Perşembe, Mayıs 9, 2024
Ana SayfaÖzel Dosyalar12 Eylül BelgeleriKenan Evren'in 1980 Anayasası'nı Tanıtma Konuşmaları - 2

Kenan Evren’in 1980 Anayasası’nı Tanıtma Konuşmaları – 2

- Advertisement -

İstanbul konuşması (4.11.1982)

Devlet Başkanı Orgeneral Kenan Evren, “1982 Anayasası’nı Devlet Adına Tanıtma Programı” ile ilgili yurt gezisi çerçevesinde 4 Kasım 1982’de İstanbul Taksim Meydanı’nda bir konuşma yaptı. 
 
Devlet Başkanı Orgeneral Evren’in İstanbul konuşmasından…

 “12 Eylül’den sonra bu tarihi Taksim Meydanı’nda ilk defa böyle bir toplantı yapılmaktadır. 12 Eylül’den evvel bu meydan çok mitinglere, toplantılara sahne oldu. Bugünkü gibi her taraf Türk bayraklarıyla donatılacağına kızıl bayraklarla donatılırdı.”

 “Bu meydanın tarihe mal olmuş adının bile değiştirilmesi için, “1 Mayıs Meydanı” dedirtmek için az mı çaba sarf edildi? Milletin reaksiyonundan çekinmeselerdi onu da yapacaklardı. Eğer 12 Eylül Harekatı yapılmasa ve onlar bu Harekatı yapsalar ve muvaffak olsalardı, bu meydanın ismi ne olacaktı biliyor musunuz sevgili vatandaşlarım? “Kızıl Meydan” olacaktı.”

 “Bağımsız bir devlet, hele bu Cumhuriyet olursa, 5 – 10 kişiye, 300 – 500 kişiye, bin kişiye papuç kaptırmaz. Taviz vermez. Verirse o zaman o devlet olmaz. Devletlik vasfı kalkar ortadan. Biz Türkiye Cumhuriyeti Devletiyiz. Böyle kişilerle pazarlık yapamayız.”

 “Basın hürriyeti gibi bir hürriyet, sadece basın mensuplarının değil, vatandaşların da, milletin de, hükümetin de, devletin de bir meselesidir.”

 “Basın hürriyetinden yararlananların sadece basın mensupları olduğu söylenebilir mi? Basının menfaatleri ile milletin basın hürriyetinden olan menfaati aynı şey değil midir? Bir tarafta idare, öte tarafta basın, demokratik bir yönetimde durmadan çarpışan birer kuvvet olarak görülmemelidir.”

 “Biz hiçbir zaman kanunlara saygılı, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü ilke edinmiş, Atatürk ilke ve inkılaplarına gönülden bağlanmış ve onu saptırmaya çalışmamış, şerefli Türk basınının hak ve hürriyetlerini kısıtlamadık, onlara dokunmadık. Biz, vatanı parçalamak, milleti bölmek için her türlü gayretin içinde bulunmuş, aşırı uçlarla aynı paralelde olmuş, olanlara yataklık etmiş basına kısıtlama getirdik.”

 “Eskiden dernekler siyaset dahil her türlü kirli işlerle uğraşırken, şimdi bir nizam içine girince ve doğrusu yapılınca, tenkitlere başladılar. Neden siyasetle uğraşmayı yasaklamışız? Arkadaş, siyaset yapacaksan git parti kur veya mevcut bir partiye gir. Sen bir kamu görevlisisin, siyasi faaliyette bulunamazsın.Sen bir hayır derneği kurmuşsun, hayır işleriyle uğraş. Sen siyasi partilere yardım yapacağına üyelerine yardım sağlamaya çalış. “

 “Vaktiyle göz bebeğimiz üniversitelerimize el attılar. Oraları birer anarşi yuvası haline soktular. Silah deposu olan, silah eğitiminin yapıldığı üniversitelerimiz vardı. Oraya devletin güvenlik kuvvetleri giremezdi. Giremezdi, çünkü orası Türk toprakları değildi, başka bir ülkeydi.”

 “Biz ülkeyi muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkarabilecek nitelikte ve bilgiye sahip gençler mi yetiştireceğiz, yoksa birer anarşist mi? İşte bunu dikkate alarak yeni Anayasamızda üniversitelerimize yalnız bilimsel özerklik tanıdık, idari özerkliği tanımadık.”

 “İki gün sonra Anayasa oylaması için sandık başına gideceksiniz. Benim için, bizim için oy vermeyiniz. Anayasayı düşünerek oyunuzu kullanınız.”

 “O geçirdiğimiz, kara günleri unutmayınız. O ümitsizlikle dolu felaketli günleri, o her gün bombaların, silahların patladığı, kahvelerin, lokantaların, bankaların, sokakların, evlerin makineli tüfeklerle, tabancalarla tarandığı, o her gün ortalama 20 anarşi kurbanının cenazesinin kaldırıldığı günleri unutmayınız ve o günleri hatırlayarak oylamada oylarınızı kullanınız.” 
 

