Perşembe, Mayıs 9, 2024
Ana SayfaÖzel Dosyalar12 Eylül BelgeleriKenan Evren'in 1980 Anayasası'nı Tanıtma Konuşmaları - 2

Kenan Evren’in 1980 Anayasası’nı Tanıtma Konuşmaları – 2

- Advertisement -

Radyo televizyon konuşması (5.11.1982)

Devlet Başkanı Orgeneral Kenan Evren, “1982 Anayasası’nı Devlet Adına Tanıtma Programı”nı 5 Kasım 1982’de radyo-televizyon konuşması ile tamamladı. 
 
Devlet Başkanı Orgeneral Evren’in konuşmasından…


 “12 Eylül öncesinin ıstırabını, kalpleri bir tek kalp gibi birlikte atan Türk Milleti, bütünüyle ve hep beraber yaşadığı gibi, her Türk vatandaşı o feci, elemli ve kederli hayatı, bir de kendisi tek başına yaşamıştır. “

 “Ya 12 Eylül öncesinin felaketlerinden şahsı veya aile fertleri bakımından onun da hissesine bir felaket düşmüş, yahut muzdarip bir milletin ferdi olarak, elem, keder, ümitsizlik, güvensizlik ve can korkusu içinde bir “Milli ıstırabı” nefsinde duymuştur.”

 “Şimdi 7 Kasım’da sandık başına giderek bu Anayasa için oy kullanacaktır. Her biri ayrı ayrı, fevkalade değerli ve önemli olan bu vatandaş oylarının sonucunda kendinizin, aile ve evlatlarınızın ve memleketimizin kaderini tayin edeceksiniz…”

 “Bu ülkenin 12 Eylül öncesine tekrar gelmesini istiyor muyuz? İstemiyor muyuz? Bütün sorular, bütün meseleler, işte bu bir tek soru içinde toparlanmakta. Bu bir tek soru içinde çözülmektedir.”

 “7 Kasım günü, kabul ve tasvibinizle, bu Anayasa, bizzat Türk milletinin kendi eliyle koyduğu bir Anayasa halini alacak, doğrudan doğruya sizlerin kendi eseriniz, kendi iradenizin mahsulü olacaktır.”

 “Bu Anayasanın bütün hükümleri, Atatürk’ün belirlediği milliyetçilik anlayışı içinde ve O’nun inkılap ve ilkeleri doğrultusunda yorumlanıp uygulanacaktır.”

 “Bu Anayasanın bütün hükümleri, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilelebet refahı, maddi ve manevi mutluluğu ve çağdaş medeniyet düzeyine ulaşma azmi yönünde yorumlanıp uygulanacaktır.”

 “Bu Anayasanın bütün hükümleri, millet iradesinin mutlak üstünlüğü, egemenliğin kayıtsız şartsız Türk Milletine ait olduğu, kimsenin, hürriyetçi demokrasi ve onun icapları ile belirlenmiş olan hukuk düzeni dışına çıkmayacağı yönünde yorumlanıp uygulanacaktır.”

 “Yeter ki, 12 Eylül öncesine bir daha dönülmesin… Yeter ki, 12 Eylül öncesi, kesinlikle tarihe karışabilsin ve yeni bir Devlet ve Hukuk düzeni içinde, sadece, zaman zaman aklımıza gelebilecek bir acı hatıra olarak kalsın… Bunu sağlamak, sizlerin elinizdedir.”

 “Hepimiz, gelip geçiciyiz… Kalacak ve yaşayacak olan ise yalnız Türk milletidir… O halde sandık başında, bu milletin geleceğine karşı olan borcumuzu yerine getirelim.”

 “Bu Anayasanın memleketimize “Sağlam bir demokratik rejim” getireceğine, vatandaşlarımızı her türlü hak ve hürriyet içinde mutlu kılacağına, Türkiye Cumhuriyetini gerektiği gibi güçlendireceğine inanıyorum.”

 “24 Ekim akşamı, sizlere ilk hitabımda söylediğim gibi ben, bu Anayasaya kefil oluyorum. Bunu tasvip etmenizi, Devlet ve memleketimizin geleceği ve evlatlarımızın, Türk milletinin istikbali için sizlerden istiyorum.” 
 

