılacak seçimlerden sonra gidebilirdik. Ancak gerçekleştirdiğimiz bir harekatın sonunda meydana getirilen Anayasanın kısa bir süre içerisinde rafa kaldırılmaması ve onun kökleşmesi için bu kadar bir zaman Anayasanın ve diğer icraatın savunuculuğunu ve bekçiliğini yapmamız lüzumludur.”

 “Aksi takdirde tekrar eski Anayasayı getirmeye kalkışanlar olabilir. Nitekim, 1971’de tutuklananlar, 1974 senesinde çıkarılan bir afla, salıverildi. Gene gelenler bu Anayasayı rafa kaldırabilirler. Bu bakımdandır ki, o kadar bir süre (7 yıl) görev başında kalmayı uygun bulduk.”

 “Hiç kimse, devrilen arabayı hep beraber nasıl kaldırırız da, çağdaş medeniyet yolunda bir daha devrilmeden ve arıza yapmadan ilerleriz diye düşünmüyor da, her kuruluş kendime nasıl bir çıkar ve imkan sağlarım diye orasından burasından didikliyor, taarruz ediyor. İstiyor ki, herkes kendisine en fazla yarar sağlayacak bir hüküm konsun.”

 “Memleketin 12 Eylül’e gelmesinde büyük sorumlulukları olanlar da boş durmuyorlar. Menfi propagandalarına ellerinden geldiğince devam ediyorlar. El altından eski teşkilatlarına haber gönderiyorlar. Zannediyorlar ki, hala daha millet onların bir dediğini iki yapmayacaktır.”

 “Onlara hangi anayasayı hazırlarsanız hazırlayın, beğendiremezsiniz. Zira ya kendileri hazırlayacaklar, veya kendi düşüncelerini paylaşan kişiler hazırlayacak. “Ancak o anayasalar çağdaştır. Başka türlü çağdaş olamaz” demektedirler. Ağızlarında bu çağdaş kelimesi o kadar sakız olmuş ki, onların benimsemediği, beğenmediği bütün işler çağ dışıdır.”

 “Siyasi amaçlı grev de yasaklanmıştır. Devlet Güvenlik Mahkemeleri kuruluyor diye vaktiyle otobüs şoförlerini greve sürüklediler Otobüs şoförlerinin Devlet Güvenlik Mahkemeleri ile ne alakası var? “

 “Sanayileşme ve kalkınma yolunda olan bir memlekette haklı ve hakiki sebeplere dayanmadıkça, bu türlü grevlere hoşgörü ile bakılamaz. Hem işçi, hem işveren zarar görüyor. Sonuçta da memleket, zararını çekiyor. Kazananlar sadece işçiyi bu haksız greve sürükleyen bir kısım sendika yöneticileridir.”

 “Servet düşmanı değiliz. Sizler de olmayın. Servet düşmanlığı, neticede bizi başka türlü rejimIere götürür.”

 “Devlet, ülke ekonomisine büyük katkıları olan ve üretimden alıkonulmaları halinde ekonomimize zararı dokunacak özel teşebbüsleri de teşvik edici ve onu icabında destekleyici tedbirleri almak durumundadır.”

 “12 Eylül’den evvel Türkiye nereye gidiyordu? Eğer hayır dersem Türkiye nereye gider? Memleketimizin ve milletimizin menfaati nerededir? Bana menfi propaganda yapanlar kimlerdir? Bayram tebriklerinin, kapıların altından atılan kağıtların, Avrupa’nın muhtelif yerlerinden o malum komünist örgütler tarafından gönderilen adressiz ve imzasız mektup ve bildirilerin ne için gönderildiğini de düşünür, ona göre bu Anayasaya oyunuzu verirsiniz sevgili vatandaşlarım.”

 “Ben bize oy vermenizi değil, Anayasaya oy vermenizi istiyorum.” 
 

Devlet Başkanı Orgeneral Kenan Evren’in, “1982 Anayasası’nı Devlet Adına Tanıtma Programı” çerçevesinde Antalya’da yaptığı konuşma şöyle: 
 

Sevgili Antalyalı Hemşehrilerim,

Dün biliyorsunuz Kayseri’deydik. Kayseri’de üzerimizde paltolar, parkalarla dolaştık ve öyle konuştuk. Şimdi buraya geldik, bu ceket bile fazla geliyor. Şu Türkiyemizin, şu vatanımızın, cennet vatanımızın kıymetini bilelim.

