Perşembe, Mayıs 9, 2024
Ana SayfaÖzel Dosyalar12 Eylül BelgeleriKenan Evren'in 1980 Anayasası'nı Tanıtma Konuşmaları - 2

Kenan Evren’in 1980 Anayasası’nı Tanıtma Konuşmaları – 2

- Advertisement -

Adana konuşması (31.10.1982)

Devlet Başkanı Orgeneral Kenan Evren, “1982 Anayasası’nı Devlet Adına Tanıtma Programı” ile ilgili yurt gezisi çerçevesinde 31 Ekim 1982’de Adana’da bir konuşma yaptı.

Devlet Başkanı Orgeneral Evren’in Adana konuşmasından…

“Sözde, bu Anayasa kabul edilirse, işçilerin hiçbirisi siyasetle uğraşamayacak ve seçimlerde de oy veremeyecek, aday olamayacakmış. Hepsi yalandır, hem de kuyruklu yalandır.”

“Hükümetlerin zaafları, kanunların yetersizliği ve yetmezliği ve 1961 Anayasası’ndaki boşluklar ve eksiklikler yüzünden çalışma hayatının rayından çıkmasını önleyememiştir.”

“Grevler, gerçek maksatlarından saptırılarak, “ideolojik mücadele” silah ve vasıtası haline getirilmiştir. Bir sendika rekabeti başlatılmıştır. Kim daha fazla koparacak yarışına girişilmiştir.”

“İş hayatı içinde, işçinin gerçek menfaatlerini, memleketin çıkarlarını düşünmeyen, yalnız ve yalnız kendi menfaatlerinin veya ideolojik mücadelelerinin peşinden koşan ve sendika ağaları denilen bir sınıf insan türemiştir.”

“Dünyanın hiçbir yerinde çalışmıyoruz diye sevinç ifade eden davullu – zurnalı grev yapılmaz.”

“Sendika, işçinin ekonomik ve sosyal haklarını koruyacaktır. Eğer siyasetle uğraşmak istiyorsa, gider bir parti kurar veya bir partiye girer. Bu sendikadır. Hem sendika, hem parti olmaz. Onun için sendika sendikalığını, parti partiliğini, devlet devletliğini bilecektir.”

“Lokavt bir hak değil, greve karşı uygulanan bir durumdur. Onun içindir ki, Anayasaya koyarken grev ve lokavt hakkı diye değil, grev hakkı ve lokavt dedik. Lokavt bir hak değildir. Ama grev bir haktır.”

Devlet Başkanı Orgeneral Kenan Evren’in, “1982 Anayasası’nı Devlet Adına Tanıtma Programı” çerçevesinde Adana’da yaptığı konuşma şöyle (30 Ekim 1982) :

Sevgili Adanalı Hemşehrilerim,

Evvela hepinize şahsım, Konsey üyesi arkadaşlarım ve Başbakan adına, gösterdiğiniz bu büyük sevgiden, tezahürattan dolayı, candan teşekkür ediyorum.

Biliyorsunuz, 16 Ocak 1981 günü Adana’ya gelmiş ve çok yağmurlu bir havada sizlere yine hitap etmiştim. O gün yaptığım konuşmada, daha ziyade sendikalar üzerinde durmuş ve bir kısım sendika ağalarının yaptıklarını, sizlerden kesilen paralarla neler yapıldığını, neler alındığını, nasıl çarçur edildiğini anlatmaya çalışmış ve gelecekte bunları önleyici tedbirler getireceğimizi, sendikaların Devlet tarafından denetleneceğini söylemiştim.

Bugün, yine ağırlığı işçi sorunları ve sendikalar olmak üzere Anayasamızda yer alan birkaç noktaya temas edeceğim.

Sevgili vatandaşlarım, hemen peşinen şunu söyleyeyim ki, her yerde ifade etmeye çalıştığım, o yalan makinelerinden mütemadiyen yalanlar çıkaran, ona buna çamur sıçratan, malum çevreler şöyle bir haber yaymaya başlamışlar:

Sözde, bu Anayasa kabul edilirse, işçilerin hiçbirisi siyasetle uğraşamayacak ve seçimlerde de oy veremeyecek, aday olamayacakmış. Hepsi yalandır, hem de kuyruklu yalandır.