Devlet Başkanı Orgeneral Kenan Evren’in, “1982 Anayasası’nı Devlet Adına Tanıtma Programı” çerçevesinde radyo ve televizyondan yaptığı son konuşma şöyle: 

Yeni Anayasamızı tanıtmak üzere, sizlere ilk olarak 24 Ekim akşamı televizyondan hitap etmiştim. O günden bu yana, memleketimizin doğusundan batısına; kuzeyinden güneyine muhtelif illerimizden sizlere hitap ettim. Bu akşam, yeni Anayasamıza ilişkin olarak, halkoylamasından önce, sizlerle son konuşmamı yapıyorum.

Aziz vatandaşlarım,

12 Eylül öncesinin ıstırabını, kalpleri bir tek kalp gibi birlikte atan Türk Milleti, bütünüyle ve hep beraber yaşadığı gibi, her Türk vatandaşı o feci, elemli ve kederli hayatı, bir de kendisi tek başına yaşamıştır. Ya 12 Eylül öncesinin felaketlerinden şahsı veya aile fertleri bakımından onun da hissesine bir felaket düşmüş, yahut muzdarip bir milletin ferdi olarak, elem, keder, ümitsizlik, güvensizlik ve can korkusu içinde bir “Milli ıstırabı” nefsinde duymuştur.

Şimdi 7 Kasım’da sandık başına giderek bu Anayasa için oy kullanacaktır. Her biri ayrı ayrı, fevkalade değerli ve önemli olan bu vatandaş oylarının sonucunda kendinizin, aile ve evlatlarınızın ve memleketimizin kaderini tayin edeceksiniz…

Bunun ne kadar önemli ve kutsal bir görev olduğunu her Türk vatandaşının ayrı ayrı bildiğinden ve vereceği oyun mes’uliyetini vicdanında hissetmekte olduğundan şüphe edilemez.

Konuşmalarım boyunca, Anayasa ve memleketin geleceği üzerinde zihinlerinizde oluşan bütün suallere cevap verdiğimi tahmin ediyorum. Fakat bilmenizi isterim ki, zihinlerinizde uyanan ve bir kısmını benim cevaplandırdığım, bir kısmına da kendiniz, gereken cevapları bulduğunuz sorularınızın. arasında, bunların hepsini içine alan ve hepsini toparlayan, Türk varlığının geleceğini, üzerinde yazılı bir tek kelimelik oylarınızla cevaplandıracağınız asıl soru şudur:

Bu ülkenin 12 Eylül öncesine tekrar gelmesini istiyor muyuz? İstemiyor muyuz?

Bütün sorular, bütün meseleler, işte bu bir tek soru içinde toparlanmakta. Bu bir tek soru içinde çözülmektedir.

Eğer, 12 Eylül öncesine dönmeyi ve o felaketli günleri ve yılları tekrar ve bu sefer belki de daha da feci bir şekilde ve kurtuluş ümitleri kaybedilmiş bir surette yaşamayı istemiyorsak, öbür gün sandık başında beyaz oy kullanarak, Anayasaya kabul diyecek ve böylece Anayasayı kabul edeceğiz..

7 Kasım günü, kabul ve tasvibinizle, bu Anayasa, bizzat Türk milletinin kendi eliyle koyduğu bir Anayasa halini alacak, doğrudan doğruya sizlerin kendi eseriniz, kendi iradenizin mahsulü olacaktır.

Bu Anayasanın bütün hükümleri, Atatürk’ün belirlediği milliyetçilik anlayışı içinde ve O’nun inkılap ve ilkeleri doğrultusunda yorumlanıp uygulanacaktır.

Bu Anayasanın bütün hükümleri, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilelebet refahı, maddi ve manevi mutluluğu ve çağdaş medeniyet düzeyine ulaşma azmi yönünde yorumlanıp uygulanacaktır.