Biz bir günde dört mevsim yaşıyoruz. Bir tarafta kar yağarken, kayak sporu yapılırken, bir yerimizde de deniz sporu yapıyoruz. Böyle cennet vatan az bulunur.

Sevgili kardeşlerim, Antalya’yı ne kadar sevdiğimi, kısa süreli istirahatlerimi dahi burada geçirmeyi tercih etmemden biliyorsunuz. Her Antalya’ya gelişimde, Vali ve Belediye Başkanımız, sizlere hitap etmem için bana her defasında öneride bulundular. Özel olarak davet ettiler. Onun da zamanı geleceğini, böyle dinlenmeye geldiğim bir yerde, ayaküstü konuşmak istemediğimi, bu maksatla bu şirin Antalya’ya muhakkak geleceğimi söylemiştim.

Bütün Türkiye sathında turizm bakımından pilot bölge seçilen Antalya yöresine gelmemezlik edemezdik. Kaldı ki, anarşi ve terörden neler çektiğinizi çok iyi biliyoruz.

Bugüne kadar yaptığınız bütün davetlerden dolayı, şahsım ve Konsey üyesi arkadaşlarım ve Başbakan adına teşekkür ediyorum.

Allah ömür verirse ve kısmet de olursa bu görevimi tamamladıktan sonra, eğer kabul ederseniz, bütün yorgunluklarımı gidermek ve rahmetli, kıymetli eşimin de hatıralarını yaşatmak üzere, bir süre için Antalya’ya gelmek istiyorum. Bu sebepten dolayıdır ki Anayasaya, (Eski cumhurbaşkanları Meclisin tabii üyesi olur) kaydını koydurtmadım. Ben istemiyorum. Eğer bu büyük millete karşı olan borcumu ödemiş isem, bu benim için en büyük bahtiyarlıktır. Gerekiyorsa ileride Anayasaya ilave ederler. Sonraki cumhurbaşkanlarını Meclisin tabii üyesi yaparlar. Konsey üyesi arkadaşlarım da aynı düşünce ile 7 senelik bir süre için Cumhurbaşkanlığı Konseyi üyesi olarak kalmayı arzu ettiler. Onlar da hayat boyu bu görevde kalmayı istemediler.

18 Eylül 1980 günü içtiğimiz And’da da hiçbir menfaat beklemeden görevimizi yerine getireceğimize işaret etmiştik. Bu işe hep beraber geldik, görevimiz bittikten sonra da hep beraber gideriz.

Sevgili vatandaşlarım, önümüzde yapılacak seçimlerden sonra da gidebilirdik. Ancak gerçekleştirdiğimiz bir harekatın sonunda meydana getirilen Anayasanın kısa bir süre içerisinde rafa kaldırılmaması ve onun kökleşmesi için bu kadar bir zaman Anayasanın ve diğer icraatın savunuculuğunu ve bekçiliğini yapmamız lüzumludur. Aksi takdirde tekrar eski Anayasayı getirmeye kalkışanlar olabilir. Nitekim, 1971’de tutuklananlar, 1974 senesinde çıkarılan bir afla, salıverildi. Gene gelenler bu Anayasayı rafa kaldırabilirler. Bu bakımdandır ki, o kadar bir süre görev başında kalmayı uygun bulduk.

Nitekim, bu hazırlanan Anayasaya bile daha son şekli verilmeden ne kadar taarruzlar olduğunu gördünüz. Hiç kimse, devrilen arabayı hep beraber nasıl kaldırırız da, çağdaş medeniyet yolunda bir daha devrilmeden ve arıza yapmadan ilerleriz diye düşünmüyor da, her kuruluş kendime nasıl bir çıkar ve imkan sağlarım diye orasından burasından didikliyor, taarruz ediyor. İstiyor ki, herkes kendisine en fazla yarar sağlayacak bir hüküm konsun. Tabii bu arada, memleketin 12 Eylül’e gelmesinde büyük sorumlulukları olanlar da boş durmuyorlar. Menfi propagandalarına ellerinden geldiğince devam ediyorlar. El altından eski teşkilatlarına haber gönderiyorlar. Zannediyorlar ki, hala daha millet onların bir dediğini iki yapmayacaktır. Hazırladığımız bu Anayasayı beğeniyorlar ve hatta “Biz bunu çıkaramazdık, onlar çıkartsınlar, noksan taraflarını biz tamamlarız” diyorlar.