Devlet Başkanı Orgeneral Kenan Evren’in, “1982 Anayasası’nı Devlet Adına Tanıtma Programı” çerçevesinde İstanbul’da yaptığı konuşma şöyle: 

Sevgili İstanbullu Kardeşlerim, Kıymetli Hemşehrilerim, Vatandaşlarım,

12 Eylül’ü takiben yurt içinde birçok şehir ve kasabalara yaptığım ziyaretlerimde, oradaki vatandaşlarıma hitap ettim ve bazen de onların dilek ve ihtiyaçlarını dinledim. İstanbul’a, Türkiyemizin gözbebeği, dünyaca meşhur bu güzel şehrimize de görev icabı çeşitli tarihlerde geldim. Bana birkaç yerde İstanbullu vatandaşlarım sordular, “Paşam, her yerde konuşuyorsunuz da neden İstanbul’a bu kadar geldiğiniz halde, burada konuşmadınız” dediler. Haklıydılar. Hakikaten burada sizlerle konuşmak imkanını yaratamadım. Sebebi vardı, Anadolu’daki diğer il ve ilçelere gittiğimde, Vali’ye yaptığı ziyarette, halk Vilayet binası önünde toplanıyor, ben de hemen oradan, Vilayet balkonundan halka kısa da olsa hitap edebiliyordum.

İstanbul Vilayet binasının önünde, böyle bir imkan yoktu. Olmayınca, özel olarak bir gösteri mitingi şeklinde, bu meydanda o konuşmayı yapmam gerekirdi ki, o takdirde İstanbul’un bütün trafik düzeni şehir hayatını aksatır ve birçok vatandaşı bu yüzden rahatsız edebilirdim. Nitekim bugün öyle oldu.

Sevgili vatandaşlarım, biz askeriz, daima gösterişten uzak durmaya, görevimiz ne ise onu yapmaya çalışırız. “Takdir eden eder” deyip geçeriz. İstanbul’da böyle bir gövde gösterisi yapmak istemedik. İsteseydik, 12 Eylül’ü takip eden günlerde yapardık. Sizlerin en heyecanlı olduğunuz günlerde yapardık bunu. İşte bu yüzden özel olarak İstanbul’da böyle bir toplantı düzenlemedik ve dolayısıyla sizlere de hitap edemedik.

Fakat bugün diğer şehirlerde yaptığım gibi, yeni Anayasa üzerindeki düşüncelerimizi sizlere iletmek ve aynı zamanda, yapılan eleştirilere de cevap vermek ihtiyacını duydum ve bu maksatla sizlerin karşınızda bulunuyoruz. Eğer bugüne kadar İstanbul’da konuşma yapmadığımdan dolayı bana ufak da olsa bir kırgınlığınız varsa, bu sebebi öğrendikten sonra o kırgınlığınızı da bırakmanızı rica edeceğim. Bizlere karşı gösterdiğiniz bu büyük hüsnü kabul ve karşılamadan dolayı hepinize ve buraya gelmek isteyip de gelemeyen, radyo ve televizyonları başında beni dinleyen vatandaşlarıma en içten teşekkürlerimi sunuyorum.

12 Eylül’den sonra bu tarihi Taksim Meydanı’nda ilk defa böyle bir toplantı yapılmaktadır. 12 Eylül’den evvel bu meydan çok mitinglere, toplantılara sahne oldu. Bugünkü gibi her taraf Türk bayraklarıyla donatılacağına kızıl bayraklarla donatılırdı. Yalnız bizim değil, Türk milletinin değil, bütün dünyanın hayran kaldığı; yalnız Türk milletine değil, mazlum ve esir milletlere de kurtuluş meşalesi olan eşsiz Atatürk’ün resim ve portreleri yerine, başka ülkelerin liderlerinin resimleri ellerde taşındı, binalara asıldı.

Bu meydanın tarihe mal olmuş adının bile değiştirilmesi için, “1 Mayıs Meydanı” dedirtmek için az mı çaba sarf edildi? Milletin reaksiyonundan çekinmeselerdi onu da yapacaklardı. Eğer 12 Eylül Harekatı yapılmasa ve onlar bu Harekatı yapsalar ve muvaffak olsalardı, bu meydanın ismi ne olacaktı biliyor musunuz sevgili vatandaşlarım? “Kızıl Meydan” olacaktı. Bu meydanda az mı vatandaş kanı akıtıldı? Bir tarihte, 1 Mayıs’ı kutlayalım derlerken, 36 vatandaşımızın kanları bu meydana aktı. Artık o günler geride kaldı. Onlara sebep olanlar, bugün adil Türk mahkemeleri önünde hesap vermektedirler.

Sevgili vatandaşlarım, söz buraya gelmişken, dün Almanya’nın Köln şehrinde cereyan eden o müessif olaydan bahsetmek istiyorum. Burada emellerine muvaffak olamayacağını anlayan mel’unlar, biliyorsunuz yurt dışına kaçtılar.

Bunların bir kısmı, bir haylisi de içimizde dolaşıyor, merak etmeyin. Yedi bin küsürü halen dışarıdadır. Bunlardan bir grup, Dev – Sol denilen bir grup, dokuz kişilik bir grup Köln Başkansolosluğumuzu bastılar, biliyorsunuz. Saat dörtbuçukta. Sabaha karşı teslim oldular. Ama beş – altı vatandaşımızın yaralanmasına sebep oldular.

Şimdi Sevgili vatandaşlarım, bunların rakamı 2583’tür. Bunlardan 1811 kişi hakkında dava açılmıştır. Bu 1811 kişiden 651’i adam öldürmekten idam talebiyle yargılanmaktadır.