Bu Anayasanın bütün hükümleri, millet iradesinin mutlak üstünlüğü, egemenliğin kayıtsız şartsız Türk Milletine ait olduğu, kimsenin, hürriyetçi demokrasi ve onun icapları ile belirlenmiş olan hukuk düzeni dışına çıkmayacağı yönünde yorumlanıp uygulanacaktır. Bu Anayasa ile, Devlet organları arasında 12 Eylül öncesi gördüğümüz çekişme ve çatışma sona ermektedir. Organlar arasında üstünlük mücadelesi kesilmiştir. Üstünlük, yalnız Anayasada ve kanunlarda aranacaktır.

Bu Anayasa, Türk milli menfaatlerini her şeyin üstünde tutar. Hiçbir düşünce ve mülahaza, Türk milli menfaatlerinin, Türk varlığının, Devleti ve ülkesi ile bölünmezliği esasının karşısında himaye göremez. Hiçbir düşünce ve mülahaza, Türklüğün tarihi ve manevi değerlerinin, Atatürk milliyetçiliğinin, ilke ve inkılaplarının ve medeniyetçiliğinin karşısında, korunma isteyemez. Kutsal din duyguları Devlet işlerine ve politikaya karıştırılamaz.

Bu Anayasa, temel hak ve hürriyetlerden, eşitlik ve sosyal adalet gereklerince yararlanarak, milli kültür, medeniyet ve hukuk düzeni içinde, onurlu bir hayat sürdürmeyi, maddi ve manevi varlığını bu yönde geliştirmeyi her Türk vatandaşının doğuştan sahip olduğu bir hak olarak tanır.

Her vatandaşın, bir fert olarak, doğuştan sahip bulunduğu bu hakkın yanı sıra, Türk vatandaşlarının bir bütün olarak sahip bulundukları bir hak daha vardır ki, o da, birbirinin hak ve hürriyetine kesin saygı, karşılıklı içten sevgi ve kardeşlik duygularıyla, yurtta da, cihanda da sulh isteyerek, huzurlu bir hayat talebidir… Sevgi ve kardeşlik duyguları, fertler arasında kader birliği, hayat birliği ile gerçekleşebilir. Vatandaşlar, milli gurur ve iftiharlarda, milli sevinç ve kederlerde, milli varlığa karşı hak ve ödevlerde, nimet ve külfetlerde ve milli hayatın her türlü tecellisinde ortak olmalıdırlar. Hak ve hürriyetlere saygıyı, sevgi ve kardeşliği, huzur içinde bir hayatı, ancak bu suretle temin edebilmek mümkündür. Hala bazı vatandaşlarımızın zihinlerinde, bazı meseleler çözülmemiş olarak kalmış olabilir. “Acaba Anayasanın şurası şöyle, burası böyle olsaydı daha iyi olmaz mıydı ?” diye düşünebilirler.

Anayasanın ileride belirecek milli ihtiyaçlara göre değiştirilmesi elbette mümkündür. Nitekim bu değişiklik işlemi için Anayasa metninde bir hüküm yer almıştır.

Bu meseleler çözülür. Bütün soruların cevabı verilir. Daha güzel, daha mutlu günler için gerekebilecek bütün çareler bulunur ve bütün tedbirler alınır. Yeter ki, 12 Eylül öncesine bir daha dönülmesin… Yeter ki, 12 Eylül öncesi, kesinlikle tarihe karışabilsin ve yeni bir Devlet ve Hukuk düzeni içinde, sadece, zaman zaman aklımıza gelebilecek bir acı hatıra olarak kalsın…

Bunu sağlamak, sizlerin elinizdedir.

Sizler, bugün aziz Türk milletinin fertleri, yaşayan nesillerisiniz.

Fakat unutmayınız ki, Türk milleti, bugün yaşamakta olan Türk nesillerinden ibaret değildir. Bu büyük millet, bu köklü millet binlerce yıldan beri mevcuttur ve ebediyen yaşayacaktır.

Geçmiş Türk nesilleri, görevlerini gereği gibi yaptılar. Biz, bugün, o geçmiş nesillerin sayesinde varız, onların sayesinde mevcut bulunuyoruz, onların kanları, canları, hayatları ve emsalsiz fedakarlıkları sayesinde yaşıyoruz.