Ama baktılar ki eski partilerin üst kademelerinde görev alanlara 10 sene müddetle parti kurma, partiye girme ve seçilme hakkından mahrumiyet hükmü getirildi, işte o zaman evvelce mevcut menfi tavırlarını ve tutumlarını büsbütün açığa vurdular.

Bir kişi, kendisinden başkasını sinek gibi görür, her şeyi kendisinin bildiğini zanneder, devleti kendisinden başka idare edecek kabiliyette bir kimse olmadığına inanırsa, o gibi kimselerden çekinmek lazım. Zira, onlar için yalnız kendileri vardır. Onlar, benden sonra tufan derler.

Bu millet, bugüne kadar böylelerini çok görmüştür, yine de görmektedir. Bu, neden böyle oluyor biliyor musunuz sevgili vatandaşlarım? Çok uzun süre bir işin başında kalmaktandır. Demek ki uzun süre devletin üst kademelerinde bulunanlar, kendisinden başka hiç kimsenin o yere layık olamayacağı inancına kapılabilmektedirler. Böylelerinden bu millet çok çekmiştir. Ben 12 Eylül’den sonra Ağrı’ya gittiğimde, Ağrılılar çok büyük tezahüratta bulundular, alkışladılar. Alkışladılar sizler gibi. O zaman, Ağrılılara şöyle seslenmiştim; “Fazla alkışlamayın, daha evvel de çok alkışladınız, onları bu hale getirdiniz, biz de insanız, biz de şımarabiliriz”. demiştim.

Sevgili vatandaşlarım, 12 Eylül’den evvelki diğer parlamento üyelerine yalnız parti kuramama ve bir partinin yönetim kadrosunda görev alamama kısıtlaması getirdik. Herhangi kurulacak bir partiye girme ve aday olma serbestliğini tanıdık. Zira, bunların içinde suçsuz olanlar da vardı. Hepsine bu yasağı getirmiş olsaydık, haksızlık etmiş olabilirdik. Gerçi, ilk Konya konuşmamda, hepsine bu yasağı getireceğimizi söylemiştim ama, sonradan bu hal tarzının, yani şimdiki yaptığımız bu hal tarzının daha adilane olacağına inandık ve öyle yaptık.

Şimdi bununla ilgili olarak yanlış haber yayıyorlar. Diyorlar ki, “illerde, ilçelerde bulunan parti teşkilat üyeleri de parti kuramaz, partiye giremez”. Gerçi Anayasanın 69’uncu maddesinde böyle bir hüküm var, ama o şöyle uygulanacak: Bundan sonra kurulacak partiler Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılırsa, o takdirde o partiye mensup bütün kuruluşlardaki ilgililer, yeni bir parti kuramayacak.

Henüz daha Anayasa kabul edilmediğine göre, o illerdeki ve ilçelerdeki partilerin mensupları veya başkanları, il – ilçe başkanları partiye girebilirler. Bunlara teşmil edilmeyecektir bu yasaklar.