Sevgili İstanbullu Kardeşlerim, Vatandaşlarım,

Bunlar bazı tavizler istediler bizlerden. Oradaki vatandaşlarımızı rehin aldıktan sonra. Biz bugüne kadar hiçbir taviz vermedik. Bundan sonra da vermeyeceğiz, bunu bilsinler. Eğer bütün milletler aynı tutum içinde olsalar, zaten bu uluslararası terör de, durmasa da azalır. Yavaş yavaş yok olur. Şunu burada ifade etmek istiyorum ki, eğer böyle terörist kişiler 50 kişiyi rehin alsalar ve “Bir kişiyi oradan salıverin, biz de karşılığında burdan salıvereceğiz” deseler, biz, o bir kişi için bile bu tavizi vermeyeceğiz.

Çünkü bir devlet, bağımsız bir devlet, hele bu Cumhuriyet olursa, böyle 5 – 10 kişiye, 300 – 500 kişiye, bin kişiye papuç kaptırmaz. Taviz vermez. Verirse o zaman o devlet olmaz. Devletlik vasfı kalkar ortadan. Biz Türkiye Cumhuriyeti Devletiyiz. Böyle kişilerle pazarlık yapamayız.

Sevgili vatandaşlarım,

Bugüne kadar muhtelif şehirlerimizde yaptığım konuşmalarımda, Anayasamızın önemli gördüğüm bazı hükümleri üzerinde açıklamalarda bulundum. İstedim ki, böylece Türk milletinin her ferdi, bu Anayasa neymiş, bize ne getiriyormuş, daha evvelki, yani 1961 Anayasası ile arasında ne gibi farklar varmış, öğrenmiş, bilgi sahibi olmuş olsun.

Vatandaş madem ki bu Anayasaya (Kabul) veya (Ret) diyecek, O halde bu Anayasa nedir ki (Kabul) veya (Ret) diyebilsin ve üzerinde düşünsün ve vicdanının sesine uyarak oyunu kullansın. Gerçi bizlere inandığınızı ve güvendiğinizi biliyorum ama, belki inanmayanlar da vardır. O halde, onlara da bu Anayasayı anlatmak lazımdır. İşte ben bu görevi yapıyorum. Bazıları şöyle düşünebilir “Bir Devlet Başkanı da bu görevi yüklenir mi ?”. Yüklenir sevgili vatandaşlarım, yüklenir… Madem ki en son bizim elimizden geçerek bu son şeklini aldı, o halde bunun savunuculuğunu yapmak da bize düşer.

Dünyada artık krallıklar, padişahlıklar devrindeki devlet başkanlığı anlayışı değişmiştir. Bugünkü devlet başkanları, babadan oğula intikal eden bir görev değildir. Bugünün devlet başkanları da halkın arasından gelen bir kişidir. O halde, halkın arasından geldiğine göre, halkla beraber olması, halkına bazı bilgileri şahsen vermesi normal bir olaydır. İşte bunun içindir ki, ben günlerdir halkımın arasında dolaşarak bu görevimi yerine getirmekteyim ve bundan da büyük bir zevk duymaktayım.

Sevgili hemşehrilerim,

Türk basınının merkezi durumunda bulunan İstanbul’da basın hürriyeti mevzuuna değinmemek olmaz. Onun için, az da olsa basın hürriyeti üzerinde duracağım. Bugüne kadar bu konuya hiçbir yerde temas etmedim, buraya sakladım.

Hepinizin takdir edeceği gibi, basın hürriyetinin kullanılmasında çeşitli şekilde etkilenecek olanların sayısı, diğer herhangi bir hürriyetin kullanılmasından etkileneceklerden daha geniştir ve bunun tesirleri daha da anidir.

Kötü maksatlarla kullanılan basın hürriyetinin menfi etkilerinin, toplum üzerinden silinmesi ve bu hürriyetin kötü kullanılmasının önüne geçilmesi, basın mensuplarımızca da kabul edileceği gibi, son derece zordur. Hatta bazen imkansızdır.

Yeni Anayasanın Basın Hürriyetini titizlikle ve teferruatlı olarak düzenlemesinin, bizim seçkin basın organlarımızı rahatsız etmemesi gerektiğini evvelce de işaret etmiştim. Basın kesimi Anayasa ve kanunlardaki bu boşluklardan araya sıkışmaya çalışanların nasıl yararlanabildiklerini, hele süreli yayınların bazı türlerinde anarşist ve bölücülerin basın hürriyetini ne derece kötüye kullanmaya muktedir olduklarını bizlerle beraber görmüşler ve yaşamışlardır.

Bu sebeplerle, Anayasada basına ilişkin hükümleri tartmak ve tartışmakta, görüş açısının daha geniş tutulması ve basın hürriyetinin, bazı yayınlarla hangi noktalara kadar kötüye kullanıldığının gözden uzak tutulmaması, daha insaflı olunması lazımdır.

Basın hürdür sansür edilemez. Basına yayın yasağı da konulamaz. Sadece yargılama görevinin yerine getirilebilmesi için, zaruri durumlarda, hakim tarafından yasak konulabilir. Bu zaruri hususları kanun belirleyecektir.