Bizim temiz işçilerimiz ne bilsin, herkesi kendisi gibi kabul ediyor. Bazen öyle yalanlara da kanabiliyor. Nitekim, bir grup işçi, ta Ankara’ya kadar gelerek, bunu öğrenmek istemiş. Hakikati öğrendikten sonra da müsterih olup dönmüşler. Bir sürü de yol parası vermişler zavallılar.

Bu hususu peşinen söylüyorum ki, bir kısım işçi arkadaşların arasında bu gibi yanlış haberlere inananlar varsa, doğruyu bilsinler.

Sevgili Adanalılar, geçmişte bu memleketin, işçi olaylarından ne büyük zararlara uğradığını sizler de biliyorsunuz. Yalnız İzmir TARİŞ İplik Fabrikasında 100 milyon lira civarında, tahribattan mütevellit zarar- ziyan olmuş ve bu zarar – ziyanı Devlet ödemiştir.

Fabrika tamir edilinceye kadar geçen aylar içerisinde uğradığı zarar ve memleket ekonomisine yüklediği yük, bunun dışındadır. 100 milyonun dışındadır.

Buna benzeyen kanunsuz grevler ve kanunsuz işgaller ve bunların sonucunda yine uğranılan zarar ve yurdun bu yüzden çektiği ekonomik sıkıntıları hep beraber yaşadık.

Bu konuda birkaç misal vereceğim sizlere. Biliyorsunuz bu memleket tütün yetiştirir. Hatta yetiştirdiğinin fazlasını dışarıya ihraç eder, satar. Yurt içindeki vatandaşlarımızın sigara ihtiyacını karşılayacak kadar fabrikası da var. Fakat gelin görün ki, seneler ve senelerce, her gelen iktidar döneminde bu sigara problemi çözülemedi. Vatandaş, sigarasını karaborsadan almak zorunda kaldı. O tarihlerde 35 lira olan bir paket sigarayı karaborsadan 60 – 70 lira arasında zorla bulabiliyordu. Bulabilirse o da. Bunun sebebi neydi?

Sebebi, fabrikaların tam kapasiteyle çalışmaması, işlerin yavaşlatılması, sigara kaçakçılarının ve karaborsacıların da bunları teşvik etmesiydi. Bugün, yeni fabrika devreye girmeden bütün yurdun sigara ihtiyacı karşılandığı, yapılmış olarak dış ülkelere satılabildiği gibi, ayrıca, depolar da sigara ile dolu bir vaziyette bulunuyor.

Yine, bir zamanlar memlekette elektrik ampulleri bulunmuyor ve herkes Türkiye dışından temin etme yarışına girişiyordu.

Memlekette ampul fabrikası mı yok? Ürettiği kafi mi gelmiyor? Hayır, ama memleket ekonomisini gittikçe daha kötüye sürüklemek isteyenler, ideolojik maksatlı greve başvuruyorlar.

Aylarca ve senelerce fabrikalar kapalı kalıyordu. Üstelik işsiz kalan işçilerimizin ücretleri, ilgili sendika tarafından verilmiyordu. Hatta yarısı verilse, işçi katlanabilecekti. Fakat ne gezer. Ayda bin veya iki bin lirayı vermek suretiyle işçiyi de perişan duruma sokarlardı. O işyerindeki işçiler grevde ise, ücretlerini alamazlar veya biraz evvel söylediğim gibi bin – iki bin lira alırlar, ama, işyerinin bağlı olduğu sendikanın idareci ve yöneticileri, aylıklarını muntazaman alırlardı.

Türkiye’de bütün askeri birliklerin pillerini karşılayan bir pil fabrikası, iki sene grev yüzünden imalat yapamamış ve Silahlı Kuvvetler, pil ihtiyacını döviz vererek dışarıdan almak zorunda kalmıştı. Sebebi yine ideolojik ve biraz da pil imal eden diler fabrikaların bunu teşvik etmeleridir.

Daha buna benzer, yüzlerce misal vermek mümkündür.

Sevgili vatandaşlarım, şimdi yeni hazırladığımız Anayasada çalışma hayatını düzenleyen esaslardan bahsedeceğim.

Bu esaslar yeni Anayasanın en fazla eleştirisine uğramış hükümleri arasında bulunmaktadır.

Yeni Anayasanın bu konudaki bir kısım hükümlerine yapılan itirazlar, benim ve Konsey üyesi arkadaşlarımın da hassasiyetini üzerine çekmiştir.