O halde, şimdi bizlerin, yani yaşayan Türk nesillerinin de, gelecek Türk nesillerine,  “Türk milletinin müstakbel varlığına” karşı yerine getireceğimiz borçlarımız vardır. Ecdadımız nasıl bizleri bugün yaşatabilmek için, kendi kanlarını kendi canlarını tereddütsüz feda etmişlerse, bizim de Türk milletinin genç kuşaklarına, gelecek nesillerine ve ebedi varlığına karşı, aynı namus ve fedakarlık borcu içinde olduğumuzu bir an dahi hatırınızdan çıkarmayınız.

İşte, Türk milletinin kaderini sandık başına gittiğinizde, bu borcun vebal duygusu, ağır mesuliyeti ve idraki içinde tayin edeceğinizden eminim..

Hepimiz, gelip geçiciyiz… Kalacak ve yaşayacak olan ise yalnız Türk milletidir… O halde sandık başında, bu milletin geleceğine karşı olan borcumuzu yerine getirelim.

Biz, bundan bin yıl önce, bu aziz topraklara gelerek burayı yurt edinmiş ve vatan yapmışızdır.

Atalarımız tarihin bilinen en eski devirlerinden beri nasıl daima kendi bayrağı altında, kendi Devleti ile hür yaşamışsa, onların ahvadı olan bizler de ebediyen vatan edindiğimiz bu kutsal topraklarda da daima, öylece hür bir yaşam sürdürmek mecburiyetindeyiz.

Öz vatanımız olan, bugünkü Türkiye Cumhuriyeti’nin ülkesi, sadece iki büyük kıta arasında bir köprü değil, üç kıtanın düğümlendiği bir yerdir; onların birleşme noktasıdır; üç kıtanın da kilididir. Onun içindir ki, bu vatana sahipliği devam ettirmek kolay değildir. Batıdan doğuya, kuzeyden güneye, doğudan batıya, şu üç kıtanın ifade ettiği alemlerin bütün hayat damarları, bizim vatanımızdan geçer.

Bu sebepledir ki, bizim, kimsenin yurduna karşı gözümüz ve isteğimiz olmadığı halde, Misak-ı Milli ile çizdiğimiz anavatan topraklarımız üzerinde, çeşitli yönlerden gelen isteklerin, arzuların, hırsların, hala ardı arkası kesilmemiştir.

Bizden önce birçok kavimler, şimdi Türkiye dediğimiz bu vatanı kendilerine yurt edinmek, vatan yapmak istemişler, bunu denemişler, ama muvaffak olamamışlardır. Biz muvaffak olduk. Fakat bunu gerçekleştirebilmek için bitmez, tükenmez sonsuz fedakarlıklara katlandık. Bunu milli birliğimiz ve bütünlüğümüz sayesinde başardık. Onun için, bundan sonra da bu vatanın ve milli varlığımızın korunması, bizden sürekli fedakarlık ve uyanıklık isteyecektir.

Bizler, dünyanın ıssız bir köşesinde, unutulmuş bir kıtanın sakin bir kıyısında yaşamıyoruz. Gücümüz ve kuvvetimizle, öyle bir noktada, öyle bir yerde, bir mekan ve vatan tutmuşuz ki, milli birliğimizin bir parça zayıfladığı herhangi bir anda sadece “Yaralanmakla” kalmayız, fakat bütün milli varlığımızı topyekün kaybederiz. Düşmanlarımızın tek hedefinin Türklüğü ortadan kaldırmak, milli varlığımıza son vermek ve haritadan silmek olduğu daima hatırda tutulmalıdır.

Nitekim, Birinci Cihan Savaşı sonunda biz bu korkunç tehlikeyi yaşadık. O savaşta mağlup olan müttefiklerimizden hiçbiri, bizim uğratılmak istenildiğimiz akıbete düşürülmeye çalışılmadı. Fakat sıra bize gelince, düşmanlarımız bizi sadece yenmiş olmakla kalmadılar, Türk varlığını ortadan kaldırmaya, bizi tarihten silip çıkarmaya teşebbüs ettiler…

Bu sebepledir ki, milli birlik, milli bütünlük, milli beraberlik dediğimiz zaman, bu kavramlar biz Türkler için, diğer herhangi bir millet hakkında geçerli olabilenden çok daha yüksek, çok daha kutsal, çok daha hayati milli değerleri ve milli mecburiyetleri ifade eder..