Tedbir yoluyla dağıtım, hakim kararıyla, gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de, kanunun açıkça yetkili kıldığı merciin emriyle önlenebilir. Dağıtımı önleyen bu yetkili mercii, bu kararını en geç 24 saat içinde yetkili hakime bildirecek. Yetkili hakim bu kararı en geç 48 saat içinde onaylamazsa, dağıtımı önleme kararı hükümsüz sayılacaktır.

Bu suçlar neler olabilir? Şunlar olabilir: Devletin iç ve dış güvenliği ve ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü tehdit eden veya suç işlemeye ya da ayaklanma veya isyana teşvik eder nitelikte olan veya devlete ait gizli bilgilere ilişkin bulunan her türlü haber ve yazı olabilir.

Bu gibi yazıları yazanlar veya bastıranlar ve aynı amaçla basanlar, başkasına verenler, bu suçlara ait kanun hükümleri uyarınca sorumlu olacaklardır.

Gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de dağıtımından önce toplatılabilecektir. Ve 24 saat içinde demin söylediğim gibi hakime bildirilecektir.

Bu gibi suçlar ve bunların işlenmiş sayılma şartları, şekilleri ayrıca kanunda açıkça belirtilecek olmasına rağmen, bizi böyle bir hükmün Anayasaya konulmasını istemeye sevk eden geçmiş olaylardan misal vermek istiyorum.

Farzediniz ki bölücü bir örgüt yahut mezhep kışkırtıcısı, yahut şu veya bu anarşik veya ideolojik maksadın peşinde koşan bir başka kişi, taraftarlarına bir beyanname yayınlıyor.

Bu beyanname ile vatandaşlardan bir kısmını diğer bir kısmının üzerine saldırmaya teşvik ediyor. Yahut bir kısım vatandaşları devlete başkaldırmaya, isyana davet ediyor. Bu beyanname ya müstakilen basılmış veya bir gazetenin sütunlarında yer almıştır.

Sorarım sizlere, geçmişte bunlar olmadı mı? Her gün çeşit çeşit beyannameler sokaklarda dağıtılmadı mı? Hatta beyannameleri almak istemeyenler, bir yeri kırılıncaya kadar dövülmediler mi? Kapıların altlarından evlere atılmadı mı? Afiş olarak duvarlara asılmadı mı? Bombalı pankartlar caddelere, binalara konulmadı mı?

Ne yapalım şimdi? Böyle bir beyannamenin herhangi bir matbaada basılmakta olduğunu yetkili makam haber aldı. Yahut baskı bitmiş de beyanname veya onu ihtiva eden, dergi yahut gazete dağıtılmak üzere paketlenmiş, istif edilmiş. O makam bıraksın mı, dağıtılsın diye?

Yani hitap ettiği kişilerin ellerine geçsin, onları harekete geçirsin veya şurada burada müessif saldırı olaylarına yol açsın. “Ben bunun çaresine sonra bakayım” mı desin? Bu hal daha başlangıçta önlenmesin mi?

Sevgili vatandaşlarım, bir adamı elinde bir silahla, diğerine karşı saldırıyor görürseniz, siz de bu saldırıyı önleyebilecek bir durumda bulunursanız, kamu görevlisi olarak veya vatandaş olarak ne yapardınız? Adam bıçağını çekmiş, binisinin üzerine doğru koşuyor. “Dur bakalım, tam yanına varınca, bıçağını saplayacak mı, saplamayacak mı, şimdiden bilinmez ki” diye bekler misiniz? Yoksa elinizden geliyorsa atlayıp o adamı durdurup elinden bıçağını alır mısınız?

Aziz Vatandaşlarım,

Devlet ve hükümet, iki vatandaşın birbirine saldırmasını seyreden, üçüncü bir vatandaş gibi hareket edemez. Saldırının daha başlangıcını gördüğü anda, onu mutlaka önlemek devletin görevidir.

Devlet bir ihtilal beyannamesi, isyan beyannamesi basılırken veya basılmış, bitmiş de dağıtılmayı beklerken, oturup seyirci kalamaz. Eğer böyle yaparsa, sizler, böyle bir suça karşı seyirci kalan devleti affeder misiniz? Affetmezsiniz. Ama geçmişte bunlar yapıldı ve seyirci kalındı. Böyle beyannameler çok basıldı. Kimse elini süremedi. Neden? Çünkü henüz dağıtılmamış da ondan. Peki ama zaten dağıtıldıktan sonra, mesele kalmıyor ki. Mektup adresine varmış oluyor. Ben bunların onbinlercesinin, yüzbinlercesinin kimin eline geçtiğini teker teker tespit edip, onları bulup, onlardan mı toplatacağım? Bu mümkün müdür vatandaşlarım? Elbette mümkün değildir.

Devlet işlenmekte olan suçların seyrine bakamaz. Devlet suçların karşısına geçip seyretmeye mezun değildir. Devlet önlemekle görevlidir. Bu gibi basılmış beyanname veya yayınların bir de dağıtılmış olanını toplatma durumu var. Bu hakim kararıyla olabilir. Buna kimse ses çıkaramaz elbette. Fakat öyle haller düşününüz ki, basılmış olan bu broşür veya bildiri veya mecmua dağıtılıp duruyor sokakta. Bu, birkaç saatlik mesele olabilir. Eğer derhal harekete geçmezseniz, iş işten geçebilir.

Mahkemeye müracaat edecek zaman yoktur. Etseniz bile, bir hakimin karar verebilmesi bir tedbir kararı alabilmesi için asgari bir inceleme yapmaya ihtiyacı olabilir. Muhakkaktır ki, o zaman da atı alan Üsküdar’ı geçer.