Evvela dikkatinizi bir gerçek üzerinde yoğunlaştırmanızı isterim. Bizler askeriz. İşçi hayatının da, işveren hayatının da içinde yetişmiş değiliz. O halde bu alandaki meselelere tamamen objektif olarak yüzde yüz tarafsız bir gözle bakabilecek bir mevkide bulunuyoruz. İki taraftan hiçbirine özel bir mensubiyetimiz bulunmadığına göre, sadece objektif bilgilerin, geçmiş tecrübelerin ve özellikle memleket menfaatlerinin ışığı altında meseleleri ele alabilmek imkanına sahip bulunuyoruz.

Anayasanın her maddesi ve maddelerdeki her bir hüküm üzerinde büyük hassasiyetle durmuşuzdur. Bundan kimse şüphe etmesin. Bilhassa çalışma hayatına ilişkin esaslar biraz aşırı sayılabilecek eleştirilere hedef olunca, bu esaslar üzerinde hassasiyetimiz daha da yoğunlaştırılmıştır.

Biz, iki taraftan hiçbirine mensup olmadığımıza göre, belki çalışma hayatına uzaktan baktığımız söylenebilecektir. Hayır, çalışma hayatına uzaktan değil, aksine çok yakından bakıyoruz. Yüzde yüz tarafsız bir gözle, bu münasebetlerin tarihi gelişimi içinde geçirdiğimiz tecrübelerin ve milletçe alınan derslerin ışığında sadece ve sadece vatandaşlarımızın ve memleketin menfaatleri yönünden meseleye bakıyoruz.

Bunu ispat etmek ve meselelere gerçekten ne kadar tarafsız bir gözle baktığımızı ortaya koymak bakımından, bütün mevzuatı, tarihi gelişiminden, yani başlangıcından ele alıp tahlil etmek istiyorum sizlere.

Biraz zamanınızı alacağım ama, işçi ve işveren münasebetlerinin tarihine kadar gideceğim, onun için iyi dinleyin.

Hepiniz bilirsiniz ki, üretimin iki ana unsuru vardır. Biri emek, diğeri sermayedir. Bu iki ana unsur, iki tip insanın şahsında tecelli eder. Biri işçidir, yahut diğer bir tabirle çalışandır, diğeri sermaye sahibi, yani işveren veya diğer bir tabirle çalıştırandır. İşçi, ekonomik bakımdan işveren karşısında güçsüzdür. İşveren ise ekonomik bakımdan güçlüdür. En azından işçiye karşı güçlü durumdadır. Fakat bu iki insanın, ikisi de birbirine muhtaçtır. Çünkü yalnız emekle üretim olmaz, muhakkak sermaye de lazımdır. Bunun gibi yalnız sermaye ile üretim olmaz, muhakkak emek de lazımdır.

Dünyadaki ilk sanayileşme hareketlerinde, işçi ve işveren birbirlerine karşı tam bir hürriyet içinde karşı karşıya ve yalnız bırakılmışlardır. Zira sanayileşme devri aynı zamanda temel hak ve hürriyetlerin de artık nazari olmaktan çıkmaya ve fiiliyata dökülmeye başladığı bir devrin başlangıcı ile hemen hemen ayın tarihe rastlar. Bu sebeple o zamanın hürriyet anlayışı içinde “Bırakalım bu iki insanı, yani işçi ve işveren kendi hak ve ilişkilerini kendileri düzenlesinler. Aralarındaki bu ilişkileri kendileri serbest pazarlıkla kursunlar” denilmiştir o tarihte.

Fakat, bunun sonucu ne olmuştur bilir misiniz? İktisaden güçlü olan işveren, zayıf olan işçiyi istismar etmeye başlamıştır. Bu tarihi bir gerçektir. İşveren işçiyi sömürmüştür.

Bütün toplumlarda zengin insanların sayısı, orta halli ve hele fakir insanlardan daha azdır. işverenler üretimde bulunabilmek için, işçiye kesinlikle muhtaç durumda olmalarına rağmen, işveren az, işçi daha çok olduğu için basit tabiriyle arz ve talep kanunu işlemiş, işçi sayısı istihdam imkanlarından fazla olunca, bir iş için pek çok insan aynı zamanda başvurunca, işçi ücretleri düşmüş, bunun yan sıra iş şartları da ağır tutulmuştur. Yani işçi boğaz tokluğuna çalıştırılmaya başlanmıştır.

Bu alanda işçi – işveren münasebetleri insanca bir şekil alıncaya kadar pek çok acı, üzücü, insanlık namına esef verici, hatta utandırıcı mücadeleler cereyan etmiştir.