Yeni hazırladığımız bu Anayasaya insafsız eleştiri yöneltenlerden bir kısmını biz de biliyoruz, sizler de biliyorsunuz. Onların arzuladıkları rejim bambaşka, bunu biliyorsunuz. 12 Eylül’den evvel o hedefe çok yaklaştıklarını zannetmişlerdi ama bir şeyi iyi hesap edememişlerdi. O da bu milletin, bu devletin sahipsiz olmadığı. İşte bu yanlış hesap içerisinde olanlar acaba yine 1961 Anayasasında olduğu gibi, birtakım arzularına ileride ulaşabilecek hükümler, koydurabilmek amacıyla çabaladılar, didindiler. Fakat oyunlarına gelinmedi. Onlara hangi anayasayı hazırlarsanız hazırlayın, beğendiremezsiniz. Zira ya kendileri hazırlayacaklar, veya kendi düşüncelerini paylaşan kişiler hazırlayacak. “Ancak o anayasalar çağdaştır. Başka türlü çağdaş olamaz” demektedirler. Ağızlarında bu çağdaş kelimesi o kadar sakız olmuş ki, onların benimsemediği, beğenmediği bütün işler çağ dışıdır. Hatta sevgili vatandaşlarım, onlar Atatürk’ü bile çağ dışı görürler ve derler ki, “O bir eylem adamıydı, fikir adamı değildi”. O’nu da milletin gözünden düşürmeye çalışırIar. Ancak milletteki Atatürk sevgisinden korktuklarındandır ki, daha fazla ileri gidemezler; gidemeyince de, Atatürk’ün muhtelif tarihlerde söylediklerini, kendi düşünceleri istikametinde tefsir eder dururlar.

Sevgili Antalyalılar, belki birçoklarınız radyolardan dinlemişsinizdir öğle ajansında; Adana’daki vatandaşlarıma işçi hakları üzerinde izahatta bulundum. Ancak hepsini bitiremedim. Bitiremediğim grev hakkı ile lokavt hakkındaki görüşlerimi burada açıklamak istiyorum.

Yeni Anayasa, grev hakkı ve lokavta bazı sınırlamalar getirmiştir. Grev ve lokavt, ancak toplu iş sözleşmesi yapılırken taraflar arasında anlaşmazlık çıkarsa uygulanabilecektir. Yoksa durup dururken eskiden olduğu gibi grev veya lokavta gidilemeyecektir. Anayasa şunu da getirmiştir: Grev ve lokavt hakkı verirken, iyi niyete aykırı tarzda, toplum zararına ve milli serveti tahrip edecek şekilde kullanılamaz. Ayrıca, şu hususu da Anayasa öngörmüştür:

“Grev esnasında, greve katılan işçilerin ve sendikanın kasıtlı veya kusurlu hareketleri sonucu, grev uygulanan işyerinde sebep oldukları maddi zarardan, sendika sorumlu olacaktır”.

Eğer, kanunun gösterdiği hallerde grev veya lokavt yasaklanmış veya ertelenmiş ise ertelemenin sonunda iki taraf arasındaki uyuşmazlık, Yüksek Hakem Kurulunca çözülecektir. Ayrıca, uyuşmazlığın her safhasında da taraflar anlaşarak yine Yüksek Hakem Kuruluna başvurabilirler . Bu halde, Yüksek Hakem Kurulunun vereceği karar kesin olacaktır.

Siyasi amaçlı grev, genel grev ve lokavt, işyeri işgali gibi hareketler yapılamayacaktır.

Greve katılmayanların işyerinde çalışmaları, greve katılanlar tarafından hiçbir şekilde engellenemeyecektir.

En son söylediğim bu hususa itiraz edenler var. Diyorlar ki, “O takdirde grev muvaffak olamaz”. Ancak sevgili vatandaşlarım şunu düşünmüyorlar : Birisinin, bir kişinin belli şartlarda grev yapmak hakkı ve hürriyeti varsa, ötekinin de çalışmak hak ve hürriyeti yok mu?

Buna karşılık diyorlar ki, “Çalışmak isteyenlere müsaade edilirse o zaman, o grev başarısız olur, kırılır”.

Eğer çalışmak isteyenler, bu kadar çok sayıda olursa, demek ki o grev haksız bir grevdir. Çünkü “çalışıyoruz” diyen o kadar çok ki, fabrika onlarla dahi çalıştırılabilecek. İşçilerin çoğunluğunun rızaları hilafına, kendilerine zorla yaptırılan bir grevdir. Bu ise kişinin çalışma konusundaki temel hak ve hürriyetini tahrip edip ortadan kaldırmak değil midir?