Bunlar, bizim gibi suikastlere hedef olmuş milletlerin hayatında görülmemiş şeyler değildir. Böyle bir durumda idare olarak, bir yandan süratle mahkemeye başvurup, toplatma kararı isterken, öte yandan da o yayını toplatabilmelisiniz. Bu toplatma yetkisi hiç şüphe yok ki, sorumluluğunu idrak etmiş bir yüksek makama verilecektir. Bu makam en geç 24 saat içinde hakime başvuracaktır. Hakim de bu hususta 48 saat içinde kararını verecektir. Eskiden olduğu gibi, haftalar ve aylarca sürüncemede kalmayacaktır.

Bir de şu hususlar ileri sürülüyor: “Ya bu, yol olur da, yüksek idari amirler, sık sık ve olur olmaz toplatma kararı verirlerse, hakim sonradan o kararı kaldırsa bile iş işten geçer”.

Yüksek idare amirleri böyle bir yola girecek ve bu yöndeki yetkilerini sorumsuzca kullanmaya başlayacak olurlarsa, bir hükümet var. Hükümetin de denetleyicisi olan bir Meclis var. Nihayet hepsinin de üzerinde bir millet var.

Kamu görevlileri ve hatta yüksek idare amirlerinden bazıları zaman zaman başka türlü kendilerine verilen yetkileri suistimal edebiliyorlar. Böyle birkaç kişi, bu yetkileri suistimal ediyor diye, o kamu görevlilerinden veya idare amirlerinden o yetkileri almak mı gerekir? Kaldı ki, basın gibi bir müesseseye karşı bu türlü yetki suistimalleri oldu mu, bunun sorumlusundan elbette hesap sorulur ve başka yol kalmadıysa hükümler değiştirilir.

Basın daima haklıdır ve basının karşısında kim varsa, o da daima haksızdır gibi bir kaideyi nereden ve niçin çıkarıyoruz. Ne için Anayasa da veya kanunlarda bu husustaki hükümleri bilmeden bir basın düşmanlığı havası içinde uygulanacağını esas olarak kabul ediyoruz.

Basın hürriyeti gibi bir hürriyet, sadece basın mensuplarının değil, vatandaşların da, milletin de, hükümetin de, devletin de bir meselesidir.

Basın hürriyetinden yararlananların sadece basın mensupları olduğu söylenebilir mi? Basının menfaatleri ile milletin basın hürriyetinden olan menfaati aynı şey değil midir? Bir tarafta idare, öte tarafta basın, demokratik bir yönetimde durmadan çarpışan birer kuvvet olarak görülmemelidir.

Kamu görevlileri yetkilerini kötüye kullanabilirlerse, basın da haiz olduğu hak ve hürriyetleri asla ve hiçbir zaman ve hiçbir sebeple kötüye kullanamaz mı? “Basın, kendisini kontrol etsin, en iyi şekil budur” diyerek, vaktiyle 1961’den sonra (Basın Ahlak Yasası ve Basın Şeref Divanı) kurulmuş. Bakınız, bütün basın şu taahhütte bulunmuş o zaman. Taahhütnameyi okuyorum:

“Hürriyete liyakatın başta gelen şartının hürriyet içinde, kendi kendini kontrol edebilmek olduğuna inanan Türk basın müesseseleri, demokrasinin temel unsurlarından olan basın hürriyetinin topluma ve demokratik düzene en yararlı bir yolda işlemesini sağlamak için tespit ettikleri ‘Ahlak Yasasına’ ve bu yasayı yürütmekle görevli ‘Basın Şeref Divanının’ kararlarına uymayı kabul ve taahhüt ederler”.

Bugüne kadar işlediğini gördük mü bu taahhütnamenin? Maalesef göremedik.

Basın Ahlak Yasası’nda 10 madde vardır uyulması gereken. Yani taahhüt ettikleri 10 madde vardır. Ben bunlardan birkaçını okuyacağım şimdi sizlere. Bir tanesi şöyle der:

“Yazı, haber, fotoğraf vesair şekillerle yapılacak yayınlarda şu hususlara riayet edilir:

Ahlaka aykırı veya müstehcen yayında bulunulamaz”. Bulunan basın yok mu? Hani kendi kendini kontrol edecekti? Bugüne kadar niye buna mani olmadı?

İkincisi, “Şahıs, müessese ve zümreleri hedef tutan galiz yazılar, galiz kelimeler kullanılamaz, şeref ve haysiyetlere karşı haksız yayın yapılamaz”.

Başka bir fıkra, “Amme menfaatini ilgilendirmeyen hallerde, fertlerin hususi hayatları, küçük düşürücü şekilde teşhir edilemez. Şahıslar, müesseseler veya zümreler aleyhine iftira ve isnatta bulunulamaz”.

 Başka bir fıkra “Din istismar edilemez”. Edilmedi mi bugüne kadar basında?

Yine başka bir fıkra “Gazetenin ve gazetecinin şahsi veya taraf tutan kanaatlerine metinde yer verilemez”.

Başka bir fıkra “Amme menfaati mutlak lüzum göstermedikçe mahrem kaydıyla verilen malumat yayınlanamaz”.

Daha 10 tanedir bu. Ben size, dört beş tanesini okudum.