Neticede bakılmıştır ki, eğer Devlet koruyucu tedbirlerle işçinin yanında yer almazsa, eğer Devlet koruyucu tedbirlerle çalışma hayatını düzenlemezse, işçi ezilmektedir.

Zira aslında her iki taraf da bütün hürriyetlerden istifade etmektedir. Ama, birinin dayanma gücü vardır, diğerinin dayanma gücü yoktur. Bu itibarla nice esef verici olaydan ve tecrübeden ders alan devletler, işçiyi korumak ve onun haklarını kaptırmamak için işçinin yanında yerlerini almışlardır.

Bizim toplumumuz, henüz sanayileşme bakımından geri kalmış bir toplumdur. Bu sebeple de bizim tarihimizde Batıdaki üzücü çatışmalar ve mücadeleler geçmişte görülmemiştir. Çünkü o tarihlerde sermayedar, yani işveren yok denecek kadar azdı Türkiye’de. İşçi ise sanayi işçisi değil, tarım işçisiydi. Tarım alanında da ilişkiler tarihi birtakım esaslara göre sürüp gitmekteydi. Türkiyemizde büyük tarım işletmeleri de bulunmadığı için tarımda bilhassa büyük rençber aileleri, kalabalık çiftçi aileleri, üretimdeki emek unsurunun en büyük kısmını meydana getirmekteydiler.

Memleketimizde sanayileşme, Cumhuriyet devriyle başlamıştır. Ve halen de devam etmektedir. Sanayileşme Cumhuriyet devrinde başlayınca, işçi – işveren ilişkilerini yüzüstü bırakmamak ve Batıda cereyan etmiş çatışmaların memleketimizde tekrarlanmasını önlemek için 1936 yılında 3008 Sayılı İş Kanunu çıkarılmış, tam bir sanayileşme dönemine girilmeden evvel bizzat Devlet iş hayatını ve çalışma münasebetlerini düzenlemek suretiyle işçi ve işverenin arasına girmiştir.

Bu suretle de çalışma hayatının münasebetleri toplumda diğer münasebetler gibi ikili münasebetler şeklinden çıkmış, Batı’nın birçok ülkelerinde de görüldüğü üzere üçlü münasebet halini almıştır. Yani artık çalışma hayatımızda işçi ve işveren tek başlarına karşı karşıya değildirler . Aralarında Devlet vardır.

Sevgili vatandaşlarım, işçi işverene nispetle daha ziyade korunmaya muhtaç olduğu için Devlet, işverenden ziyade esas itibariyle işçiyi korumak amacıyla işçi – işveren münasebetlerine müdahale etmiş ve bunların arasına girmiş bulunuyor.

Bu suretle iş hukuku yeni bir gelişme yönünü tutmuştur.

Hatırlatmak isterim ki, iş hukukunun en önemli kuralı, işçi – işveren münasebetlerini düzenleyen hukuk kaidelerinin yorumlanmasında bir tereddüt hasıl olursa, yorumun daima işçi lehine yapılacağı hususundaki kuraldır. Bu, hukuk kuralıdır. Bir anlaşmazlık çıkarsa daima işçi lehine bir kural işler.

Çalışma hayatımız bu suretle gelişirken, sendikaların kurulması, toplu iş sözleşmelerinin, grev ve lokavtın kabulüyle iş münasebetleri daha da sağlıklı bir gelişme imkanına kavuşmuş, ama ne çare ki çok kısa bir süre sonra da rayından çıkacak duruma gelmiştir.

Bunun sorumluları katiyetle söylüyorum ki, işçilerimiz değildir. Bunun sorumluları olarak sendikacılarımızın hepsini de gösteremeyiz. Bunu söylemek büyük bir haksızlık olur. Vatansever ve memleketini düşünen sendikacılarımız çoğunluğu teşkil etmektedir.

Ama, bu arada bazı sendikacıların eliyle de sendikacılık, asıl gaye ve maksatlarından saptırılmıştır.

Devlet, işçi – işveren münasebetlerindeki mevkiine ve hakemlik ve arabuluculuk görev ve yetkilerine rağmen hükümetlerin zaafları, kanunların yetersizliği ve yetmezliği ve 1961 Anayasası’ndaki boşluklar ve eksiklikler yüzünden çalışma hayatının rayından çıkmasını önleyememiştir.