Kendi hakkı için başkalarının hakkını inkar etmek, imha etmek olur mu? Birisi “Ben grev yapacağım” diyor, peki yap. Ama, öteki de diyor ki, “Ben çalışacağım”. E, sen de çalışacaksın.

Siyasi amaçlı grev de yasaklanmıştır. Devlet Güvenlik Mahkemeleri kuruluyor diye vaktiyle otobüs şoförlerini greve sürüklediler hep bilirsiniz. Hiçbir alakası yok. Otobüs şoförlerinin Devlet Güvenlik Mahkemeleri ile ne alakası var? Ama Devlet Güvenlik Mahkemeleri kurulacak diye o şoförleri greve sürüklediler ve Ankara’da yolları kapadılar. Kimse de haklarında bir muamele yapmadı. Yaptıklarıyla kaldılar.

Sanayileşme ve kalkınma yolunda olan bir memlekette haklı ve hakiki sebeplere dayanmadıkça, bu türlü grevlere hoşgörü ile bakılamaz. Çünkü gayet iyi biliniyor ki bu gibi grevlerden neticede yararlanan işçi değildir.

Hem işçi, hem işveren zarar görüyor. Sonuçta da memleket, zararını çekiyor. Kazananlar sadece işçiyi bu haksız greve sürükleyen bir kısım sendika yöneticileridir.

Danışma Meclisi’nin hazırladığı Anayasa Tasarısında, 5 işçi çalıştıran işyerlerinde toplu sözleşme, grev ve lokavt yapılamayacağına dair bir hüküm vardı. Biz bunu çıkardık. Şundan dolayı çıkardık. Eğer “5 işçiden daha az çalıştıran bir yerde grev yapılamaz” deseydik, belki şöyle hadiseler olacaktı: 8 tane, 7i tane işçi çalıştıran bir işyeri, “Aman ben bu toplu sözleşmeden yakamı kurtarayım, grevden kurtulayım” diye 2 – 3 işçi çıkaracak, 5’ten aşağıya düşürebilecekti. Bunu düşündük. Bu zaten Anayasaya konacak bir madde değil; bu ilerde kanunla düzenlenebilir. 4 işçi mi olur, 3 işçi mi olur, 5 işçi mi olur? Ayrıca Hakkari’deki bir tamirhanenin 5 işçi çalıştırması başkadır, İstanbul’da bir tamirhanenin 6 işçi çalıştırması başkadır. Yani biz bu sayının şehirlere göre tespitini kanuna bıraktık, Anayasadan bunun için çıkardık.

Sabahleyin Adana’da, şimdi de burada işçi – işveren ilişkilerinde Anayasaya koyduğumuz hükümleri yeterince izah ettiğimi zannediyorum. Adana’da da ifade ettiğim gibi, Milli Güvenlik Konseyi üyesi olarak hiçbirimiz ne bir işvereniz ve ne de bir yerde işçi olarak çalıştık. Bu bakımdan işçi ve işveren konularını tam bir tarafsızlıkla ele aldık. Birçok kişiyi dinledik ve yazılanlara, söylenenlere, fakat iyi niyetle yazılan ve söylenenlere kulak verdik. Ondan sonra da son şeklini verdik Anayasaya. Ve zannederim ki, her iki tarafı da tatmin edecek bir şekle soktuk. Bizim hazırladığımız Anayasanın, yani Konseyin hazırladığı Anayasanın yayınlanmasından sonra da Türk – İş Başkanının yapmış olduğu açıklama, benim söylediklerimi büyük ölçüde haklı göstermektedir.

Daha evvelki birçok konuşmalarımda ifade ettiğim gibi biz hiçbir zaman işçilerimizin karşısında olmadık. Olamazdık, çünkü biz orta halli ailelerin birer çocuğuyuz. Neler çektiğimizi biz biliriz. Ancak, dürüst, namuslu olmak kaydıyla çok kazananların da karşısında değiliz. Onlar da çok çalışmışlar, müteşebbis kişiler olarak veya babasından kalan işletmeleri çalıştırıyor ve memleketin. ihtiyaçlarını karşılıyorlar. Dış ticarete yardımcı oluyorlar. Servet düşmanı değiliz. Sizler de olmayın. Servet düşmanlığı, neticede bizi başka türlü rejimIere götürür. O türlü rejimle idare edilen birçok ülkelerde vaktiyle uyguladıkları katı sistemin zararlarını görerek, onlar da özel teşebbüse ve mülkiyet hakkına saygı göstermeye başladılar. Özel teşebbüs ile devletin işlettiği işletmeler arasındaki farkı eğer anlamak isterseniz, devletin ürettiği malın satıldığı, ama yine devletin mağazalarına gidiniz. Bir de özel teşebbüsün işlettiği mağazaya gidiniz. Aradaki farkı derhal göreceksiniz.