Şimdi sevgili vatandaşlarım. Niçin, bütün basını bir tutuyoruz? Farzediniz, vatandaşların şu veya bu hareketleri için ceza hükümleri öngördüğümüz zaman, maksat bir fırsatını bulup, bu cezaları bütün vatandaşlara tatbik etmek midir? Yoksa, belli suçları önlemek midir?

Basın için de, “Şu veya bu hareketler suç olur. Dağıtımın önlenmesini gerektirir. Yahut toplatmayı gerektirir” dediğimiz zaman, bunu, bu hareketleri yapmamış, bu suçları işlememiş bir basına karşı da mutlaka uygulamak için mi çırpınıyoruz?

Sevgili vatandaşlarım, 12 Eylül’den evvel birçok gazeteler vardı, isimlerini vermiyorum, bilirsiniz siz onları.

Bundan Isparta ve Burdur konuşmalarımda bilhassa bahsettim. Bu gazete ve mecmualar, her gün polisin, emniyet mensuplarının, MİT mensuplarının, hatta, vatan savunması için hazırlanan bir teşkilatımızın mensuplarının fotoğraflarını, adreslerini, telefon numaralarını verirdi. Ve bunlardan birkaç tanesi, verilen bu adreslerde bulundu ve öldürüldü.

Ondan sonra Jandarma Genel Komutanlığımızın kişiye özel, çok gizli kaydıyla yayınladığı bir emri, gazete sayfalarında yazdı. Hani yapmayacaktı mahrem olan şeyleri. Bunları kimse önleyemedi.

Biz, böyle basına karşı, bu kısıtlamaları getirdik. Basın hürriyeti konusunda sevgili vatandaşlarım, en son olarak şunu söylemek istiyorum.

Biz hiçbir zaman kanunlara saygılı, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü ilke edinmiş, Atatürk ilke ve inkılaplarına gönülden bağlanmış ve onu saptırmaya çalışmamış, şerefli Türk basınının hak ve hürriyetlerini kısıtlamadık, onlara dokunmadık.

Biz, şimdiye kadar saydığım ve geçmişte çok örnekleri görülmüş, bugün kapatılmış, ertesi gün aynı kadrosuyla, başka bir isim altında tekrar yayınlanmaya başlanmış, vatanı parçalamak, milleti bölmek için her türlü gayretin içinde bulunmuş, aşırı uçlarla aynı paralelde olmuş, olanlara yataklık etmiş basına kısıtlama getirdik.

Basının haiz olduğu yeri bütün milletçe takdir ediyoruz. Ama bunu kötüye kullananlara da aynı hakları vermemizi herhalde sizler de ve kıymetli basın mensuplarımız da istemezler. Aralarına böyle kişilerin sızmasını onlar da istemezler.

Sevgili vatandaşlarım, şimdi biraz da derneklerden bahsetmek istiyorum.

İnsanların meydana getirdikleri birliklerin en yaygın olanı derneklerdir. O kadar yaygın bir hale gelmiş ki, Türkiye’de hatırımda kaldığı kadar 46 bine yakın dernek meydana çıkmış. Dernek kurmak serbest ya, önüne gelen kurmuş, kurmuş ama bugüne kadar hiçbir dernek, devlet tarafından denetlenememiş. Nasıl denetlensin 46 bin tane dernek.

Bu dernekler kuruluş maksadına uygun mu faaliyette bulunuyor, yoksa memleketi yıkmak, parçalamak için, gizlice planlar mı hazırlıyor? Derneğin ismini bir paravan olarak mı kullanıyor belli değil. Yeni Anayasamızda da dernek kurmayı serbest bıraktık. Bir kısıtlama getirmedik. Anayasada dernek kurmak hürriyetleriyle ilgili madde şöyle başlamaktadır:

“Herkes, önceden izin almaksızın dernek kurma hakkına sahiptir”

Sevgili vatandaşlarım, derneklerin kuruluş maksatlarının dışında faaliyet göstermemeleri lazımdır. Zira, başka maksatlara hizmet eden birlikler de vardır. Mesela ticaret yapıp para kazanacaksanız, şirket kurarsınız. Siyasetle uğraşmak istiyorsanız, parti kurar veya partiye girersiniz. İşçi – işveren ilişkilerinde mesleki hak ve menfaatleri koruyacak, toplu görüşmeler, toplu sözleşmeler, grev yapacak iseniz, parti değil, sendika kurarsınız.

Bu bütün dünyada böyledir. Bizde de yakın yıllara gelinceye kadar böyleydi. Fakat sosyal hayatımızı, milli hayatımızı, hukuk ve devlet düzenimizi alt – üst etmek isteyenler, bu alanlarda da rahat durmadılar. Bütün bu teşekkülleri birbirlerine karıştırdılar.

Bu keşmekeş, bu maksatlı kargaşa, bilhassa mesleki dernekler ve meslek teşekküller alanında bütün fecaatiyle kendisini gösterdi.