Grevler, gerçek maksatlarından saptırılarak, “ideolojik mücadele” silah ve vasıtası haline getirilmiştir. Bir sendika rekabeti başlatılmıştır. Kim daha fazla koparacak yarışına girişilmiştir.

Ekonomik imkanlar elverdiği müddetçe, elbet daha yüksek ücretler ve daha iyi iş şartları için bir mücadele olur. Buna kimse kalkıp da “Haksızdır” diyemez. Ama, grev tehditleri ve ardı arkası kesilmez grevler ve türlü direnişlerle üretim hacmi ve kalitesi düşürülür, bu yüzden milyonlarca tüketici vatandaş bunalımlara sokulur, hastalık tehlikesiyle karşı karşıya kalınır, hiçbir malın dış pazarlara sevkine ve orada rekabete girişilmesine imkan verilmezse, sonunda bu işten kim karlı çıkar?

İş hayatı içinde, işçinin gerçek menfaatlerini, memleketin çıkarlarını düşünmeyen, yalnız ve yalnız kendi menfaatlerinin veya ideolojik mücadelelerinin peşinden koşan ve sendika ağaları denilen bir sınıf insan türemiştir. Bunlar işçilerimizi olur – olmaz sebeplerle derhal grevlere sürüklemişler, ama başlangıçta da söylediğim gibi grev boyunca da aç ve yoksul bırakmışlardır.

Çalışmak isteyenin çalışmasına zorla ve şiddetle karşı koymuşlardır. Dünyanın hiçbir yerinde çalışmıyoruz diye sevinç ifade eden davullu – zurnalı grev yapılmaz.

Ama bizde grev yapılan o işyerinin önünde günlerce davul – zurna çalınmıştır. Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir gösteri yapılmaz. Çünkü çalışmamak bir hüner değildir. Çalışmak hünerdir. İnsan çalışmak için yaratılmıştır.

İşçiyi, dayanılmaz derecede asap bozucu, iş huzurunu ve çalışma barışını kökünden kazıyan bir mücadelenin içine itmişlerdir. İş hayatı ile ilgili olmayan sebeplerle grevler yaptırmışlardır. Bu arada, grevler sırasında işçiler perişan olmuşlardır. Üretim düşmüş, hatta belli mallarda üretim tamamen durmuştur.

Bu sendika ağaları, işçilerimize, işyerlerini işgal ettirmişler, işyerini tahrip ettirmişler, hammaddeleri yaktırmışlar, stokları yaktırmışlar, tahrip ettirmişlerdir. Kendileri perde arkasında olarak, vatansever işçilerimizi, işçi haklarıyla hiçbir ilişkisi bulunmayan bu gibi mücadelelere sevketmişlerdir.

Bunların bu tahripkar gayretlerinden kendi siyasi ikballeri için medet umanlar da çıkmıştır. Onlar da bu mücadeleye girişerek iş hayatım azami bir huzursuzluğa sürüklemişler ve siyasi nüfuzları ile devleti büsbütün aciz durumlara düşürmüşlerdir.

12 Eylül öncesindeki manzarayı kim inkar edebilir? Kim unuttum diyebilir?

Biz her bakımdan bu Anayasada aldığımız tedbirlerle 12 Eylül öncesinin tekerrürünü önlemeye çalışıyoruz. Sadece çalışma hayatında tedbir alıyor değiliz. Devletin, toplumun, fertlerin hayat ve münasebetlerinin her kesiminde yeni tedbirleri öngördük.

Eğer bu tedbirler gereksiz ise söyleyiniz vazgeçelim. Ve tekrar 12 Eylül öncesi olduğu gibi, hatta bu sefer daha beter bir halde geri gelinsin. Buna razı olacak mısınız?

Buna, yani 12 Eylül öncesine, asil ruhlu, temiz kalpli, vatanını, milletini, devletini seven ve korumak için çırpınan hiçbir Türk vatandaşı ve Türk işçisi razı mıdır?

Elbette razı değildir. O halde, aldığımız tedbirler nelerdir? Ve bunlar haksız ve gereksiz tedbirler midir? Şimdi bunları gözden geçirelim.