Bir tarafta yüzünüze bile bakmazlar, diğer tarafta ise kapıdan karşılarlar. Devlet, ülke ekonomisine büyük katkıları olan ve üretimden alıkonulmaları halinde ekonomimize zararı dokunacak özel teşebbüsleri de teşvik edici ve onu icabında destekleyici tedbirleri almak durumundadır. Bu bizde böyle olduğu gibi, Batı ülkelerinde de böyledir. Bazen karşı çıkıyorlar. Mesela bir fabrika iflas etmek üzere, büyük bir fabrika, büyük bir işletme. İçinde beş binden fazla işçi çalışıyor. Şimdi devlet, bankalar vasıtasıyla buna el attı. Yüzde 80’ine bankalar ortak oldu. Yüzde 80’ini alınca idare onların eline geçti ve o işletme faydalı, hayırlı çalışmalara başladı, dışarıya ihracat yapıyor.

Şimdi efendim, bırakın ne hali varsa görsün diyemezdik. 5400 işçiyi sokağa atamazdık. Sevgili vatandaşlarım, her devlet, ülke ekonomisine büyük katkıları dokunabilecek büyük işletmeleri korur. Onların iflasını önleyecek bazı tedbirler alır. Bu, Almanya’da da böyledir, Amerika’da da böyledir. Ama bu demek değildir ki, her iflas eden fabrikaya el atacaktır. Hayır. Ona devlet bakar, hangisi rantabl işletilebilecektir, hangisi değildir, ona göre kararını verir.

Şimdi sevgili Antalyalı kardeşlerim, biraz da Anayasanın başka hükümlerine değineceğim.

Bilhassa bu bölge ile ilgili kıyılardan yararlanma üzerinde duracağım.

Bu konuda, Anayasamız şöyle der: “Türkiye’deki bütün kıyılar devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Deniz, göl ve akarsu kıyıları ile deniz ve göllerin kıyılarını çevreleyen sahil şeritlerinden yararlanmada, öncelikle kamu yararı gözetilir”.

Bu, şu demektir sevgili vatandaşlarım: Hiç kimse deniz, göl ve akarsu sahil şeridine sahip çıkamaz. “Benim malik olduğum bu evin önünde kimse denize giremez” diyemez. Denize girme, göle girme veya oralarda dolaşma herkesin hakkıdır. Bu kıyılarla sahil şeritlerinin kullanılış amaçlarına göre derinliği ve kişilerin bu yerlerden yararlanma imkan ve şartları kanunla düzenlenecektir. Yeni bir kanun çıkacaktır. Bu kanun ya bu yasama döneminde veya ondan sonra gelecek Meclisin yasama döneminde muhakkak çıkarılacaktır. Zira, bu Anayasanın, hazırlanmasını, emrettiği bütün kanunlar, azami iki sene içerisinde çıkarılmış olacaktır.

Toprak mülkiyeti konusunda da Anayasa şu hükmü getirmiştir : “Devlet, toprağın verimli olarak işletilmesini korumak ve geliştirmek, erozyonla kaybedilmesini önlemek ve topraksız olan veya yeter toprağı bulunmayan, çiftçilikle uğraşan köylüye toprak sağlamak amacıyla gerekli tedbirleri alacaktır” .

Ancak, bunun için hazırlanacak kanun, öyle hazırlanacaktır ki, toprağın genişliği, tarım bölgeleri ve çeşitlerine göre tespit edilecek, aynı zamanda toprak küçük parçalara bölünmek suretiyle üretimin düşmesine de sebep olunmayacaktır.