Esasında bu mesleki derneklerin kuruluş maksadı, o hizmette çalışanların fikri, manevi, mesleki gelişmelerine elbirliği ile yardımcı olmak, bu masum gayeyi elbirliği ile gerçekleştirmektir. Ama gelin görün ki, bu maksat bir tarafa bırakılmış, o kamu hizmetinin personelini siyasi ve hatta ideolojik bir örgüt halinde toplamışlardır. Her dereceden kamu görevlisini içine almak suretiyle o kamu hizmetini ele geçirmişler. Sanki Devlet, o kamu hizmetini düzenlememiş, teşkilatını kurmamış, personelini tayin etmemiş, bunları amirler ve memurlar olarak tertiplememiş gibi, bu mesleki dernekler, kamu hizmetindeki personeli mümkün olan azami nispette kendi içlerine almışlar, aralarına katılmayanlara o hizmette barınma ve çalışma hakkı tanımamışlar. Ondan sonra da derneğin içinde genel başkan, genel sekreter, yönetim kurulu üyeleri, çeşitli faaliyet kollarının başkan ve üyeleri diye tertiplenerek kendi idarelerinin, hatta hükümetin, hatta devletin karşısına dikilmişler.

Bir genel müdür mü var, karşısında da Der’li, Bir’li veya başka isimde bir dernek başkanı var. Ama bunun birisi genel müdür, diğeri, belki onun emrinde çalışan bir memur. Hakikatte ise hükmeden, emir veren o derneğin başkanı. Genel müdür değil.

1961 Anayasası’nda olduğu gibi dernekler, devletin, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünün, milli egemenliğin, cumhuriyetin, milli güvenliğin, kamu düzeninin, genel asayişin, kamu yararının, genel ahlakın ve genel sağlığın korunması amaçlarıyla, bu Anayasamızda da sınırlamalara tabi tutulabilmektedir.

Ayrıca, yeni Anayasaya şunları da koyduk:

— Dernekler siyasi amaç güdemezler,

— Siyasi faaliyette bulunamazlar,

— Siyasi partilerden destek göremezler,

— Onlara destek olamazlar,

— Sendikalar, kamu kurum niteliğindeki meslek kuruluşları ve vakıflarla bu amaçla ortak hareket edemezler.

Bu şartlara riayet etmeyen, kuruluş amaç ve şartlarını kaybeden yahut kanunun öngördüğü yükümlülükleri yerine getirmeyen dernekler, kendiliğinden dağılmış sayılırlar.

Ayrıca, Silahlı Kuvvetlerle, kolluk kuvvetleri mensuplarıyla kamu hizmeti görevlilerinin dernek kurmak haklarına da sınırlama getirilebilecektir.

Elbette Silahlı Kuvvetler mensupları dernek kuramaz, emniyet mensupları da kuramaz. Kamu görevlilerini de bazı sınırlamalara tabi tuttuk. Bu bakımdan Anayasaya bu hükmü getirdik.

İşte sevgili vatandaşlarım, eskiden dernekler siyaset dahil her türlü kirli işlerle uğraşırken, şimdi bir nizam içine girince ve doğrusu yapılınca, bundan mutazarrır olanlar tenkitlere başladılar. Neden siyasetle uğraşmayı yasaklamışız?

Arkadaş, siyaset yapacaksan git parti kur veya mevcut bir partiye gir. Sen bir kamu görevlisisin, siyasi faaliyette bulunamazsın.

Sen bir hayır derneği kurmuşsun, hayır işleriyle uğraş.

Sen bir yurt yaptırma derneği kurmuşsun, siyaset ile uğraşacağına, yurt yapmakla uğraş.

Sen siyasi partilere yardım yapacağına üyelerine yardım sağlamaya çalış. Sen sendikalarla işbirliği yapacağına, aynı maksatla, senin gibi maksatla kurulmuş derneklerle işbirliği yap. Sendikacılığa hevesleniyorsan gider işçi olursun, seçilebilirsen sendika yöneticiliğine gelirsin, yoksa dernek kurup da sendikacılık yapamazsın.

Sevgili İstanbullu hemşehrilerim, İstanbul biliyorsunuz bir üniversite şehridir. Üniversitelerimiz üzerinde de birkaç noktaya kısaca değinmek istiyorum. Üniversitelerimiz birer ilim ve irfan müesseseleridir. İleride devletin üst kademelerine onlar geçecek ve devletin idaresini ellerine alacaklardır. Devlet idaresi kolay değildir. En küçük görevlisinden en büyüğüne kadar büyük sorumlulukları olacaktır. Bunu dış güçler çok iyi bildiklerindendir ki, vaktiyle bu göz bebeğimiz üniversitelerimize el attılar. Oraları birer anarşi yuvası haline soktular. Birçok fakültemiz  o hale geldi ki, okumak isteyen fakülteye can korkusundan gidemez oldu veya o anarşistlere uymak zorunda kaldı, başka çaresi yoktu. Sınıf geçmek bile bilgiye değil, kaba kuvvete dayandırıldı. O zaman öğretim görevlileri tekme tokat kürsüden indirildi ve dershaneden çıkartıldılar.

Bunları oralarda okuyanlar ve evlat sahibi olanlar çok iyi hatırlarlar. Silah deposu olan, silah eğitiminin yapıldığı üniversitelerimiz vardı. İsimlerini vermiyorum. Oraya devletin güvenlik kuvvetleri giremezdi. Giremediği için rahatlıkla silah eğitimi yapılabilirdi. Giremezdi, çünkü orası Türk toprakları değildi, başka bir ülkeydi. Biz ülkeyi muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkarabilecek nitelikte ve bilgiye sahip gençler mi yetiştireceğiz, yoksa birer anarşist mi?