Çalışma hayatıyla ilgili hükümler şunlardır vatandaşlarım. Anayasa der ki “Çalışma, herkesin hakkı ve ödevidir. Devlet, çalışanların hayat seviyesini yükseltmek, çalışma hayatını geliştirmek için, çalışanları korumak, çalışmayı desteklemek ve işsizliği önlemeye elverişli ekonomik bir ortam yaratmak için gerekli tedbirleri alır”. Devlete bu görevi vermiştir Anayasa. Ve devam eder, “Devlet işçi – işveren ilişkilerinde çalışma barışının sağlanmasını kolaylaştırıcı ve koruyucu tedbirler alır”.

Demin dediğim gibi, işçi ve işvereni karşılıklı bırakmaz, devlet müdahale eder. “Kimse yaşına, cinsiyetine, gücüne uygun olmayan işlerde çalıştırılamaz”. Küçücük bir çocuk, ağır işlerde çalıştırılamaz. Bir kız çocuğu, bir kadın ağır işlerde, ona yaraşmayacak işlerde çalıştırılamaz.

“Küçükler ve kadınlar ile bedeni ve ruhi yetersizliği olanlar çalışma şartları bakımından özel olarak korunurlar. Dinlenmek, çalışanların hakkıdır . Ücretli hafta ve bayram tatili ile, ücretli yıllık izin hakları ve şartları kanunla düzenlenir”.

Şimdi sevgili vatandaşlarım, biraz da, sendika kurma hakkına değineceğim. Ondan bahsetmek istiyorum. İşçiler ve işverenler, üyelerinin çalışma ilişkilerinde ekonomik ve sosyal hak ve menfaatlerini korumak ve geliştirmek için, önceden izin almaksızın sendikalar ve sendika üst kuruluşları kurma hakkına sahiptirler.

Sendika, serbestçe kurulabilir. Sendikalara üye olmak ve üyeliğinden ayrılmak serbesttir. İsteyen sendikaya üye olur, isteyen olmaz. İsteyen sendikadan çıkar, istemeyen çıkmaz.

Hiç kimse sendikaya üye olmaya, üye kalmaya, üyelikten ayrılmaya zorlanamaz. İşçiler ve işverenler ayın zamanda birden fazla sendikaya üye olamazlar. Herhangi bir işyerinde çalışabilmek, işçi sendikasına üye olmak veya olmamak şartına bağlanamaz. “Sen burada çalışacaksın ama illa şu sendikaya üye olacaksın” diye kimse baskı yapamaz. İsteyen istediği yerde çalışabilir.

İşçi sendika ve üst kuruluşlarına yönetici olabilmek için en az 10 yıl bilfiil işçi olarak çalışmış olma şartı aranır. Eskiden bu şart yoktu. Dışarıdan bir kişi, hiç işçilikle alakası olmadığı halde, gelip sendikanın başına otururdu.

Madem ki, bu bir işçi sendikasıdır, işçinin haklarını, sosyal haklarını, ekonomik haklarını koruyacaktır. O halde işçinin içinden gelen bir temsilci oraya gelebilir. 10 sene çalışmadan oraya kimse gelemez.

“Sendika ve üst kuruluşlarının tüzükleri, yönetim ve işleyişleri, Anayasada belirlenen Cumhuriyetin niteliklerine ve demokratik esaslara da aykırı olamaz”.

Şimdi de sevgili vatandaşlarım, sendikal faaliyetlere geçiyorum.

Sendikalar, 13’üncü maddedeki genel sınırlamalara aykırı hareket edemeyecekleri gibi – ki bu 13’üncü maddeyi ben birkaç yerde anlatmıştım. Devletin, milletin bölünmezliği, bütünlüğü, Cumhuriyeti, vesaireyi tahrip edecek hareketlerdi onlar. siyasi amaç güdemezler, siyasi faaliyette bulunamazlar, siyasi partilerden destek göremezler ve onlara destek olamazlar.

Çünkü sevgili vatandaşlarım, bu sendikadır. Sendika, işçinin ekonomik ve sosyal haklarını koruyacaktır, Eğer siyasetle uğraşmak istiyorsa, gider bir parti kurar veya bir partiye girer. Bu sendikadır. Hem sendika, hem parti olmaz. Onun için sendika sendikalığını, parti partiliğini, devlet devletliğini bilecektir. Derneklerle kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ve vakıflarla, bu amaçla ortak hareket edemezler.

Şimdi burada biraz daha duralım, Biraz daha izah etmek istiyorum bu konuyu, “Sendikalar siyasi amaç güdemezler, siyasi faaliyette bulunamazlar” diyoruz,

Bu hükme kimsenin itirazı olur mu? Tabii olur. Ancak kimin olur? Sendikanın başına geçip de siyasi menfaat umanların olur.