Dağıtılan bu topraklar tekrar bölünemeyecek, miras dışında başkalarına devredilemeyecek ve ancak mirasçıları tarafından yine üretimde kullanılacak; bunlara riayet edilmezse toprak o çiftçinin elinden alınacak, başkasına verilecektir.

Sevgili vatandaşlarım, bu şu demek: Topraksız bir çiftçiye, Devlet farzedelim ki, 100 dönüm bir toprak verdi. O hayattan ayrıldığı zaman evlatlarına intikal edecektir tabii. Evlatlarına intikal edecek ama toprak bölünmeyecektir. Eğer evlatları o toprağı yine tarımda kullanıyor, işliyorsa kullanmaya devam edecektir. Hayır, evlatları gitmiş, birisi İstanbul’da, birisi İzmir’de başka işlerle uğraşıyor. Tarla da boş kalıyor. İşte bu olmaz. Devlet toprağı onlara işletsin diye verdi. Bu durumda onun elinden alacak, işletebilecek başka topraksız bir köylü ye verecek. Bunun manası bu demektir.

Devlet, bu toprakları kamulaştırırken, bedelinin ödenmesinde şu hususları dikkate alacaktır:

Evvela vergi beyanına bakacak, ondan sonra kamulaştırma tarihindeki resmi makamlarca yapılmış kıymet takdirlerini dikkate alacaktır. Bu toprağın veya taşınmaz malın, birim fiyatlarını veya bu maliyet hesaplarını ve diğer objektif ölçüleri hesaba katacaktır. Yani yalnız vergi değeri değil, biraz evvel saydığım hususları da göz önünde tutarak öyle kamulaştıracaktır, parasını da peşin ödeyecektir. Eğer bu kamulaştırılan toprak veya taşınmaz mal, tarım reformunun uygulanması, büyük barajlar, büyük iskan projelerinin gerçekleştirilmesi, yeni orman sahalarının yapımı, kıyıların korunması ve turizm maksadıyla kamulaştırılıyor ise, bu takdirde devlet, ödemeyi beş yıl içerisinde eşit taksitlerle yapacaktır. Şimdi büyük barajlar yapıyoruz sevgili vatandaşlarım. O kadar köy, hatta bazen şehirler sular altında kalıyor ki, bu kadar geniş toprak alanlarını ve şehirlerin parasını devlet bir seferde ödeyemez. Burada dedik ki, beş eşit taksitte ödeyeceğiz. Ancak, Devlet en yüksek faizi de verecek. Yani birinci sene ödedi, daha dört taksidi var. O dört taksidi öderken en yüksek faizi ile beraber ödeyecek.

Ancak bir nokta daha var; eğer bu büyük kamulaştırmalarda küçük çiftçinin elinden toprağı alınmışsa, yani o bir küçük çiftçi ise, onunla geçiniyorsa, parası muhakkak peşin ödenecektir.

İşte sevgili vatandaşlarım, Anayasamızın bir kısım hükümlerini de sizlere izah etmiş bulunuyorum. Müteakip günlerde de geri kalan kısımlarından önemli olanlarını ve eleştiri mevzuu yapılanlarını, diğer şehirlerimizdeki vatandaşlarıma izah edeceğim. Onları da radyo ve televizyonlarınızdan izleyecek olursanız, Anayasamızın ne olduğunu ve ne olmadığını iyice öğrenmiş olacaksınız. Ve zannediyorum ki, bugüne kadar hiçbir Anayasa bu şekilde izah edilmemiştir.

Ondan sonra da elinizi vicdanınızın üzerine koyacaksınız, bu Anayasa bize ne getiriyor, bizden ne götürüyor? Götürdükleri haklı mı, değil mi?

12 Eylül’den evvel Türkiye nereye gidiyordu? Eğer hayır dersem Türkiye nereye gider? Memleketimizin ve milletimizin menfaati nerededir? Bana menfi propaganda yapanlar kimlerdir? Bayram tebriklerinin, kapıların altından atılan kağıtların, Avrupa’nın muhtelif yerlerinden o malum komünist örgütler tarafından gönderilen adressiz ve imzasız mektup ve bildirilerin ne için gönderildiğini de düşünür, ona göre bu Anayasaya oyunuzu verirsiniz sevgili vatandaşlarım.