Türk milletinin var olması, onun milli bütün bağlarda, bütün değerlerde ve milli dayanışmalarda, çok sağlam ve kuvvetli bulunması ile kaimdir…

Yurtta sulh cihanda sulh ilkesi içinde, hiçbir komşumuzun topraklarında, yurdunda, varlığında ve menfaatlerinde gözümüz ve niyetlerimiz kesinlikle yoktur. Fakat kendi milli varlığımızı muhafaza edebilmemiz, bizim, her yönden çok güçlü olmamıza bağlıdır.

Dış düşmanlarımıza karşı kesinlikle çaydırıcı olabilmemizle kaimdir.

Ancak, unutmamalıyız ki, günümüzde dış tehlikeler, geçmişte olduğu gibi, sadece düşmanın silahlı kuvvetlerinden ve silahlı tecavüzlerinden doğmuyor. Çağımız, “Gizli Savaş” devrini yaşamaktadır. Düşman, hudutlardan saldırmıyor. Hedefi olan toplumun içine nüfuz ederek, ayrılıkçı, bölücü, milli bağları ve dayanışmaları tahrip edici ve milleti içinden parçalayıcı mihraklar ve unsurlar halinde hedef – ülkenin, halkın ve Devletin içinde belirip ortaya çıkıyor.

60 yıl önce eşsiz kahraman Atatürk’ün önderliğinde şanlı ve şerefli bir İstiklal Savaşı sonucu, Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan beri, zaman zaman Devletimize, ülkemize, milletimize karşı bu tür saldırılar ve birtakım suikastler vuku bulmuştur. Fakat bunların en planlı, kökleri en derinlere inen ve emsali görülmemiş derecede yaygın ve korkunç bir şekilde tecelli edenine, milletimizi bir iç savaşın eşiğine getirenine ancak, 12 Eylül öncesinde rastladık.

Atatürk milliyetçiliğinde ırk, dil, din, mezhep, köken ayırımı olmaksızın, kendini samimiyetle Türk sayan, samimiyetle Türk olduğunu söyleyen her vatandaşımız, “Türk” addedildiği halde, asırlarca görülmemiş bir bölücülüğün tohumları, vatandaşlar arasına atılarak, bu aziz milletin evlatları birbirini kırmağa yöneltildi.

Misak-ı Milli sınırları ile çevrilmiş ve öz be öz Türk vatanı olan bu ülke, bölünerek “Kurtarılmış bölgeler”, müstakbel kukla Devletler için mıntıkalar, araziler belirlenmeye girişildi.

Kamu görevlileri “Ayrıcalıkçılığa ve bölücülüğe” düşürülerek kamu hizmetlerinin bütünlüğü parçalandı. Sokaklarda, polis, polisi kovaladı. Öğretmenler bölündü, okullar, öğrenci yurtları, üniversiteler bölündü. Memurlar bölündü. Devlet daireleri, kamu kurumları, birbirine düşman ellerce parsellendi.

Sınıf kavgası tahrik edilerek çalışma barışı ortadan kaldırıldı. Bir kısım işçi vatandaşlarımıza, çalıştıkları ve ekmeklerini çıkardıkları iş yerleri ve tezgahlar, makineler, tesisler tahrip ettirildi.

Anarşi teröre dönüştü. Memlekette can ve mal emniyeti kalmadı… Bütün bunlar yetmiyormuş gibi memleketin kaderi kendilerinin ellerine teslim edilmiş siyasetçiler, sonunun nereye varacağını bir an dahi düşünmedikleri kısır çekişmelerle, Devleti büsbütün aciz ve işlemez hale getirdiler.

Bu gidişin, ne zaman, nerede, hangi sebep ve mucize ile iyiye dönebileceği hususunda hiçbir vatandaşta ümit kalmadı…

Mesela, ne olur, nasıl olur, ne zaman ve hangi sebeple olabilir de, bu gidiş, bir iç savaş yerine, acaba  “Hayırlı bir yöne” dönebilirdi?