Sendikalar siyasi amaç güdemezler, siyasi faaliyette bulunamazlar. Çünkü o sendikadır. Siyasi parti değildir. Sendika, dünyanın her yerinde aynı şekilde tarif edilir. Sendika demek, çalışanların çalışma faaliyet ve ilişkilerinde, iktisadi ve sosyal hak ve menfaatlerini korumak üzere kurulmuş bir teşekküldür.

Sendikalar, iktidara gelmek için kurulmuş bir siyasi parti değildir. Herkesin olduğu gibi, işçi vatandaşlarımız da siyasi haklarını kullanmak istedikleri zaman, ya tek başlarına hareket ederler veya bir siyasi partiye üye olurlar. Buna engel olacak hiçbir hüküm yoktur Anayasada. Herkes istediği partiye girebilir.

Bir sendikanın siyaset yapması, günümüzde, o sendikanın ideolojik faaliyetlere geçmesi şeklinde ortaya çıkmaktadır. Maalesef böyle oluyor. Sendika üyelerinin ekonomik ve sosyal hak ve menfaatlerini korumak başka şeydir, ideolojik faaliyet ve siyaset yapmak başka şeydir vatandaşlarım.

Biz sağlam ve istikrarlı bir toplum ve devlet düzenine muhtacız. Kimin kim olduğunu, kim olmadığını bilmek mecburiyetindeyiz.

Ya siyasi partidir, bu takdirde siyasetle uğraşması tabiidir, veyahut siyasi parti değildir, o zaman da siyasetle uğraşamaz. Gayesi ne ise o gaye ve maksat için faaliyette bulunabilir. .

Derneklerle, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ve vakıflarla da bu amaçla ortak hareket edemezler. Çünkü onlar da sendika değil dernektir, vakıftır, meslek kuruluşudur. Hepsinin kendine göre vazifesi vardır.

Şimdi sendikal faaliyetlere devam ediyorum. Anayasa diyor ki, “İşyerinde sendikal faaliyette bulunmak, o işyerinde çalışmamayı haklı göstermez”. Yani bir fabrikada bir işçi temsilcisi var. İşçi temsilcisi olmakla, “Ben burada çalışmayacağım” diyemez. Hem çalışacaktır, hem de işçi temsilciliğini yapacaktır.

Ayrıca, Anayasada yine bir kayıt vardır; “Sendikalar üzerindeki devletin idari ve mali denetimi ile gelir ve giderleri, üye aidatının sendikaya ödenme şekli kanunla düzenlenir”. Evvelce sendikalar üzerinde devletin idari ve mali denetimi yoktu. Ne gibi olaylar olduğunu ne gibi rezaletler ortaya çıktığını, İzmit’teki konuşmamda dile getireceğim.

Hatırımda kaldığı kadarıyla, bir sendika üst kuruluşunun, ismini vermeyeyim, 221 milyon lira açığı var.

“Sendikalar gelirlerini amaçları dışında kullanamazlar. Tüm gelirlerini devlet bankalarında muhafaza ederler”. Devlet bankasında diyoruz, diğer bankalar demiyoruz. Sebebi, bir kere, garantiye alıyoruz işçinin parasını. İkinci olarak, başka bankalara gidip de, sendika üst yöneticilerinin “Ben sana şu kadar para yatıracağım, sen bana şu kadar para verir misin?” gibi bazı pazarlıklarını önlemek için bu paralar, Devlet bankalarına yatırılacak. Ancak şimdi bankalardan paralar çekilmesin diye, bir sene daha sonraya bıraktık. İşçilerin paralarını garantiye almak için.

Grev hakkıyla işverenin lokavta başvurması hallerini başka bir şehrimizde açıklayacağım. Yalnız şu kadarını söyleyeyim ki, grev hakkı yine vardır, fakat lokavt bir hak değil, greve karşı uygulanan bir durumdur.

Onun içindir ki, Anayasaya koyarken grev ve lokavt hakkı diye değil, grev hakkı ve lokavt dedik. Lokavt bir hak değildir. Ama grev bir haktır.

Görüyorsunuz ki sevgili Adanalılar, yalnız işçi hakları ile ilgili açıklamalarım bu kadar zaman aldı.