Bu Anayasanın kabulünden sonra da göreviniz bitmiyor. Bu Anayasaya sizler gibi sağduyu sahibi vatan ve milletin çıkarlarını her türlü şahsi çıkarlarının üstünde tutanlar sahip çıkarsa, ona el sürdürtmezseniz, o zaman bir faydası olur. Aksi takdirde ileride bunu kötü maksatlı kişiler bozmaya, orasından – burasından delik açmaya çalışacaklardır. Onlara bu imkanı vermeyeceksiniz.

Elbette zaman ilerledikçe diğer kanunlarımızda olduğu gibi Anayasamızın da bazı kısımları değişikliğe uğrayabilecektir. Bu değişiklikler memleketin menfaati istikametinde midir? Yoksa bazı örgütlere mi menfaat sağlayacaktır? Bunu iyi tartacak ve gerekirse bunlara karşı çıkacaksınız. Esasen vatandaşlar her konuda haklarına sahip çıksalardı, bu durumlara düşmezdik.

Bir çok dernek kuruyoruz, meslek kuruluşu kuruyoruz, sendika kuruyoruz, kooperatif ve şirket kuruyoruz. Ondan sonra da ona sahip çıkmıyoruz. Sahip çıkmayınca da ufak bir grup, bu kuruluşu ele geçiriyor. İstediği istikamete sürükleyebiliyor. Kötü niyetliler çok iyi ve kurnazca çalışıyorlar. İyi niyetliler ise daima pasif kalıyorlar. Biraz evvel saydığım kuruluşlara sahip olmuş olsanız onların da kontrollerini ağzı kalabalıklara, bağırıp çağıranlara ve namusu mücessemmiş gibi kendisini gösterenlere değil, doğru dürüst, çalışkan, az konuşup çok iş yapanlara vermelisiniz. .

Sevgili hemşehrilerim, bizler ve sağduyu sahibi vatandaşlarımız, bu Anayasanın Türkiye’nin şartlarına en uygun bir Anayasa olduğuna inanıyoruz. Yalnız Anayasa bir milleti kurtarmaz. O Anayasaya uygun kanunlar çıkarılmaz ve doğru dürüst tatbik edilmezse ve sizler de bunu takip etmezseniz yine 12 Eylül öncesine gelebiliriz.

Anayasa kadar mühim iki kanunumuz daha hazırlanacak. Bunlar da Partiler Kanunu ile Seçim Kanunudur. Bu konuda da geçirilmiş tecrübelerden yararlanılarak bize en uygun şekli bulacağımıza inanıyoruz. Ben bize oy vermenizi değil, Anayasaya oy vermenizi istiyorum. Bizler faniyiz. Bugün varsak yarın yokuz. Ama bu Anayasa her zaman varolacaktır.

Sevgili Antalyalı hemşehrilerim, şu güneş altında ben gelmeden evvel de bir hayli ayakta kaldınız, benim için de beklediniz. Programıma göre, evvela valiye uğrayacak ve ilin problemleri hakkında bilgi alacaktım. Ondan sonra Belediye Başkanınız bana lütfedecekler, Antalya’nın fahri hemşehrilik beratını vereceklerdi. Ama kendilerine dedim ki, “Vatandaşlarımı daha fazla ayakta bekletemem. Zaten 15 – 20 dakika geç kaldık. Evvela onlarla konuşacağım, ondan sonra geleceğim”. Benim için Antalyalı olmak, Antalya’nın hemşehrisi olmak büyük bir gurur vesilesidir. Bununla övünüyorum ve bunu büyük bir memnuniyetle kabul ediyorum.

Hepinize bu gösterilen alakadan, bu sevgiden ve tezahürattan dolayı teşekkür ediyorum. Hem kendi namıma, hem Konsey üyesi arkadaşlarım, hem Başbakan adına teşekkür ediyorum. Hepiniz sağolunuz, varolunuz. 

İçeriğimize yorumda bulunmak ister misiniz?

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

İlginizi Çekebilir

Siteden...

İlgili İçerikler