Bugün, aradan iki yıl geçti. Bütün vatandaşlarıma soruyorum Eğer 12 Eylül Harekatı olmasaydı, onun yerine acaba ne olur, nasıl olur, kimin tarafından olur da memleket kısa bir süre içinde bu korkunç iç savaşın kenarından kurtarılıp da selamete ulaştırılabilirdi? Bu, nasıl, hangi vasıta ve suretle olurdu? Bunu soruyorum. Bu sorudan kaçınılmaz… Bunu şimdi ben sormasam bir gün tarih mutlaka soracaktır.

Şimdi el altından propagandalarla, fısıltılarla, türlü saçma sapan mazeretler ileri sürenlere, çocukların bile inanmayacakları izahlarla kendilerini tarihin pençesinden kurtarmaya çalışanlara yarın, Türk milleti ve Türk tarihi ilk fırsatta bu suali soracaktır: “Memleket korkunç ve kanlı bir iç savaşa hızla giderken, sizler, kısır çekişmeler içinde, en basit görevlerinizi bile yerine getiremiyordunuz… Yasama organını çalışamaz hale sokmuştunuz… Anarşi ve terörü kesin şekilde bastıracak, yok edecek hiçbir kararı alamıyor, hiçbir kanunu çıkaramıyor, aylar ve aylarca türlü parlamento oyunları içinde, Devlete bir Cumhurbaşkanı bile seçemiyordunuz… Acaba ne bekliyordunuz? Ne umuyordunuz?… Hangi mucizenin meydana geleceğini ve neye dayanarak memleketin bu iç savaş eşiğinden dönerek selamet ve kurtuluş yoluna gideceğini zannediyordunuz.

O ahval içinde eğer, memleketi bölünmekten, parçalanmaktan ve milleti kanlı bir iç savaştan alıkoyacak ve çevirecek, Devleti yıkılmaktan kurtaracak olan, şayet bir türlü içinize sindiremediğiniz şekilde gene Türk Silahlı Kuvvetleri değil idiyse, acaba kimdi, neydi ve nerede idi ?”

Ama şimdi bu sorumlu siyasi kadro, el altından türlü propagandalar sürdürmektedir.

Anayasaya ret oyu verilmesi için sinsi kampanyalar açmışlardır. Hukuka, adalete ve demokrasiye olan inanç ve saygımız nedeni ile kendilerine gösterdiğimiz hoşgörüyü insafsızca sömürmektedirler.

Sinsice neler neler söylemiyorlar sevgili vatandaşlarım.

Atatürk’ün gözlerinin renginin mavi olup, mavi baktığından tutun da denizin mavi sularında serinleyen, gökyüzünün maviliklerinde huzura kavuşulacağına kadar mavi rengi ima ederek güya parlak buluşları ile “Ret” oyunu telkine yeltenmektedirler.

Bu arada bazı usta hainler, askeri yönetimin başarısını bir koz olarak kullanıp gayelerine ulaşabilmek için bakın ne diyorlar: “Asayiş ve huzuru sağlayan askeri yönetimin kalmasını istiyorsanız Anayasaya hayır deyin. 0 zaman askerler daha. uzun süre yönetimde kalırlar, böylece milletçe uzun süre güven içerisinde yaşamış oluruz”.

Böyle söyleyenlerin gayelerinin Silahlı Kuvvetleri uzun süre politikaya bulaştırmak, yıpratmak ve memleketin son dayanağı olan bu gücü de ortadan kaldırarak hedeflerine ulaşmak olduğu bütün vatandaşlarımca takdir edilecektir.

Aziz Vatandaşlarım,

Sizlere gelip, kulaklarınıza eğilip, Anayasaya mavi oy, ret oyu vermenizi söyleyenlerin yakasından tutunuz ve sorunuz : “Peki, bu Anayasa reddedilirse ne olacak ?”

Menfi propaganda yapanlara mutlaka sorunuz : “Bu Anayasa kabul edilmezse kendileri acaba ne yapabileceklerini sanmaktadırlar”.

Bu soruyu mutlaka sorunuz ve buna ısrarla cevap isteyiniz.

Size “Memleketi biz kurtarırız” mı diyeceklerdir? “Sizlerin ellerinize teslim edilmesini istiyorsunuz. Bu husustaki iddianız, hak ve talebiniz, Devleti çökertmek ve memleketi batırmaktaki becerinizden mi ileri geliyor?” deyiniz.