Bu Anayasadaki işçi haklarıyla ilgili kısımları hazırlarken o kadar titiz davrandık ki, bütün ilgililerin, ayrı ayrı fikirlerini dinledik ve yazılanları okuduk. Yazılanlardan maksatlı olanları artık çok iyi biliyoruz. İşçi hakları deyip ağızlarına ve kalemlerine başka hakkı almayanların, esas maksatlarının ne olduğunu bilmeyen kalmadı.

Bunlardan bir kısmının maksadı, memlekete sosyalizmi getirmektir. Bütün çabaları budur. Onun için de en büyük kitle hangisidir? İşçidir. O halde onlara çengel atalım, onların haklarının koruyormuş gibi görünerek maksadımıza ulaşalım düşüncesindedirler.

Bugüne kadar bunun üzerinde çok çalıştılar. Birçok sendikaların başlarına böylelerini geçirmeye de muvaffak oldular. Temiz işçilerimizi sokaklara da döktüler. Ellerine kızıl bayraklar da verdiler. Başka ülkelerin liderlerinin resimlerini de verdiler. Fakat bundan sonra yapamayacaklar.

Artık bunların yüzlerindeki maskeler düşmüştür. İşçilerimiz de bu gibilerini artık iyi tanımaktadır.

Şunu iyi bilesiniz ki, bunlar, demin söylediğim bu gibi kişiler henüz tamamen temizlenmemiştir. İstesek hepsini temizlerdik. Lakin 12 Eylül’den sonra vaktiyle bu çirkin olaylara karışanların hepsini sokağa atsaydık, aileleri ve çocukları da sefil ve perişan olacaklardı.

Kaldı ki bu uygulamayı yapacaklar da, yani sokağa atacak müesseseler de, bazı haksızlıklara sebep olabileceklerdi. Bunları düşünerek bu yola başvurmadık. İstedik ki zamanla doğru yolu öğrensinler. Maksadımız insan harcamak değil, insan kazanmaktır. Bu vatanın evlatlarını doğru yola getirmek, onları o yola sevketmek bizlerin vazifesidir. Yoksa insan harcamak çok kolaydır.

12 Eylül’den sonra bize bu konuda çok müracaatlar oldu. Fakat biz suç işleyenler hariç, diğerlerine bir şey yapmadık. İstedik ki onlar da zaman geçtikçe hatalarını anlasınlar ve doğru yolu bulsunlar.

Biliyorsunuz, Ziya Paşa’nın meşhur bir beyti vardır. Şöyledir: “Nusk ile uslanmayanı etmeli tekdir, tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir”.

Şimdi genç nesiller belki bunu anlamamıştır. İzah edeyim. “Nusk ile uslanmayanı etmeli tekdir”, yani evvela nasihat et diyor, nasihatle uslanmazsa, o zaman çıkış ona, bağır – çağır, eğer ondan da adam olmazsa, o zaman “Döv” diyor. Şimdi, biz evvela nasihatle, eğitimle doğru yolu göstermeye çalışıyoruz.

Adana Türkiye’nin önemli bir sanayi kesimi olduğundan ve burada daha çok işçi vatandaşlarımız bulunduğundan bu konulara ağırlık verdik. Diğer konular üzerindeki açıklamalarımı radyo ve televizyonlardan izliyorsunuz. Bundan sonra da izleyeceksiniz.

Bugüne kadar bize karşı yöneltilen tenkitleri dinledik. Bunlardan makul olanları, memleket yararına olanlarını dikkate aldık. Ancak, memleket yararına olmadıklarına inandıklarımızı da dikkate almadık ve aylar ve aylarca çok titiz çalışma sonucu, 7 Kasım’da sizlerin tasvibine sunulacak olan bu Anayasayı hazırladık. Bu Anayasanın, memleket gerçeklerine en uygun ve Türkiye’yi tekrar 12 Eylül öncesine getirmeyecek bir Anayasa olduğuna inanıyoruz.

Takdir yüce milletindir, sizlerindir sevgili vatandaşlarım. Sizin takdirlerinize sunuyoruz. Bugün biliyorsunuz, zamanım çok kısıtlı olduğundan dolayı hemen yemeği müteakip Antalya’ya hareket edeceğim. Onun için konuşmamı burada kesmek zorunda kaldım.

Tekrar sizlere, hepimiz adına sevgiler ve saygılar sunuyorum ve mutlu yarınlar diliyorum. Hepiniz sağolun. Allahaısmarladık.

İçeriğimize yorumda bulunmak ister misiniz?

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

İlginizi Çekebilir

Siteden...

İlgili İçerikler