İşte bunu dikkate alarak yeni Anayasamızda üniversitelerimize yalnız bilimsel özerklik tanıdık, idari özerkliği tanımadık.

Ayrıca şunu da Anayasaya ilave ettik. Gerçi üniversiteler devlet eliyle kurulacaktır, ama birçok Batı ülkelerinde olduğu gibi kazanç amacına yönelik olmayan ve diğer devlet üniversitelerinde olduğu gibi devletin gözetim ve denetimi altında olmak şart ve kaydıyla vakıflar tarafından da üniversiteler kurulabilecektir.

Bu vakıfların kuracağı üniversitelerin nasıl kurulacağı, usul ve esasları kanunla düzenlenecektir.

Bunu, şunun için kabul ettik sevgili vatandaşlarım: Devlet bugünkü mahdut imkanlarıyla bu kadar üniversitenin, orta öğrenim, ilk öğrenimin altından kalkamıyor. Eğer hayırsever vatandaşlarımız tarafından kurulacak bir vakıf kar gayesi gütmeden bir üniversite kurmak istiyorsa, müsaade edilecektir. Bu şekilde kurulan üniversiter, Batılı ülkelerde de vardır, hatta oralarda kar gayesi güden üniversiteler dahi mevcuttur.

Biliyorsunuz, bizde üniversitelerimiz ile meşgul olacak Yüksek Öğretim Kurulu vardır. Onu da Anayasaya koyduk. Bunun sebeplerini başka yerlerde çok izah ettim. Burada değinmeyeceğim. Bu müessese lüzumlu bir müessesedir. Anadolu’nun birçok yerlerinde üniversiteler açmışız, sevgili vatandaşlarım. Gerçi sizler İstanbul’da olduğunuz için belki bunların arzusunu çekmiyorsunuz, fakat oradaki öğrenciler öğretim görevlisi olmadığından, laboratuar bulunmadığından birçok vazifelisi olmadığından, doğru dürüst öğretim göremiyorlar.

İşte Yüksek Öğretim Kurulu’nun görevi bu olacaktır. Üniversiteler arasında paralellik sağlayacak, oraların da yönetim görevlisini temin edecek ve gönderecektir.

Sevgili vatandaşlarım, bugün Eskişehir’e gidip orada da Eskişehirli vatandaşlarıma hitap ettikten sonra Ankara’ya dönecek ve yarın da radyo ve televizyonda son konuşmamı yapacağım.

Bugüne kadar, radyo ve televizyondan, muhtelif şehirlerde yaptığım konuşmalarımı da izlediniz, iki gün sonra Anayasa oylaması için sandık başına gideceksiniz. Benim için, bizim için oy vermeyiniz. Anayasayı düşünerek oyunuzu kullanınız. Bundan evvelki bir konuşmamda da değindiğim gibi, bugün biz varız, yarın yok olabiliriz. Ancak, Anayasa bu milletin temel direği olacaktır. Onu çok iyi okuyun. Gerçi ben size bugüne kadar bunların önemli kısımlarını izah ettim, ama o Anayasayı çok iyi okuyun, okumadan akıllı bildiğiniz kişilerin telkinlerine kapılarak oylarınızı kullanmayınız. Çok akıllı insan vardır, ama onun aklı kendine kalsın, kendi aklınızı ve vicdanınızı kullanınız.

Ve eğer sevgili vatandaşlarım, hiçbiriniz o geçmiş ateşli, kanlı, ölümlü, ıstıraplı, üzüntü ve ümitsizliklerle dolu, can korkusu altında ve memleket elden gidiyor çırpınışlarıyla kendiniz, evlatlarınız, ananız, babanız, eviniz ve vatanınız için endişe ve korkulan içinde yaşadığınız o kara günleri bir daha yaşamak istemiyorsanız, bunları yaratan sebepleri daima hatırlayınız.

O geçirdiğimiz, kara günleri unutmayınız. O ümitsizlikle dolu felaketli günleri, o her gün bombaların, silahların patladığı, kahvelerin, lokantaların, bankaların, sokakların, evlerin makineli tüfeklerle, tabancalarla tarandığı, o her gün ortalama 20 anarşi kurbanının cenazesinin kaldırıldığı günleri unutmayınız ve o günleri hatırlayarak oylamada oylarınızı kullanınız.

Sevgili İstanbullu kardeşlerim, sizlere Anayasa ile ilgili olmamasına rağmen kamu görevlileri hakkında bazı şeyler söyleyecektim. Kamu görevlilerine bazı nasihatlerde bulunacaktım. Ama vaktim müsaade etmiyor. Bunu başka bir gün radyo ve televizyondan sizlere ulaştıracağım. Bu bakımdan, bugün iki yerde konuşma yapacağım için, burada sizin izninizi isteyeceğim.

Bize karşı gösterdiğiniz bu büyük sevgiye, bu büyük tezahürata ve bizi teşçi eden bu gösterinize candan teşekkür ediyorum. Hem şahsım adına, hem Konsey üyesi arkadaşlarım adına, hem de Başbakan adına hepinize candan teşekkür ediyorum ve sizlere mutlu yanınlar diliyorum. Sevgiler, saygılar sunuyorum. Allahaısmarladık. 

İçeriğimize yorumda bulunmak ister misiniz?

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

İlginizi Çekebilir

Siteden...

İlgili İçerikler