Onlara sorunuz : “Yüksek bir siyasi yönetim tecrübesinden, yönetim kabiliyetinden mi bahsediyorsunuz? Tecrübeniz, memleketi batırmak ve marifet ve kabiliyetiniz de, memleketin iç savaşa sürüklenişini seyretmek miydi ?” deyiniz…

Aziz Vatandaşlarım,

Ekonomik sıkıntılardan tamamen kurtulmak için de, memlekette anarşinin, terörün, bölücülüğün kökünü kazımak için de milletçe ve Devletçe çok kuvvetli olmaya mecburuz..

Bize bu kuvveti evvela milli birlik ve beraberliğimiz, sonra da, kabul ve tasvibinize sunduğumuz bu Anayasa verecektir. Kuvvetli olduğumuz müddetçe ekonomik sıkıntılarımızın da, anarşi ve terörün de üstesinden geliriz.

Fakat bilinmelidir ki, bu iki tür meselemiz de tıpkı her insanın bünyesinde mevcut mikroplar gibidir.

Bünye kuvvetli olduğu zaman, o mikroplar uyur halde kalırlar, faaliyete geçemezler, tesirlerini gösteremez, bünyeyi kemiremez ve onu yatağa düşüremezler. Ancak, gene, aynen insan bünyesinde olduğu gibi, bünye zayıf düşerse, sağlık şu veya bu sebeple haleldar olursa, mikroplara karşı muafiyet ve mukavemet azalır. O zaman sağlıklı bir insan, kendi sağlığını tahrip eden hastalıklara kendisi bile şaşar: “Bende bu rahatsızlıkların, bu hastalıkların hiçbiri yoktu. Şimdi nereden geliyor bunlar?” der.

Milletlerin bünyeleri de aynen böyledir. Milli bünye güçlü ve kuvvetli olduğu zaman kötülük mikropları, bu bünyede tahribat yapamazlar. Harekete geçemezler, bünyeyi kemiremezler.

İktisadi krizler ve çalkantılar, bütün dünya ülkelerini tesiri altına almıştır. Bugün, bu sarsıntılara tabi olmayan bir tek ülke yoktur.

Radyolardan, televizyondan, basından takip ediyorsunuz, anarşi ve terör de her memlekette mevcuttur ve değişik şekil ve derecelerde hükmünü yürütebilmektedir.

Görüyoruz ki ancak, kuvvetli milli bünyeler, bunlara karşı durabiliyorlar. Kuvvetli milli bünyelere dayanan devletler, gerek ekonomik kriz ve sarsıntılara, gerek anarşi ve teröre karşı koyarak, onların tesirlerini ortadan kaldırabiliyor, onların milli bünyelerindeki tahribatını önlüyor veya asgariye indirebiliyorlar.

İşte böyle, güçlü bir milli bünyeye ve buna dayanacak güçlü bir milli Devlete sahip olmak mecburiyetindeyiz.

Türk milleti en güç ve tehlikeli anlarda, üstün vatan sevgisi ve sağduyusu ile ve milli birlik ve beraberlik içerisinde en doğru yolu bularak benliğini ve bütünlüğünü korumasını bilmiştir. Güven dolu mutlu yarınlarımızın en sağlam teminatı budur. Bizim vatan sevgimiz ve sağduyumuzla tasvibinize sunduğumuz Anayasa üzerinde çok düşündük, çok çalıştık. Çok göz nuru döktük. Bu Anayasanın memleketimize “Sağlam bir demokratik rejim” getireceğine, vatandaşlarımızı her türlü hak ve hürriyet içinde mutlu kılacağına, Türkiye Cumhuriyetini gerektiği gibi güçlendireceğine inanıyorum.

24 Ekim akşamı, sizlere ilk hitabımda söylediğim gibi ben, bu Anayasaya kefil oluyorum. Bunu tasvip etmenizi, Devlet ve memleketimizin geleceği ve evlatlarımızın, Türk milletinin istikbali için sizlerden istiyorum.

Bütün vatandaşlarıma saygı ve sevgiler sunuyorum. 

İçeriğimize yorumda bulunmak ister misiniz?

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

İlginizi Çekebilir

Siteden...

İlgili İçerikler